Şuanda 237 konuk çevrimiçi
BugünBugün288
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14256
Bu ayBu ay14256
ToplamToplam10482680
Yurttaşlık Bildirgesi PDF Yazdır e-Posta


 

 

Sizlere yazmakta olduğumu daha önce ilettiğim göçmenlik ve mültecilikle ilgili kitabın üçüncü bölümünden bir kesit gönderiyorum. Neredeyse 29 yıl önce yayımlanan Yurttaşlık Bildirgesi’nde ASM’nin önde gelen taleplerinden birisi olan anayurda dönebilme hakkından söz edilmesi, 29 yılda çok da fazla değişiklik olmadığını gösteriyor.

4. AYDIN VE SANATÇI GÖÇÜ

12 Eylül 1980 darbesinin ardından Avrupa ülkelerine büyük bir aydın ve sanatçı göçü yaşandı. Bir bölümü 12 Eylül öncesinde Server Tanilli gibi silahlı saldırı sonucu yaralandığı için ya da Fakir Baykurt gibi can güvenliği olmadığı için ya da Doğan ve İnci Özgüden gibi değişik davalardan yargılandıkları için Avrupa ülkelerine gelmişlerdi. Bunları Şanar Yurdatapan, Yılmaz Güney, Dursun Akçam, Gültekin Gazioğlu, Nihat Behram, Ataol Behramoğlu, Demir Özlü, Sümeyra Çakır, Tektaş Ağaoğlu, Yusuf Ziya Bahadanlı, Aysel Özakın, Fuat Saka, Oya Baydar vd. izleyecekti. Aralarında Behice Boran, Nihat Sargın, Ahmet Kaçmaz’ın da bulunduğu yasal parti yöneticileri ile çok sayıda sendikacı da Avrupa ülkelerine iltica etmek zorunda kalacaktı.

12 Eylül rejimi Avrupa ülkelerindeki muhalif aydınlara, sanatçılara, değişik örgütlerden politikacılara ve genel olarak muhalif insanlara karşı iki yönden baskı uyguluyordu.

Birincisi: Konsolosluklara şu veya bu işi nedeniyle gelenlerin pasaportlarına el koymak… Bu insanlardan Türk Ceza Kanunu’nun 140. maddesi uyarınca ülke dışında TC aleyhinde faaliyet gösterdikleri gerekçesiyle Türkiye’ye gidip teslim olmaları isteniyordu.  .

Bu uygulamanın amacı insanları kimliksiz bırakarak korkutmaktı. F. Almanya’da politik mülteciden daha fazla TC pasaportu taşıyan muhalif vardı. 1982 yılında Frankfurt’ta yapılan 12 Eylül’ü protesto yürüyüşüne katılım yaklaşık 30 bin kişiydi ve bunların en az yarısı muhtemelen daha da fazlası politik mülteci değildi.

Özellikle Almanya’da hayata geçirilen pasaporta el koyma uygulamasının bir amacı da kişiyi iltica etmeye mecbur bırakarak ve yasal statüsünü değiştirmeye zorlamaktı.  Pasaporta aynı zamanda Almanya’da oturma izni de işlenmiş olduğundan, sadece pasaport değil, ülkedeki oturma izni de geçersizleşiyordu.

Sürekli olarak “Avrupa’da politik olarak değerlendirilenler ve iltica alanlar Türkiye’de adli suç işleyip kaçmış olanlardır, bunlar politik değildir” propagandası yapılıyordu. TC pasaportlu muhaliflerin çokluğu bile kendi başına bu iddiayı çürütmeye yeterdi ve bu nedenle de bu kesimle özel olarak uğraşılıyordu.

İkincisi, vatandaşlıktan çıkarmaktı. 12 Eylül yönetimi sadece muhalif olanları değil, askerlik yapmayanları da vatandaşlıktan çıkarıyordu.

“Sivil yönetime” geçildikten sonra da bu uygulamalar sürecekti.

Aşağıda Yazın Dergisi’nin Mayıs 1987 tarihli 25. sayısında yayımlanan Yurttaşlık Bildirgesi yer almaktadır. Bir bölüm yazar ve sanatçı tarafından imzalanan Bildirge, aradan neredeyse 29 yıl geçmesine rağmen ülkede fazla değişiklik olmadığını gösteriyor.

YURTTAŞLIK BİLDİRGESİ

Yurdumuz Türkiye’de “Yurttaşlıktan Çıkarma” uygulamaları sürmektedir. Bizler, aşağıda imzaları bulunan ve kimilerimiz de bu uygulamaların çeşitli biçimlerine maruz kaldığımız için yurtdışında yaşamak zorunda olan yazar ve sanatçılar, temel insan hakları ile bağdaşmadığı gibi uygulamaya maruz kalanları değil, uygulayanları küçük düşüren tüm bu işlemler konusunda aşağıdaki düşünceleri açıklamak zorunluluğu duyduk.

