Şuanda 356 konuk çevrimiçi
BugünBugün400
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14368
Bu ayBu ay14368
ToplamToplam10482792
Ortadoğu'da hangi sorun çözülmüş? PDF Yazdır e-Posta


Soru daha somut sorulacak olursa: son 50 yılda Ortadoğu’da hangi sorun çözüldü?

Yüzyıllar öncesine dayanan Sünni-Şii çatışması çözülmedi, çözülmek bir yana şiddetlendi. Ortadoğu’da Sünni ekseninin kurulması gündeme geldi.

Filistin sorunu bir ara çözülür gibi oldu, sonra Filistin, Hamas ve El Fetih arasında parçalandı. Bugün çözümden iyice uzaklaşılmış bulunuyor.

Kürt sorunu da keza çözülmedi.

Bölgede adı konulmayan ama kendisini sürekli hissettiren Arap sorunu vardı. 1960’lı yıllarda Mısır ile Suriye’nin birleşmesi söz konusuydu, kısa sürede unutuldu. Arap ülkeleri arasındaki düşmanlık zaman içinde iyice arttı. Eskiden İsrail’e karşı ortak hareket ederlerdi, bu bile ortadan kalktı.

Ortadoğu’da çatışmalar uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Suriye, girenin bir daha çıkamadığı bataklık görünümünde…

Suriye ordusu çok sayıda ölüm ve firarlar sonucunda tükenmiş durumda, bu nedenle İran ülkeye askerlerini gönderiyor, Hizbullah Esad ile birlikte savaşıyor, son olarak da Rusya Federasyonu ülkeye yeni uçaklar ve askeri danışmanlar göndermek kararını aldı.

İran’da çok sayıda Afganlı mülteci bulunuyor. İran bu mültecileri geri dönmek ya da Suriye’de savaşmak ikilemine zorluyor. Mülteciler kısa süreli askeri eğitim alıp Suriye’ye gönderiliyorlar ve kısa sürede de ölüyorlar. Karşılarında savaş tecrübesi yüksek bir güç var ve hiçbir askeri eğitim savaş tecrübesinin yerini tutamaz.

Hizbullah Suriye’de savaşa katıldığından bu yana 800 kadar kayıp vermiş durumda ve bu durum İsrail’in özellikle hoşuna gidiyor.

Rusya Federasyonu’nun savaşa daha aktif karışması durumu değiştirmeyecek. İnsanlar Vietnam’da ABD’nin yenilgisini hatırlıyorlar ama Afganistan’da Kızıl Ordu’nun yenilgisini hatırlamıyorlar. İlkiyle ilgili çok yayın yapıldı, ikincisiyle ilgili yapılmadı, belki de bu nedenledir.

İslam Devleti (İD) içindeki yabancı savaşçıların oranında değişme var. 80 ülkeden yaklaşık 20 bin kişinin katıldığı İD içinde Irak-Suriye dışından gelen en fazla yabancı savaşçı Suudi Arabistan kaynaklı. Bunu Tunus izliyor. Rusça konuşan yabancılar ise üçüncü sıraya yükselmiş durumda… Bunlar genellikle Rus değil ve ağırlıklı olarak Çeçenistan’dan geliyorlar. Yıllardan beri savaşan tecrübeli bir güç… Rusya Federasyonu bunların geriye dönüp topraklarındaki savaşı şiddetlendirmesini beklemektense, Suriye’de doğrudan savaşmayı tercih ediyor. Sonuç alacağı şüphelidir.

Ek olarak, Rusya’nın tarihsel müttefikleri kendisinden uzaklaşıyor. Bulgaristan bağımsızlığını 1878’deki Çarlık Rusyası-Osmanlı İmparatorluğu arasındaki savaştan sonra kazandığı için bu ülkeyle –rejim ne olursa olsun- yakın ilişkiye sahipti. 1917 Ekim devrimi SSCB dışında sadece Bulgaristan’da resmi tatil günüydü.

Son olarak ise Bulgaristan, Suriye’ye malzeme taşıyan Rus uçaklarına geçiş izni vermedi. ABD, Yunanistan hükümetinden Rusya Federasyonuna ait uçak gemisine geçiş izni vermemesini de rica etti.

ABD ve de İsrail Suriye’deki savaşı kazanmak istemiyorlar. Suriye adlı ülke sadece haritada bulunuyor. Çatışmanın sürmesi, tarafların birbirini öldürmesi, kimsenin fazla güçlenmemesi ABD için ideal durumdur. Bunu İD’ye karşı tutumda da görüyoruz. Bu örgüt fazla güçlenince hava bombardımanıyla geriletiyor, sonra bombardımanı yavaşlatıyor. İD özellikle Irak’ta kitle tabanı olan bir güç, yok edilmesi hiç kolay değil ve ABD de zaten bunu istemiyor. Önemli olan fazla güçlenmemesidir. İD, Ortadoğu’da özellikle İran’a karşı varolması gereken bir güçtür.

