Şuanda 260 konuk çevrimiçi
BugünBugün313
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14281
Bu ayBu ay14281
ToplamToplam10482705
Normal olan hangisi? 7 Haziran mı, 1 Kasım mı? PDF Yazdır e-Posta


Normal olan 1 Kasım’da alınan sonuçtur, yani HDP’nin barajı fazla üzerine çıkamadan geçmesidir.

7 Haziran HDP’lilerin bile beklemediği bir sonuçtu. Özel koşullar altında gerçekleşen bir seçimdi.

HDP’nin barajı geçmesi genel olarak isteniyordu. Sadece CHP’lilerin bir bölümü değil, az sayıda MHP’li bile HDP’ye oy verdi.

HDP barajı geçemezse AKP’nin başkanlık sistemine geçiş için gerekli milletvekili sayısına ulaşacağı ve CHP ile MHP’nin de buna karşı bir şey yapamayacağı düşünülüyordu.

HDP’nin barajı geçmesi AKP dışında herkesin çıkarınaydı.

Belki bazı AKP’liler bile gizlice HDP’yi desteklemiş olabilir, mümkündür.

7 Haziran’da alınan sonuç bu özel koşulların ürünüydü.

Ne ki, bizde sadece yenilgi üzerine düşünmek vardır, kazandık mı ve hele de beklediğimizden daha fazlasını kazandık mı, hiç düşünmeyiz.

Bu kazanç hangi özel şartların ürünüdür, ilgilenmeyiz.

Bu özellik çok eskidir.

Görece yeni sayılabilecek bir örneği 1960’lı yıllardan vereyim.

1959’daki Küba devrimiyle sarhoş olan bir bölüm genç insan silahlarıyla Kosta Rica’da dağa çıkar ve kısa sürede hepsi öldürülür.

Küba devrimi de görünüş olarak bir grup silahlı insanın Sierra Maestra’ya çıkmasıyla başlamıştı ya…

Küba’da hangi özel koşullar vardı, düşünülmez ve bu hata da pahalıya ödenirdi.

7 Haziran’ın hemen ardından Kandil’den “emanet oy yoktur” açıklaması yapıldı.

Kim yaptı, isim olarak hatırlamıyorum ama isim önemli değil… Bu tür açıklamalara kolektif ürün olarak bakmak gerekir.

Yanlış olmanın ötesinde gerçekliğe hiç uymayan bir açıklamaydı.

Dahası, Kürtlere fazla güvendiler ve Kürt oylarının bütünüyle sabitlendiğini sandılar.

Hiç de öyle olmadığını başta Van ve Diyarbakır’da gördük.

En büyük Kürt kenti İstanbul’da ne kadar Kürt oyunun HDP’den kaçtığını bilmiyoruz, ama böyle bir olgu olduğu da görülüyor.

Devlet terörüyle en fazla muhatap olan bölgelerde HDP’nin oyları gerilemedi, Kuzey Kürdistan’ın başka bölgelerinde geriledi.

Devlet açık olarak varlığını gösterdiğinde bazı Kürtlerin saf değiştirmesi normaldir.

Kayganlık sadece Türklerde ya da başka halklarda bulunmuyor, Kürtlerde de bulunuyor.

Şırnak ve Hakkari’deki Kürt ile İstanbul ve İzmir’deki birbirinden farklıdır.

Kürt olmak aynı politik tercihlere sahip olmak anlamına gelmiyor.

Dahası politik tercih sabit de kalmıyor, duruma göre değişebiliyor, kayabiliyor.

1 Kasım’da ortaya çıkan, normal olan tablodur.

HDP’nin gerçek gücü yaklaşık olarak budur.

Terörist olarak nitelenen bir devlet ve hükümete, “seçimde terör uygulayarak oy aldılar” suçlaması yöneltmek anlamsızdır.

Evet, böyle olmuştur ama terörist denilen bir özneden başka ne yapmasını bekliyordunuz?

Sonuç olarak ortada bir facia bulunmuyor. Özel koşulların ürünü olan bir sonucu yeterince anlamamak ve gerçeğe dönüş bulunuyor.

