Şuanda 230 konuk çevrimiçi
BugünBugün279
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14247
Bu ayBu ay14247
ToplamToplam10482671
Aklın Arkeolojisi PDF Yazdır e-Posta


 

 

Doğada, tarihte, toplumbilimlerinde ve felsefede birçok konu başından itibaren tarihsel gelişimi içinde incelenmiştir.

Evrenin nasıl oluştuğu ve geçirdiği evrim incelenmiştir.

İnsanın evrimi konusunda da biyolojik gelişmeyle sınırlı kalındığında bilinmeyen neredeyse kalmamıştır.

Antik Yunan, eski Mısır, Pers İmparatorluğu ve benzeri birçok konuda ortaya çıkış, gelişme ve tarihten kaybolma süreci incelenmiştir.

Modern dönemde marksist sosyalizm için de benzeri bir tarihsel incelemeden söz edilebilir. 1848’de Komünist Manifesto ile başlayan “bilimsel sosyalizm”, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşadığı büyük yükselişin ardından gerilemeye girer ve 1989-91’de tarihte etkin olma konumunu kaybeder.

Felsefede Alman idealizminin ortaya çıkması, yükseliş ve gerileme dönemlerinin ardından son yıllarda farklı yönlerinin keşfedilmesiyle yeniden güncelleşmesi de benzer bir tarihsel bağlamda ele alınabilir.

İnsan aklı nasıl gelişmiştir, sorusunun ise tarihsel bir cevabı bulunmuyor. Aklın arkeolojisi bu soruya cevap bulmayı hedefliyor.

Öncelikle yaygın bir alışkanlığın aşılması gerekiyor. Tarihsel filmlerde ve romanlarda sık olarak rastlandığı gibi, yıllar öncesinin kişileri tıpkı bugünkü gibi düşünürler ve davranırlar. Değişen sadece dekordur, insan aklı aynı kalmıştır. Benzer bir durumu bilimkurgu içerikli yapıtlarda da görmek mümkündür. Dekor değişir ama insan bugünün insanıdır. Geçmişin ve geleceğin insanı bugünün insanından hareketle yorumlandığında aklın tarihsel evriminin incelenmesine gerek kalmaz.

Aklın arkeolojisinin bu kadar gecikmesinin nedeni iki zorlukla ilgilidir.

Birincisi: insanın evrimi yıllarca biyolojik temelde düşünülmüş, bu evrim ileri bir aşamaya ulaştıktan sonra dilin, iletişimin ve gelişen bir aklın ortaya çıktığı varsayılmıştır. Bu anlayış ancak geçtiğimiz yüzyılın sonlarında değişmeye başlamıştır.

İkincisi: insanın biyolojik evrimini dünyanın değişik yerlerinde bulunan fosillerden hareketle izlemek mümkündür. Aklın evrimi nasıl izlenecektir, insan aklı geçmişten bugüne kalan nelerde somutlaştırılarak incelenebilecektir?

Her iki durumda da Darwin’in evrim anlayışındaki değişim belirleyicidir.

İnsan ya da genel olarak canlı varlık çevresinden etkilenir. Hayatta kalabilmek için ona uyar ve bu uyum için gerekli organları gelişerek evrimleşir. Bunu yapamazsa yok olur.

Bu anlayış tek yanlıdır. Her canlı çevresi tarafından değiştirilirken aynı zamanda çevresini de değiştirir. Başka bir deyişle sadece çevre canlıyı etkilemez, tersi de olur. Canlı yapabildiği oranda çevresini etkileyip değiştirerek hayatta kalması için daha uygun şartları oluşturur. Canlıların evrimi, birlikte evrimdir; sadece canlı değişmez, çevresini de değiştirir. Bu değiştirme evrimin ileri aşamalarında ortaya çıkmaz, evrimin her aşamasında geçerlidir.

Evrim konusunda yeterince dikkate alınmamış önemli bir başka faktör ise, canlıların, özellikle insanın ve insanın önceli primat’ın tek değil grup halinde yaşamasıdır. Grup olarak yaşamak, canlının sayısının artmasından ibaret değildir. Grup yaşantısı, canlılar arasında tek yaşadıkları durumda bulunmayacak ilişkilerin kurulması anlamına gelir. Sosyal etkileşim canlıların evriminin önemli bir bileşenidir. Grup olarak yaşamak hem çevresinin olumsuz etkilerine karşı daha iyi savunma geliştirilmesini sağlar ve hem de işbirliği yoluyla çevrenin daha kolay değiştirilmesini…

İNSANIN ÖZGÜNLÜĞÜ VE ÖZGÜN OLMAYIŞI

İnsanın özgünlüğü hakkında fazlasıyla yayın bulunuyor denilebilir. İnsan biyolojik olarak maymunlara çok benzemesine karşın, onlardan çok farklıdır. Bu farklılığın nasıl oluştuğu aklın arkeolojisinin temel konusudur denilebilir.

