Şuanda 258 konuk çevrimiçi
BugünBugün312
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14280
Bu ayBu ay14280
ToplamToplam10482704
Bunlar mı Osmanlı, güldürmeyin insanı! PDF Yazdır e-Posta


 

 

Geçmişe dönüş, geçmişini aşamadığın için bugünü kurtarmak için ona dönüş, onun yeniden yazılmasını da içerir. Geçmiş düzeltilir ve günün ihtiyaçlarına uygun duruma getirilir. Hatırlanan yaşanılmış geçmiş değil, yeniden oluşturulan, üretilmiş olan geçmiştir.

Sol olarak toplumdaki hakim normlara karşı direnmekte zayıf kaldık. Ona direnmektense, uymayı tercih ettik.

Osmanlı tarihinin bugüne uygun olarak yeniden yazılmasının soldaki örneği 35 yıl öncesinin, 12 Eylül 1980 öncesinin, 1975-80 döneminin yeniden üretilerek, değiştirilerek hatırlanmasıdır. 12 Eylül öncesi, eksikliklerine karşın bu kadar iyi idiyse, 12 Eylül sonrasındaki bozgunun yaşanmaması gerekirdi. Tarih 12 Eylül’e kadar getirilip bırakılıyor; sonra ne oldu, üzerinde durulmuyor.

Benzer bir değerlendirmeyi Cumhuriyet Türkiyesiyle ilgili olarak da yapmak mümkündür. Osmanlı bu kadar iyi idiyse, Cumhuriyet neden bu kadar kısır kalmıştır?

Bu ülkenin üniversiteleri Nazi Almanyasından kaçmak zorunda kalan bilim insanları tarafından kuruldu. Muhteşem Osmanlı’nın mirası işte buydu!

Osmanlı’nın son yıllarında İstanbul’daki tünel bir Fransız firması tarafından yapılır. Bu işlerden hiç anlamadığı için Osmanlı’nın yapacak hali yok! Tünel işlemeye hazır duruma gelir ama bir türlü açılamaz. Nedeni ise, Şeyhülislam’ın “ölmeden yerin altına girmek caiz değildir” demesidir. Uygun fetva alınmayınca da tünelin açılması gecikir.

Osmanlı’da –tıpkı Cumhuriyet’te olduğu gibi- belirleyici olan devlettir. Padişah, Şeyhülislam’ı azledebilir hatta kellesini uçurtabilir. Bu nedenle de Şeyhülislamlar eninde sonunda boyun eğmek ve uygun fetva vermek zorundadır.

Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı’nın konumu farklı mıdır? Sonuçta devlet memurudur; ters düşerse, azlederler, yerine uygun birisi gelir.

Cumhuriyet Osmanlı’nın devamıdır, bir dönem yaşanılan ondan kopma çabasına karşın kaçınılmaz olarak devamıdır ve çok sayıda yetmezliği, geriliği de Osmanlı’dan kaynaklanır.

Osmanlı’da değişik halklar bir arada yaşayabiliyordu söylemi o sistemin ileri olduğunu göstermez. Osmanlı döneminde birleştirici unsur din idi; ne ki, 18. yüzyıldan başlayarak milliyetçilik ön plana çıkmaya başladı. Osmanlı din ile milliyetçiliği birleştirebilmek için çaba gösterdi ama başarılı olması mümkün değildi. Önce Osmanlılık diye dönemi geçmiş bir kimlik icat etti, kendisinden başka ciddiye alan olmadı. Dinin birleştiriciliğine geri dönüp pan islamizmi ortaya attı; o da olmadı. Müslüman Araplar İngiliz ve Fransız sömürgeciliğini tercih ettiler. Sonuçta da zorunlu olarak Türkçülüğe gelindi.

Tarih değiştirilerek bugünün ihtiyaçlarına uydurulmaya çalışılır, demiştik.

Osmanlı İmparatorluğu her şeyden önce bir Balkan devletiydi. Kuruluşu Bursa’dadır, İstanbul’un fethine kadarki dönemde Edirne başkent işlevi gördü. Osmanlı ilk önce Balkanlarda yayıldı, Anadolu ve İslam coğrafyasında yayılması sonra gerçekleşti.

Osmanlı’nın en ileri kenti Selanik’ti ve Cumhuriyeti kuran kadroda Balkan kökenliler –Mustafa Kemal dahil- önemlidir. Balkanlar gitti, Osmanlı bitti denilebilir.

Birinci Balkan Savaşı’nın kaybedilmesi Osmanlı aydınları üzerinde bu nedenle büyük travma yaratır. Balkanlar İmparatorluğun en önemli bölgesidir.

Şimdiki Türkiye Cumhuriyetinin ise Balkanlardaki etkisi, Bulgaristan’daki Türk azınlık ve Müslüman halk dışında yoktur. Arap ülkelerinin tamamında etkili bile olsan, ki değilsin ve olamazsın da, Osmanlı’yı şeklen bile yeniden kuramazsın, çünkü İmparatorluğun en önemli bölgesi Balkanlardı, Ortadoğu değil…

Osmanlı yıllarca Balkan ülkelerindeki Hıristiyan halkların küçük erkek çocuklarına el koydu, onları zorla ailelerinden kopartarak sıkı bir eğitim sürecine aldı. Çocuğun asimilasyonu zor değildir. Bu çocuklar büyüdüklerinde akıllı olanları Enderun’a alınıp saray için politikacı oldular, diğerleri de Yeniçeri ya da Osmanlı ordusunun vurucu gücü oldular. Başka bir deyişle Osmanlı’nın kadro kaynağı Balkanlardı, Müslüman ülkeler değil…

Bir uydurma ve bir suskunluğa da değinmek gerekir…

“Osmanlı 400 yıl cihanı yönetti” deniliyor.