Suriye’deki savaşı sadece Türkiye kazanmak istiyor. Dört yıl öncesine göre koşullar değişti ama o hala çizgisini esnetmemekte ısrar ediyor. Esad gitse ne olur, gitmese ne olur; Esad kaldı ama Suriye gitti.

Hem Suriye hem de İD konusunda ABD ile Türkiye anlaşamıyorlar.

Bu anlaşmazlığa fazla güvenmemek gerekir.

Türkiye Ortadoğu’da ekonomik ve askeri olarak güçlü ve ABD’nin yakın müttefiki bir ülkedir. Ekonomisi orta derecede gelişmiş kapitalist ülkelerde görüldüğü gibi kırılgandır, ama bu onun gücünü ortadan kaldırmıyor. Sadece gücünün oldukça üzerinde oynamaya kalkıyor, ki bu da eski özelliğimizdir. Kifayetsiz muhterislik damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Aynısını Türkiye alt emperyalizminin ilk döneminde, Özal döneminde de görmüştük. Türkiye, gücünün çok üzerinde davranarak, Rusya Federasyonu’na meydan okumaya kalkmış, sonuçta ise Kafkaslar ve Orta Asya’da egemenlik mücadelesini kaybetmişti.

Ortadoğu’da ise durum karmakarışık ama çok güçlü rakip de bulunmuyor.

Türkiye Kuzey ve Batı Kürdistan’daki Kürtlere karşı İD’yi açık olarak desteklemeyi sürdürüyor. PKK ile savaş bir dönem YPG ve İD üzerinden sınırın hemen yanında sürdü. Şimdi orada hafifledi ve ülke sınırları içine taşındı.

Türkiye Cumhuriyeti devletiyle PKK arasında tırmanan savaşa ABD’nin bir süre sonra bir şekilde müdahale edeceğini sanıyorum. Şu anda etmez çünkü Türkiye’nin burnunun biraz sürtülmesini bekliyor.

Bu arada hatırlatırım: bir süre önce Kandil’den yapılan bir açıklamada ABD’nin arabuluculuğunun kabul edileceği belirtilmişti. Gelişmeler de bu yöne doğru gidiyor. Türkiye’nin sonuç alamayacağını bilerek gözü dönmüş bir şekilde saldırmasını esas olarak Saray’ın iktidar hırsına bağlamak doğru değildir. Saray bir semboldür, o kadar…

Türkiye uluslar arası planda açık veya örtülü olarak PKK ile doğrudan muhatap olmak konumuna düşmek istemiyor. İkinci olarak, AKP’nin iktidar yıllarında Türkiye burjuvazisi değişti. Konut yapımına ve Ortadoğu pazarına ihracata yönelik olarak Batıcı burjuvaziden farklı bir burjuvazi güçlendi, ilk kesim yok olmadı ama geriledi. AKP’nin devlet imkanlarını dağıtarak örgütlediği geniş bir kesim bulunuyor. Yandaşlarını zengin etti ve ediyor. İktidarın gitmesi bu imkanların da gitmesi demektir, bu nedenle de direnişleri güçlüdür. Meselenin temeli de budur. Saray’ın iktidar hırsı konunun en fazla görünen kısmıdır, o kadar.

PKK yönünden bakılacak olursa…

PKK, özellikle YPG üzerinden uluslararası alanda önemli güç kazandı. Ne ki, bunu abartmamak gerekiyor. Güç kazanmak, “terörist örgüt” listesinden çıkmaya yetmedi ve hatta bu konu doğru dürüst gündeme bile getirilemedi.

Rojava’daki ulusal-demokratik devrim ne Ortadoğu’da ne de dünyanın başka bir bölgesindeki hiçbir halk için örnek olmadı. Kürt sorunu inişler ve çıkışlarla bölgede daha uzun zaman devam edecek gibi görünüyor.

Türkiye’deki barış mücadelesi konusunda hiç ümitli değilim. Çok sayıda aydının barış bildirisi imzalaması, barış gösterileri yapılması iyi şeylerdir ama bunlar ilk kez yapılmıyor. İstanbul gibi bir kentte bile barış mitingi birkaç bin civarında insanla yapılıyorsa, bu yeterli bir göstergedir.

Barış hareketi konusuna bu yazıda girmeyeceğim. Sadece şu kadarını belirtmek istiyorum: Türkiye bir şiddet toplumudur. Kadın-erkek-çocuk ilişkisinden toplumun düşünülebilecek bütün alanlarına kadar şiddet neredeyse fışkırıyor. Kürtlerle savaş ülkedeki şiddet sorununun önemli ama sadece bir yanıdır. Bir şiddet toplumunda şekillenen değişik bir barış hareketine ihtiyacımız bulunuyor. Bu yönde adımlar atılmadı değil… Kadına karşı şiddete karşı çıkışla Kürt sorununda barışçı çözümün giderek yakınlaşması önemlidir, yetersizdir.

Konunun bir de teorik cephesi var tabii ve bu da neredeyse hiç bulunmuyor.