Şuanda 318 konuk çevrimiçi
BugünBugün367
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14335
Bu ayBu ay14335
ToplamToplam10482759
İnsan sefaletine son örnek PDF Yazdır e-Posta


Burada sefaletten kastedilen ekonomik yoksulluk değildir; karaktersizliktir, yanar dönerliktir, davranışta istikrar tutturamamak, gün neyi gerektiriyorsa onun gibi olmaktır.

Avrupa Birliği (AB) ile ilgili son gelişmelerle birlikte insan sefaletinin yeni örneğini görüyoruz.

AB ile üyelik görüşmeleri yeniden başlayacakmış, önümüzdeki yıl vizenin kalkma ihtimali varmış gerekçesiyle başbakan, basın mensupları ve halkın önemli bir bölümü öyle bir seviniyor ki, sormayın.

Çok değil iki yıl kadar önce zamanın başbakanı RTE tarafından “AB’ye ihtiyacımız yok” derildiğini, “orada ekonomik kriz var ama bizde bulunmuyor” saptamasının yapıldığını ve hatta Avrupa ülkelerindeki Türklerin dönmeye çağrıldığını unuttuk gitti!

Bizdeki gerçeklerin büyük bölümü kısa sürelidir ve palavra yanları da güçlüdür. Amaç günü ya da kısa bir dönemi kurtarmaktır.

İnsan sefaletinde medya organları başı çekiyor denilebilir.

Bu kişiler –o da hepsi değil- üniversitede gazetecilik bölümünü bitirmişlerdir ve böylece de gazeteci olabileceklerini sanırlar. Oysa ki, bu bölümlerde öğrendikleri haberin nasıl yapılacağıyla ilgilidir. Politik analiz yapabilmeleri için politik bilim ve sosyoloji okumaları gerekir.

Önemli değil; yutturabildikten sonra bol miktarda yazıp konuşmaları sorun olmaz.

On yıl kadar öncesinden çarpıcı bir örnek vereceğim.

O yıllarda Almanya’daki vatandaş olmuş Türkiye kökenlilerin sayısı yarım milyon kadardı. Hürriyet ve o yıllarda Avrupa’da da yayınlanmakta olan Milliyet gazetelerinde hem de manşetten, SPD’nin Türklerin oylarıyla iktidar olacağı yazılırdı.

Bu gazeteciler sadece devletin Almanya’daki sesi değillerdi, aynı zamanda da basit matematik işlemlerini bile düşünemeyecek derecede cahildiler.

40 milyondan fazla seçmenin bulunduğu Almanya’da Türklerin hepsi oy kullansa ve hepsi de SPD’ye oy verse bile –olacak iş değil ama böyle olduğunu kabul edelim- Türkiye kökenli Almanların oyu yüzde 1 civarında oluyordu.

Asıl rezalet yarım milyon Türkiye kökenli Almanın tümünü seçmen kabul etmekte yaşanıyordu. Bu kişiler oy kullanmak için 18 yaşını bitirmek gerektiğini, çocukların ve bebeklerin oy kullanamayacağını, dolayısıyla rakamın yaklaşık ikiye bölünmesi gerektiğini bile düşünemiyorlardı.

Sonraki yıllarda benzer bir durum Kürtlerde de yaşandı.

Sol Parti’den aday gösterdiler, yeterli oyu alamayarak seçilemedi. Olabilir, seçim bu, kaybedebilirsin de…

Sonra bir analizde Sol Parti’nin Kürtlerin oylarıyla Federal Meclis’e girdiğini okuduk.

Vay be! dedik. Sol Parti yüzde 10 kadar oy aldığına göre, seçim barajı da yüzde beş olduğuna göre, yazara göre Kürtlerin yüzde 5 kadar oyu vardı!

Neyse ki daha sonra durumu anladılar sanırım ve tekrarlamadılar.

Son yıllarda “Türklerin oy gücü” gibi belirlemeler duyulmaz oldu.

Sondan bir önceki genel seçimde Alman vatandaşı olmuş Türkiye kökenlilerin seçime katılma oranı açıklandı: yüzde 19! Sonraki yıllarda biraz artmış olabilir ama Almanya’da genel seçime katılma oranı olan yaklaşık yüzde 60’ın çok altında olduğu açıktır.

AB ülkelerinin hükümetleri bizi iyi tanımışlar. Övgüye, kendini olduğundan yüksek görmeye aç bir toplum var karşılarında… Ve onun politikacıları, gazetecileri var. Bu nedenle eskiden yaptıkları gibi, “Türkiye büyük ülke, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı var, geçmişte sizi üye almamakla hata ettik” söylemine yeniden başvuracaklar. Bizimkiler de “vay be, biz neymişiz” diye uçacaklar ve bir yıl bile geçmeden de “verdikleri sözleri tutmadılar” diye AB’yi kötülemeye başlayacaklar…

Bu filmi izlemiştik, yeniden izleyeceğiz!

Türkiye, Avrupa ülkelerinde bulunan çok sayıda mültecinin bir bölümünü geri almayı kabul ettikten sonra vize işlemlerinde bir oranda kolaylaştırma sağlanacaktır. Belki vize de kalkacaktır ama o kadar istisna kural olacaktır ki, kalkmamış gibi olacaktır.

Biraz da bununla idare edilir artık…