İnsanın özgünlüğünün en önemli bileşenlerinden birisi olarak, insanın ahlaka sahip olması gösterilirdi. Ahlakın insanla insan dışındaki canlıları ayırmakta önemli kıstaslardan birisi olduğu düşünülürdü. Burada ahlak öğretisi olarak da düşünülebilecek dinlerin önemine vurgu yapılırdı.

Gelişmiş maymunlarla ilgili yapılan araştırmalar bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor. Frans de Waal Almanca’ya çevrilerek yayımlanan son kitabında maymunların toplu yaşamıyla ilgili yaptığı araştırmaların sonuçlarını aktarıyor. En önemli sonuç, ahlakın dinlerden önce ortaya çıkmış olmasıdır ya da ahlak insana özgü değildir.

Topluluk olarak yaşamanın avantajlarının yanı sıra sorunları da vardır. Topluluk üyeleri arasında değişik konularda anlaşmazlıklar ve hatta kavga çıkabilir. Bunların önlenemese bile azaltılması için bir arada yaşamanın kuralları oluşturulur. Anlaşmazlıkları çözebilmek için belirli kişiler –evrimin önceki aşamalarında genellikle yaşlılar- ve mekanizmalar ortaya çıkar. Bu kuralların bir bölümü kuşaktan kuşağa aktarılarak içselleştirilir. Sosyalizasyon sadece insanlar arasında değil belirli oranda hayvanlar arasında da vardır.

Bir arada yaşamayı sürdürebilmek için uyulması zorunlu kurallar ve bu kuralları ihlal edenlere yönelik yaptırımlar insana özgü değildir. Grup halinde yaşamak belirli kuralların varlığını zorunlu kılar. Erkek maymunların birbirlerinin dişisine asılmaması önemli kurallardan bir tanesidir. Aksi durumda olay çıkmakta ve sorunun çözümü için grubun en yaşlısı görevlendirilmektedir. Burada zamana ve gruba göre değişen bir ahlak anlayışı söz konusudur.

Waal yaptığı araştırmalar sonucunda ulaştığı sonuçların bir süre yok sayılmasını da anlatmış. İnsanlığın ilk ahlak öğretileri dinlerle ortaya çıkmıştır anlayışı uzun yıllardan beri yerleşmiş durumda ve bunu savunanlar karşı görüşü öğrenmektense yok saymayı tercih ediyorlar. O kadar ki, Waal görüşlerini yok sayanları yıllardır araştırma yaptığı laboratuara çağırıyor ve ilgili sonuçlara nasıl ulaştığını orada ayrıntılı olarak göstererek açıklayacağını belirtiyor ama karşıtları gelmeyi de kabul etmiyorlar.

Sosyal bilimlerde de çok karşılaşılan bir davranış tarzı… Yeni gelişmeyi öğrenmeyi reddediyorsunuz çünkü aksi durumda kafanızda mutlak doğru olduğunu sandığınız bir dünya çöküyor. Bu durumda ya temelsiz itirazlar yönelteceksiniz ya da daha kestirmeden öğrenmeyi kabul etmeyeceksiniz. Eski teoriye göre daha doğru olanı söylemek yetmiyor, doğrunun yolunu açabilmesi gerekiyor.

Toplu olarak yaşamanın herkes tarafından uyulması gereken kuralları insana özgü değil, daha önce de var. Bu durumda insanın maymuna oranla büyük gelişmişliğinde ikisi arasındaki geçiş döneminin araştırılması önem kazanıyor. Biyolojik olarak fazla farkı olmayan insanın kültürel olarak büyük farkı bulunuyor ise, bu gelişme nasıl ortaya çıkmıştır?

İlk insanın gelişmesinde iki önemli buluş belirleyici olarak görülüyor: ateşin denetim altına alınması ve taştan alet yapılması…

İnsanın ateşi istediği gibi kullanabilmesi ona büyük bir savunma gücü kazandırıyor. Hayvan ne kadar vahşi ve büyük olursa olsun ateşten çekinir. Ek olarak, denetlenebilen ateş etin pişirilebilmesini ve böylece çiğnemeye ayrılan zamanın önemli oranda azalmasını da sağlıyor.

