Şuanda 296 konuk çevrimiçi
BugünBugün346
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14314
Bu ayBu ay14314
ToplamToplam10482738
Kürt ama hangisi? PDF Yazdır e-Posta


Yıllardan beri PKK’nin Kürtlerin temsilcisi olduğu gibi bir imaj yerleşti. İmajı yaratanlar da buna inandılar ama bu imaj doğru değildi. Kürtler olarak belirlenebilecek kolektif bir politik özne bulunmuyor. Birbirinden oldukça farklı Kürtler bulunuyor. Buradaki ayrım sanıldığı gibi sınıfsal değildir.

Barzani mi yoksa PKK mi?

PKK’li Kürtler mi yoksa AKP’li Kürtler mi?

Bunlar politik tutum olarak birbirinden oldukça farklıdır.

Tekrarlamak gerekirse, Kürtler adı altında genel bir politik özne mevcut değildir.

Bu yanlışı her olayda yeniden gözlemlemek mümkündür.

“Kürtler Gezi’ye yığınsal katılmadı” denilir.

Sanılır ki, ülkenin en büyük Kürt kenti İstanbul’daki Kürtler genellikle PKK taraftarıdır.

Buradan hareketle de PKK suçlanır.

Gerçekte ise İstanbul’daki Kürtlerin çoğunluğu AKP’yi seçiyor.

Bunlar Gezi’ye katılmadı diye PKK’yi suçlamak abes ama Kürtlerin tümü aynı görülünce bu yanlış kaçınılmaz oluyor.

Aynı yanlışı günümüzde de görüyoruz.

Bazı Kürt yerleşim birimlerine yönelik büyük saldırı var. Deniliyor ki: Kürtler direniyor, Türklerin neden sesi çıkmıyor?

Birincisi, Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin tamamı direnmiyor. AKP bu alanda çoğunluk değil ama önemli bir kitle desteği bulunuyor.

İkincisi, TC sınırları içindeki Kürt nüfusun yarıdan biraz fazlası Kuzey Kürdistan dışında yaşıyor ve bunların sayısı da gittikçe artıyor. Kürtler 25 yıl önce olduğu gibi belirli bir bölgedeki halk değil, ülkenin her tarafındalar.

İstanbul, Mersin, İzmir ve daha sayılabilecek kentlerde önemli bir Kürt nüfusu bulunuyor. Buralarda sadece Türkler yaşamıyor. Bu kentlerdeki Kürtler de büyük oranda sessizler.

Türk milliyetçileri gibi Kürt milliyetçilerinin de Kürtleri tek politik özne olarak görmesi normaldir, ama doğru değildir. İşin kötüsü, milliyetçi olmayanlar bile Kürtlerle ilgili olarak aynı yanlışı yapabiliyor.

Bazı Kürt yerleşim birimlerine yönelik saldırılarda, sokağa çıkma yasaklarında gözden kaçırılan önemli bir nokta bulunuyor.

Deniliyor ki, “birlikte yaşama ve kardeşlik söylemi büyük darbe aldı”.

Hepsi bu kadar mı?

Kürtlerin arasındaki ayrım da derinleşti. Bir bölüm Kürt, öteki bölüm Kürde ne olduğunu umursamıyor.

Buradan hareketle AKP’nin Kürtleri katletmek gibi bir planının bulunmadığı belirtilebilir. Katliam yüzlerce, binlerce insanı kısa sürede öldürülmesi demektir. Böyle bir eylem Kürtler arasındaki ayrımı derinleştirmez, tersine azaltabilir. Bu nedenle de AKP tarafından tercih edilmez.

Bazı Kürt yerleşim birimlerinden insanlar göç ediyor. Sayı bilinmiyor ama 200 bin kadar olduğu söyleniyor. Bunların ne kadarı geri döner, ne kadarı ülkenin güneyi ve batısındaki yerleşim birimlerine gider, bilinmiyor.

AKP Kürtlerin göçünden yanadır. O bölgeden ayrılın, ülkenin güneyine ya da batısına gelin. Orada sizi asimile ederiz!

Haksız da değiller. Tümünü olmasa bile o bölgelere gelen Kürtlerin önemli bölümünü asimile ettiler ya da sessizleştirdiler.

Ülkedeki Kürtlerin yarısı için kardeşlik diye bir sorun bulunmuyor çünkü zaten yıllardır Türklerle birlikte yaşıyorlar. Geri dönün çağrılarına rağmen de ayrılmaya niyetleri bulunmuyor.