Yurttaşlık hakları ve baskıcı rejimler

Tarihin çeşitli dönemlerinde insanlığın demokrasi ve mutluluk arayışlarına engeller çıkaran rejimler, devlet felsefeleri olmuştur. Ama tüm bunlara rağmen “Yurttaşlıktan Çıkarma”, yurttaşların pasaportlarına el koyma gibi uygulamalar gene de pek az sayılacak siyasal rejimin giriştiği uygulamalardır. Kaynağını eski VANDAL hukukunda bulan bu işlemin yaygın uygulanmasına çağımızda ancak Nazi yönetimi sırasında rastlanmıştır. Bugün Türkiye’de yaygın olarak yapılan bu uygulamaya ülkemiz açısından baktığımızda görülen şudur:

403 sayılı yasa ve 1981’de yapılan değişiklik

403 sayılı Türk vatandaşlığı kanunu bu konuda anlaşılabilir sınırlandırmalar getiriyor. Türk vatandaşlığının kaybedilmesini ender durumlarda öngörüyordu. Yine de, 13 Şubat 1981’de bu yasada Konseyce yapılan değişikliğe kadar bu konudaki hükümler pek uygulanmadı, ancak askerlik hizmeti ile ilgili bölümlerin, siyasi düşünceleri iktidarlarca beğenilmeyen kişilere yönelik uygulanması gibi yasanın amacını saptırıcı ve taraflı kimi uygulamalar görülmekteydi. Sözünü ettiğimiz 1981 değişikliğinden sonra ise Türk Vatandaşlık Kanunu’nun ilgili maddeleri rejimin tüm karşıtlarına, yönetimi eleştirenlere, Türkiye’nin yurtdışında bulunan sanatçı, siyaset adamı ve düşünürlerine karşı kullanılan ilkel bir kıyıma dönüşmüştür.

Yasada hile ya da hile içinde hile

Öncelikle hepimizi uygar dünya önünde küçük düşüren bu uygulamaların yasaya, “T.C.’nin iç ve dış güvenliği aleyhine faaliyet” gibi belirsiz ve zorla dayatılmış bir ifade ile yapılan 1981 değişikliği ile de bağdaşmadığını belirtmek gerekiyor. Zira asıl uygulama, bu yasayı “açıklama” çabasında olan ve yasaya karşı hile diye niteleyebileceğimiz bir yönetmelik ve ardından da bu yönetmeliğe bağlı olarak çıkarılan bir Adalet bakanlığı genelgesine dayandırılarak yapılmaktadır. Bu uygulamalarla Türkiye Cumhuriyeti ne kadar acıdır ki, kendi kanunlar hiyerarşisi içinde birbirine hile yapan bir “Hukuk” kuralları dizisi oluşturmuştur. Tüm bu hukuk dışı kural ve uygulamalar dizisi Türk Devleti’nin de taraf olduğu uluslar arası hukuk sistemi ile de çelişmektedir.

Nitekim yurttaşlıktan çıkarma uygulamaları 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Bildirisi’nin 15. maddesindeki temel yurttaşlık hakkına, 13. maddesindeki her insanın anayurduna dönebilme temel hakkına ve uygulamada aileleri parçalayarak gene aynı bildirinin 16. maddesinin 3. fıkrasındaki aile hakkına karşıdır. Hiçbir siyasal rejim, yurttaşlarının temel haklarını bu türlü yöntemlerle ortadan kaldırma hakkına sahip olamaz, olmamalıdır.

“Bedel” konusu ve işçi gençlerimizin durumu

İkinci olarak, yurtdışında bulunan işçi gençlerimizin hiçbir insani kaygı duyulmaksızın, başlarına getirilen felakete dikkati çekmek isteriz. Yurtdışında göçmen işçi olarak çalışmak zorunda bırakılmış; eğitim, kültür, kişilik ve kimlik sorunları üzerinde ciddi olarak düşünülmemiş olan bu genç insanlar bedel denilen ve üstelik ödenmesi olanaksız bir meblağı ödeyip de kısa süre askerlik yapamadıkları için ömür boyu vatansız yaşamaya mahkum edilmektedirler. Belli bir yaşı çeşitli zorunluluklarla yurtdışında geçiren insanlar askerlik yükümlülükleri gerekçe gösterilerek yurttaşlık haklarını yitirmemelidirler. Çağdaş Uygur ülkelerde uygulamalar bu yöndedir. Yurttaşlarının güçlerini de aşan, çoluk çocuklarını sefil etmeyi de amaçlayarak mali varlıklarına elkoyan, göz diken; bunu onların yurttaşlık hakkı gibi en temel haklarına karşı bir tehdit olarak kullanan başkaca bir uygulama günümüzde yoktur.