Taştan alet yapılmaya başlanması ise savunmanın yanı sıra günlük hayatın her alanında kullanılmaya başlıyor. İnsan hayatının sonraki evrelerini iki faktörün bileşkesi belirliyor denilebilir: üretilen maddi varlıklar ve aklın sosyal paylaşımı (başka bir deyişle sosyal akıl). Gelişmenin ancak deneme-yanılmayla ilerleyebildiğini eklemek gerekir.

İnsan birikimdir. Önceki kuşak sonrakine aktarır ve sosyalizasyonla varolan değerlerin içselleştirilmesi de bu anlama gelir. Sonraki kuşak bunları değiştirebilir ve o da var olanı bir sonrakine aktarır.

AKLIN ARKEOLOJİSİ

İnsanlığın uzak geçmişine bakmak arkeolojiye bakmak demektir. Yazının bulunmasından sonrası için ilgili dönemi değerlendirmek daha kolaydır. Dönemin insanları yaptıklarını, çabalarını ve karşıtlıklarını yazılı olarak ifade etmişlerdir. Bu yazıların yorumlanması önemlidir ama yazılı kaynağa sahip olmak uzak geçmişin değerlendirilmesinde büyük bir gelişmedir.

Yazılı kaynaklardan önceki zaman için ise insanların ürettiklerine bakmak gerekir. Hangi aletleri yapmışlar, ne tür yerlerde barınmışlar gibi… İnsan aklı ürettiği maddi varlıklardan ayrı olarak düşünülemez. Aklın arkeolojisinin temel tezi de budur. İnsan aklının verili bir dönemdeki durumunu onun ürettiği maddi varlıklardan ve sosyal akıldan hareket ederek kavramak… Sosyal aklı maddileştirebilmek kolay olmamakla birlikte üretilen maddi varlıklar bu konuda fikir verebilir çünkü basit aletlerin üretimi bile ancak çok kişinin yaşadığı deneylerin birleştirilmesi ve ortak çabayla mümkündür.

Aklın arkeolojisinin klasik yapıtı sayılan Malafouris’in kitabı, Clark-Chalmers’in “genişlemiş akıl” olarak çevrilebilecek tezine dayanıyor. Buna göre, akıl beyinle sınırlı değildir, sadece beynin değil bedenin dışında da vardır.

Klasik bakış açısıyla burada yenlik yoktur çünkü hatırlama, hesaplama, problem çözme gibi akıl fonksiyonlarının beynin dışında yardımcılara (hesap makinesi gibi) ihtiyaç duyduğu akıl felsefesince (philosophy of mind) eskiden beri dikkate alınır. Keza aklın bazı işlevlerinde dış dünyanın oynadığı nedensel rol de bilinmektedir. Bireyin dışındaki belirli bir olayın hatırlamaya yardımcı olması gibi…

Clark-Chalmers ise akıl sürecinin beyin, beden, maddi ve sosyal çevrenin bileşkesiyle oluştuğunu ya da beynin dışında olanın nedensellik ya da yardımcı materyal değil, oluşum olduğunu savunmaktadır. Örnek olarak hafızası zayıf A’nın not defteri verilir. A randevusunu hatırlayabilmek için not defterine muhtaçtır. Randevuyu hafızasında da tutabilir ve gerektiğinde hatırlayabilirdi, bunu yapamadığı için not defteri kullanmaktadır. Bu durumda tümüyle beyne dayalı hatırlamakla, not defterine başvurarak hatırlamak arasında aklın oluşması bakımından ayrım bulunmuyor. Birisi beyin sınırları içinde, diğeri bedenin dışında gerçekleşmesine karşın durum böyledir.

Sosyal akılda ise işin en azından felsefi açıdan karıştığını belirtmek gerekir. A telefon numarasını not defterinden değil de eşinden de öğrenebilirdi. Bu durumda birden fazla beynin ortak aklı ortaya çıkıyor. Burada sayı ikiden fazla da olabilir. Belirli bir sorunun çözümüyle uğrayan gruplarda çözüm hiçbir bireysel beynin sonucu değildir, yüz yüze ilişki ve sürekli tartışma sonucunda kolektif olarak ortaya çıkar. Burada kolektif bilinç, kolektif akıl söz konusudur.

Sosyolojide yıllardan beri yerleşmiş bir kavram olan kolektif bilinç, akıl felsefesi için kolay kabul edilebilecek bir kavram değildir. Genişlemiş akılda süreç bedenin dışında da olsa sonuçta akıl tek beynin içindedir. Kolektif akılda ise hem bireysel beyinler vardır ve hem de ayrı bir beyinle temsil edilmeyen kolektif akıl bulunmaktadır ve oluşması sürekli tartışma konusudur.