AKP, 7 Haziran’ı herkesten iyi anladı denilebilir.

Savaşı başlatarak ve açıkça saldırarak Kürtlerin bir bölümünü HDP’den kopartacağını düşündü ve böyle de oldu.

Şehit cenazeleriyle MHP’nin tabanını sarsabileceğini düşündü ve böyle de oldu.

HDP’ye eskisi kadar ödünç oy gitmeyeceğini düşündü ve böyle de oldu.

AKP’nin bundan sonra yapacağı ilk işlerden bir tanesi Kuzey Kürdistan’da HDP kitlesini biraz daha azaltmaya çalışmak olacaktır.

Azaltılabiliyormuş, bu görüldü, buna devam edilecektir.

Çözüm sürecinin yeniden gündeme gelmesi söz konusudur ama bu sefer tam olarak AKP’nin çizdiği çerçeveyle sınırlandırılacaktır. Güçler dengesi değişince başka türlü olması da beklenemezdi.

Orduda kendilerine karşı olabilecek olanları büyük oranda temizlediler, polis zaten tümüyle denetimlerinde, Osmanlı Ocakları ile sivil vurucu güçlerini de kurdular ve politikalarına geniş kitle desteğini de sağladılar.

Ülke tarihinde ilk kez sivil darbe oldu, belirlemesi hiç yanlış değildir.

Daha önce askeri darbeler olur ve bunlar da fazla kitle tabanı bulamazdı.

İtiraz olarak, 12 Eylül Anayasası’nın yüzde 90’a yakın çoğunlukla onaylanması gösterilebilir ama bu destek kısa sürdü.

1983 yılında yapılan genel seçimde, Anayasa oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş olan Evren açık olarak Turgut Sunalp ve partisini destekledi, ANAP’a oy verilmemesini istedi. Sonuç tam tersi oldu, halk cunta başını dinlemedi ve Turgut Özal’ın partisi iktidara geldi.

Askeri darbe şartlar kollanarak kısa sürede yapılır, sivil darbe için ise uzun bir hazırlık gerekir.

Kaç yıldır bunu hazırladılar. Aşamaları biliyorsunuz ve yukarıda da kısaca söz ettim, tekrarlamayacağım.

Şimdi böyle bir şey olabilir mi?

HDP, Kürt halkı içinde genişlemenin sınırlarına yaklaştığını görmek durumundadır.

Güçlenmek istiyorsa enerjisini yoğunlaştırması gereken asıl yer Türk halkıdır.

Burada ise sadece barış söylemiyle fazla gidilemez.

HDP ekonomik konulara eğilmek zorundadır.

Bu eğilme de filanca grevi desteklemekle sınırlı kalamaz.

Ekonomik talepleri nelerdir, bunun işleyişi nasıl olacaktır? Bunlar açıklanmalıdır.

Bunların klasik diyebileceğimiz sosyalist talepler olması gerekmez, zaten bu taleplerle kimseyi etkilemek de mümkün olmamaktadır.

Rojava’da yapılan ekonomiyle ilgili toplantının sonuç bildirgesini incelerseniz, fazla somut bir şey bulamazsınız. Bol miktarda demokratik moderniteden söz ediliyor ama somut ekonomik program olarak kooperatifleşmenin ilerisinde bir şey bulmak zordur.

Yeni bir görüş savunduğunu iddia edenlerin dünyadaki çok sayıda farklı uygulamayı yakından izlemesi beklenirdi. Üreticilerin örgütlenmesi, kolektif üretim ve pazarlama gibi konularda yaşanılan çok sayıda deney bulunuyor. Bunların önemli bir bölümünü incelemek fırsatını buldum. Demokratik modernite temelinde şekillendiği söylenen üretim örgütlenmesini kimse dikkate almıyor.

İletişim araçlarının son derece geliştiği bu dönemde herkesin birbirinden haberi bulunuyor. Yepyeni sayılan bir modeli kimse dikkate almıyorsa, bu modelin fazlasıyla genel olduğunu düşünmekte yarar vardır.

 

Durum kısaca budur…