Şoven ve geri mantık

Bunlardan başka, farklı etnik ve dinsel topluluklardan )Kürt, Hıristiyan vb.) bazı yurttaşlarımız da sırf bu etnik ve dinsel nitelikleri dolayısıyla siyasi nedenler de söz konusu olmadan, yurtdışında bulundukları fırsat bilinerek çeşitli yöntemlerle yurttaşlıktan kolayca uzaklaştırılmaktadırlar. Bu uygulamaların altında yatan şoven ve geri mantığı insanlık ailesi önünde haklı göstermeye hiçbir olanak yoktur.

Olumlu adımlar ve eylem gerekliliği

Tüm bu haksızlıkların ve kanunsuzlukların giderilmesi yönünde son zamanlarda aydınlar, hukukçular ve siyaset adamlarınca atılan adımları olumlu buluyoruz. Ancak bu girişimlerin sözden eyleme dönüşmesi, ülkemizde meclis ve yargı yolları, ülke dışında da uluslar arası mahkemeler yoluyla hak arama girişimleri uygulama alanına gelmelidir.

Başkaca gözlem ve istemlerimiz

Bizler, buraya kadar açıkladığımız bu güncel konunun ülkemizin siyasal tartışma gündeminde canlı kalmasını, hukuksal yollarla da haksızlıklara karşı koyma girişimlerinin başlamasını Türkiye’nin demokratikleşme ve uygarlaşma mücadelesinin bir parçası olarak görüyor ve aşağıdaki görüşlerimizi kamuoyuna iletmeyi gerekli buluyoruz:

1. Düşünme ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik davalar ortadan kalkmalı, bu konularda yasaklayıcı ya da kısıtlayıcı tüm yasa ve uygulamalara son verilmeli, sendikal özgürlükler üzerindeki yasak ve sınırlamalar kaldırılmalı, hapishanelerde bulunan on binlerce demokrat ve yurtsever özgürlüklerine kavuşmalıdır.

2. Türkiye Cumhuriyeti’nin laik temellerini zedeleyen, irticayı körükleyen, ülkemizi uygarlaşma ve gelişme doğrultusundan saptıran davranış, eylem ve uygulamaların resmi çevrelerin girişim ve desteği ile özellikle 1980’li yıllarda gelişme alanı bulduğu, dal budak saldığı gözler önünde bir gerçektir. Bu anlamda hiçbir kuşku yok ki, dinsel gericilikle siyasal gericilik aynı noktada, aynı kaynakta ve amaçta birleşmiştir.

3. Yine1980’li yıllarda, gerek irticaya verilen ödünler, gerekse kamuoyunda çok iyi bilinen başka yöntem ve uygulamalarla, Türkiye’nin egemenlik hakları çeşitli yabancı güçlerin çıkarları doğrultusunda Türkiye yakın tarihinde görülmedik bir ölçüde ve vehamette yönlendirilmiştir.

4. Kürt halkının demokratik hak ve taleplerinin yadsınmasını, baskı altında tutulmasını kaygı ile izliyoruz. Baskı ve kıyımlara son verilmesini, bunun bir örneği olarak gördüğümüz göç zorlamasının durdurulmasını talep etmeyi insanca ve yurtseverce bir görev sayıyoruz.

Bizler; çeşitli neden ve zorunluluklarla Türkiye dışında yaşamak ve çalışmak durumunda bulunan yazarlar ve sanatçılar olarak:

Konuşan, düşünen, üreten, yaratan bir Türkiye istiyoruz.

Demokrat, onurlu, aydınlık bir Türkiye istiyoruz.

İleri ve uygar insanlık ailesinde hakkı olan yeri almış, barışçı, bağımsız, özgür bir Türkiye istiyoruz.

İnsanların hava gibi, su gibi en doğal hakları olan yurttaşlık haklarının gasp edilemeyeceği; düşünme, konuşma, örgütlenme ve benzeri demokratik hak ve özgürlüklerin ellerinden alınamayacağı; insanca, eşitçe, özgürce yaşanan bir Türkiye istiyoruz.

Yurdumuzun gerçek çıkarları olduğuna, gerçek bir yurtseverliğin gerekleri olduğuna inandığımız bu inançlar ve ilkeler doğrultusunda; her koşulda yurt içinde ya da dışında, her yerde ve her zaman yaşamayı, çalışmayı, üretmeyi sürdüreceğimizi ve uyarma görevini yerine getireceğimizi belirtiyoruz.

F. Almanya, Marl, 4.4.1987

Dursun Akçam, Tektaş Ağaoğlu, Nizamettin Arıç, Yusuf Ziya Bahadanlı, Mahmut Baksı, Ataol Behramoğlu, Nihat Behram, Erdem Buri, Sümeyra Çakır, İsmail Çoban, Melike Demirağ, Hüseyin Erdem, Engin Erkiner, Yücel Feyzioğlu, Tülay German, Deniz Kavukçuoğlu, Demir Özlü, Ömer Polat, Fuat Saka, Şanar Yurdatapan.