Bu konuda şöyle bir çözüm bulunabilir: kolektif akıl yere ve zamana bağlıdır, sürekli değildir. Benzer bir durum kolektif kimlik için de geçerlidir. Kolektif kimlik ancak yüz yüze veya değil ama sürekli iletişim içinde oluşabilir. Karşılıklı deney değişimi, tartışma, ortak etkilenme olmadan geçici olarak bile olsa kolektif kimlik oluşamaz.

Bu konuda son örnek sosyal medyadan verilebilir. Cansız bedeni Ege sahiline vurmuş Aylan Kurdi’nin fotoğrafı (insan tarafından üretilmiş maddi bir olgu) Facebook ve YuoTube aracılığıyla (bunlar da insanın maddi üretimleri arasınadır) dünyaya yayıldı ve daha önce görüşmemiş düzeyde mültecilerle dayanışma kampanyasının ortaya çıkmasına neden oldu. Böyle bir kampanyanın oluşmasında değişik olaylardan beslenen birikimin varlığı söz konusu edilebilir ama sonuçta fotoğraf bu birikimin önceden görülmeyen düzeyde bir kampanyaya dönüşmesine neden oldu.

Burada “global mind” (küresel akıl) düzeyine yükselen kolektif kimlik belirli bir zaman ve olayla sınırlıdır. Bu zaman ve olayın dışında değişik ülkelerde yaşayan ve birbirini hiç görmemiş olan insanlar farklı bireysel ve maddi ve sosyal çevrelerine özgü kolektif bilinçlere sahiptirler. Birey her zaman grup içinde yaşamıştır ve tek kolektif bilince de sahip değildir. Futbol takımında yer almak, bir grupta tiyatro faaliyetinde bulunmak, aile ve arkadaş grubu da farklı kolektif bilinçleri gerektirir.

Aklın arkeolojisi farklı disiplinlerin birlikteliğini gerektiriyor. Aynı durum genişlemiş akıl için de geçerlidir. Ciddi bir sosyoloji bilgisine sahip olunmadan akıl felsefesinde ilerlemek mümkün değildir ve felsefenin bu bölümünün klasik yorumlarından bir türlü vazgeçemeyenlerin asıl sorunu da buradan kaynaklanıyor. 20. yüzyılın başında Emile Durkheim’ın Fransa’da intihar istatistiklerinden çıkardığı kolektif ruh hali (kolektif kimlik) bazı felsefeciler tarafından aradan yüz yıl geçmesine karşın bir türlü kabullenilemiyor.

Sonuçta aklın arkeolojisi konusunda gelişmiş maymun türü primatlarla ilgili çok sayıda deneye dayalı araştırma yapılmış olmasına karşın, insan aklının tarihsel gelişmesi konusunda halen önemli boşluklar bulunuyor. Ek olarak, sonraki dönemlerle ilgili olarak da sosyal aklın önemli işlevi değişik araştırmalarla ortaya çıkarılıyor. Shakespeare döneminde haftada altı oyun sergileyen tiyatro grupların bu işi nasıl becerdikleri ancak grup içi işbölümü ve karşılıklı dayanışmayla açıklanabiliyor. Normal olarak bir insanın haftada altı oyundaki rolünü ezberlemesi mümkün değildir ama grup çalışması içinde olabilir.

Bunun gibi çok sayıda tarihsel örnek araştırılmayı bekliyor.

İnsan aklının gelişme tarihi sadece yazı öncesi dönem için değil sonrası için de henüz pek az araştırma yapılmış bir konudur.

KAYNAKLAR

Andy Clark – David J. Chalmers: The Extended Mind in Richard Merany (Ed.): The Extended Mind, Cambridge, 2010.

Colin Renfrew and Ezra B. W. ZubroW (Eds.): The ancient mind – Elements of cognitive archaelogy, Cambridge, 1994.

Evelyn B. Tribble: Cognition in the Globe, Macmillan, 2010.

Lambros Malafouris: How Things Shape the Mind?, Cambdirge, 2013.

R. Dunbar, C. Gamble, J. Gowlett: Social Brain, Distributed Mind, Oxford, 2010.

Sven Walter: Kognition, 2014, Reclam.

Thomas Metzinger (Ed.): Grundkurs Philosophie des Geistes, 3 cilt, Mentis, 2010.