Bak sen, demek gerekir. Bunu söyleyenin o önem cihanın ne olduğundan haberi bulunmuyor.

Amerika’nın keşfi 15. yüzyılda sayılır, Afrika kıtası içlerinin keşfi ise daha sonradır.

Osmanlı’nın gücü Antik Yunan’dan beri dünya sayılan Akdeniz’deki etkinliğinden geliyordu. Osmanlı Akdeniz’e hiçbir zaman tam olarak hakim olamadı. Denizde Venedikliler ve Cenevizlilerle baş edemedi, hakimiyeti İtalya’dan öteye gitmedi, Doğu Akdeniz’le sınırlı kaldı, bir oranda da ortaya kadar gelebildi.

Afrika’nın güneyinden dolaşarak Hindistan’a gidilebileceğinin bulunmasıyla Osmanlı denetimindeki İpek Yolu önemini kaybetti.

Yerasimos, Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye kitabında Osmanlı’nın okyanus yolunda egemenlik kurmak için umutsuzca çabaladığını anlatır. Umutsuzca çünkü güneye inilip okyanusa ulaşılabilse bile, Osmanlı donanması ve denizcilik anlayışı Portekizliler karşısında tutunamıyordu. Osmanlının denizciliği Akdeniz ile sınırlıydı, okyanus ise başka bir denizdi. Osmanlı kadırgaları yüksek bordalı Portekiz savaş gemileri karşısında tutunamadılar.

Osmanlı Orta Avrupa’da en fazla Viyana’ya kadar gelebildi, İtalya’yı alamadı, Rusya’ya karşı ise başarı gösteremedi. İmparatorluk yıllarca geniş bir alanı işgal etti ama dünyayı yönettiğini söylemek büyük bir abartmadır.

Osmanlı’nın askeri zaferlerinin yanı sıra ağır yenilgileri de bulunuyor…

Tarih yeniden üretildiği ya da uydurulduğu için bunlardan söz edilmiyor.

Gelelim Çarlık Rusyasıyla ilişkiye…

Osmanlı’nın 1711 Prut Savaşı dışında Çarlığa karşı kazanabildiği askeri başarı yoktur, sürekli yenilmiştir.

Plevne Savunmasını da içeren 1878 savaşı sırasında Rus ordusu Yeşilköy’e kadar gelmişti.

Moskof düşmanlığı Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçmiştir. Soğuk Savaş ve Türkiye’nin SSCB ile sınır komşusu olması önemli ama sınırlı bir nedendir.

Cumhuriyet dönemindeki Türkçü faşist hareket için “esir Türkler” temel öneme sahip bir belirlemeydi. Moskof zulmü altında inleyen esir Türkler günün birinde kurtulacaktı, inşallah!

1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından Azeriler, Özbekler, Türkmenler, Kırgızlar, Kazaklar “kurtuldu” ama ne MHP’liler ve ne de Türkiye Cumhuriyeti devleti bu halklardan beklediği ilgiyi görmedi. Ayrı devletler halinde varlıklarını sürdüren bu halklar Rusya Federasyonu ile yakın ilişki sürdürmeyi, TC ile ilişki geliştirmeye tercih ettiler.

MHP ve AKP’nin dağarcığında da Çin Halk Cumhuriyeti’nde zulüm gördükleri savunulan Uygurlardan başkası kalmadı.

Cumhuriyet’in Moskof düşmanlığını Turgut Özal iyi ifade etmiş ve aynı kelimelerle olmasa da şöyle demişti: Komünizm Rusya’dan değil de Fransa’dan gelseydi bizim için daha kabul edilebilir olurdu.

Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında aydın olmanın ilk koşulu iyi Fransızca bilmekti. İttihat ve Terakki’nin bir kanadının muhalif dergisi Meşveret, Paris’te yayımlanıyordu. Yabancı dilde İngilizcenin ağır basması 1950 sonrasındadır.

Ülkedeki egemen kültürün sola yansımaması mümkün değildir. Bunun örneklerinden bir tanesi de solda yaygın taban bulan anti sovyetizmdir. Çin Komünist Partisi’nin dünya komünist hareketinde pek yandaş bulamayan “Rus sosyal emperyalizmi” tezi, bizde yaygın taraftar buldu.

SSCB eleştirilebilirdi ve nitekim Küba ve Latin Amerika ülkelerindeki gerilla hareketleri, Avrupa Komünizmi olarak adlandırılan hareket değişik yönlerden SSCB’yi eleştiriyordu; ama sosyal emperyalizm tezi başka bir şeydi.

Bu tezin bizde değişik örgütler vasıtasıyla 1975-80 döneminde yaygın olmasının önemli bir nedeni tarihi Moskof düşmanlığıdır. Bunun bilincinde olunmayabilir ama içinde büyüdüğünüz kültürden kaçınılmaz olarak etkileneceksiniz. Hele de onunla hesaplaşmayı önemsemez ve kendinize ait bir kültür üretmeye yönelmezseniz…

Tavsiye ederim, Osmanlı Ocakları Genel Başkanı ile yapılan söyleşiyi okuyun.

“Padişahın kullarıyız” der gibi “Tayyip Erdoğan’ın askerleriyiz” diyenlerin üye olduğu bu ocakta, “kefen giymeye hazır olmak” tüzükteki maddelerden bir tanesi…

“ Kefen giyenin kefen giyen askerleriyiz”…

Hiç olmazsa Türkçeyi biliyorlar, bu da bir kazanımdır!