Yukarıdaki açıklamadan sonra geçen neredeyse 29 yılda şu değişiklikler yaşandı:

İlk olarak; TCK’nın 140. maddesi yürürlükten kaldırıldı, ama yerine başka suçlamalar geldi (terör propagandası yapmak gibi).

İkinci olarak; politik nedenlerle vatandaşlıktan çıkarılmış olanların bir bölümü 1990 yılları başlarında Demirel hükümeti döneminde geri alındı. Demirel, “vatandaşlıktan çıkarmanın kişiye verilebilecek en büyük ceza olduğunu” söylemişti. Ne ki, vatandaşlıktan çıkarılan herkes geri alınmadı. Bu satırların yazarı 1983 yılında Duisburg’da yapılan 12 Eylül’ü protesto mitinginde Türkçe metni, KOMKAR’dan Sertaç Bucak da Kürtçesini okumuştu. İkimiz de hemen ülkeye dönüp teslim olmaya çağrıldık (çağrıyı Hürriyet’te okumuştuk), aldırmayınca da vatandaşlıktan atıldık. Avrupa’da devlete karşı herhangi bir çalışma yapmamalarına rağmen bazı MHP’liler de vatandaşlıktan çıkarıldı. Herhalde cuntanın “sağ ve sola eşit mesafede durduğunu göstermek” için yapılmış bir uygulamadır.

Demirel döneminde devrimcilerin ve MHP’lilerin bulunduğu karışık bir listedeki isimlere vatandaşlık geri verildi. Herhangi bir talepte bulunmadan ben de vatandaşlığa geri alındım. Bazı arkadaşlar ise neden alınmadılar, bilmiyorum. Vatandaşlıktan çıkarılan ve geri alınmayanların sayısını bilmiyorum, ama birkaç kişiden ibaret değiller.

Üçüncüsü; Almanya’da bedelli askerliğe karşı FEBAG (F. Almanya Bedelli Askerlik Girişimi) adıyla başarılı bir kampanya örgütlendi. Kampanyayı yürütenlerin tamamı TC pasaportlu gençlerdi ve sonunda bedel biraz indirildi, ama kaldırılmadı.

Son olarak; politik nedenlerle vatandaşlıktan çıkarmalar sona erdi ama bunun yerini çok sayıda Uluslararası Arama Emri (Kırmızı Bülten) aldı. Türkiye hükümetleri aradan yıllar geçmiş olsa ve ülkede aranan kişi bir Avrupa ülkesinde iltica etmiş bile olsa, Interpol bülteniyle söz konusu kişinin geri verilmesi için uğraşıyor. İlticası kabul edilmiş kişiye yaşadığı ülkede genellikle bir şey olmuyor, ama başka bir ülkeye gittiğinde kontrole takılırsa tutuklanabiliyor, Türkiye’den dosya isteniyor, bu arada politik sürgünlerin bir bölümü ve avukatlar harekete geçiyor ve birkaç ay sonra tutuklanan kişi iltica etmiş olduğu ülkeye iade ediliyor. Tutuklanan kişilerin küçük bir bölümü ise, tepki gösterilmesine rağmen, Türkiye’ye iade edilebiliyor.

Açıklamada yer alan diğer konularda ne kadar değişiklik olduğu konusunda okur rahatlıkla değerlendirme yapabilir.

12 Eylül sonrasında kaç kişi vatandaşlıktan çıkarıldı ve bunların ne kadarı geri alındı, bilinmiyor. Bunun için 1981 sonrasındaki –özellikle 1991 yılına kadar- Resmi Gazete’nin taranması gerekiyor. Vatandaşlıktan çıkarılanlar ve alınanlar Resmi Gazete’de yayımlanır, ek olarak dönemin vatandaşlıkla ilgili hükümet kararnamelerinin de incelenmesi gerekebilir.

12 Eylül 1980 sonrasında Avrupa ülkelerindeki ve genel olarak ülke dışındaki politik mülteciler ve genel olarak sol muhaliflerle hükümetler arasında sürekli bir mücadele süregeldi. Hükümetler değişti, yasalar değişti, eskiden ülkeye gidemeyenlerin bir bölümü serbestçe gidebilir oldular ama bu mücadele hep süregeldi.

Bildirge’de belirtilen anayurda dönebilme temel hakkı da halen az sayıda olmayan kişi için gerçekleşmemiş durumdadır. 12 Eylül rejiminin keyfi yargılamaları ve uygulamalarının sonuçları Avrupa ülkelerindeki ve genel olarak yurtdışındaki birçok insanin hayatını etkilemeyi sürdürmektedir.