Bu asimilasyon AKP’den önce gerçekleştirilemezdi ya da daha zordu. Devlet, Kürt halkının doğuştan gelen özelliklerini bile kabul etmiyordu: Kürt yoktur, Kürtçe de yoktur! deniliyordu.

AKP döneminde Kürt halkının doğuştan gelen özellikleri kabul edildi. Kürt vardır, Kürtçe de vardır; Kürtçe müzik de yapılır, konuşulur da…

Dikkat ederseniz Kürtçe eğitim konusunda Kürtlerin bir bölümünün ısrarı yeterli destek bulmadı. Çok sayıda Kürt ailede öğrenilen ve günlük hayatta da kullanılan Kürtçeyi yeterli buluyor.

Kemalizm daha iyi bir rakipti çünkü esneklik namına bir özelliği yoktu. Bir halkın doğuştan gelen özelliklerini bile kabul etmezsen, onunla bağ kuramazsın.

AKP ise böyle yapmıyor.

Ne çare ki, bunu hala anlamamış olanlar bulunuyor.

Kandil’dekilerin de bu konuda ciddi eksikleri bulunduğu görüşündeyim.

7 Haziran’daki seçim sonucunun ardından verdikleri demeçlere bakıldığında bunu görmek mümkündür. Sanıyorlardı ki, Kürtlerin oyu HDP’ye bir kere geldi mi, bir daha gitmez.

Gidebildiğini gördük. 2 Kasım seçiminde HDP oylarındaki düşmenin küçük bir bölümü emanet oyların geri çekilmesinden, büyük bölümü ise daha önce HDP’ye oy veren Kürtlerin bir bölümünün bu sefer AKP’ye oy vermesi nedeniyledir.

Yapılan çok sayıda seçim analizinde bu durum belirtildi.

AKP’nin Kürtler üzerindeki etkisini küçümseyenler hayal kırıklığına uğradılar.

PKK’nin karşısındaki asıl sorun, Kuzey Kürdistan dışında yaşayan ve sayıları da durmadan artan Kürtlerle nasıl bağ kurulabileceği sorusudur.

Bu insanların ayrıldıkları yerlerle bağları bulunuyor ama oradakilerden farklı sorunlar içinde bulunuyorlar.

Oradaki için baskı olan bir uygulama, buradaki için olmayabiliyor.

İki halkın birlikte yaşayarak birbirine alışması ve asimilasyon da zaten bu demektir.

Aralarında ciddi sorunlar da var ama bu Kürtler artık bu kentlerin insanları durumundadır. Mersin’de olduğu gibi bu Kürt kitlesinin ikinci kuşağı büyümüş durumda…

Daha genel bir konuya geçersek…

Abdullah Öcalan’ın politik dehası denildiğinde bunu, boşluklara oynamayı bilmek olarak adlandırmak mümkündür. Bölgedeki güçler arasındaki çelişkilerden yararlanmak ve boşluklara oynayarak gelişmek… Bu bağlamda PKK’nin tipik davranış çizgisi islamcı örgütlerinkine benzer: rakiple işbirliği yap, birlikte yüksel, yeterli güce ulaştığına inanınca karşı çıkarsın…

Taliban’ın ABD karşısında gelişme çizgisi böyledir. Filistin’deki Hamas’ın İsrail karşısındaki gelişme çizgisi de böyledir. Bir süre önce PKK de AKP’ye Misakı Milli sınırlarının birlikte genişletilmesi teklifinde bulunmuştu. “Bizimle işbirliği yapın, Ortadoğu’nun en büyük gücü olursunuz” denilmişti ama bu teklif tereciye tere satmak oluyordu.

Bu gelişme yolunun sonuna gelindi denilemese bile bu yolla eski gelişme imkanları artık yoktur.

Boşluklar her zaman olur. Hiçbir devlet, ABD bile, bir adım attığında bunun bütün önemli sonuçlarını hesap edemeyebilir. Güçlü devlet, beklenmedik gelişmeler karşısında gücünü başka alana kaydırabilen, bunun için gerekli güce sahip olan devlet demektir.

Türkiye eskiden bu güce sahip değildi ama hem askeri hem de ekonomik olarak 15-20 yıl öncesine göre oldukça güçlenmiş durumdadır.

Silah sanayisi kurmuştur ve silah ihraç etmektedir. Son olarak yerden havaya kısa menzilli roket üretebilecek duruma gelmiştir. 40 km. menzili olan topları önce içerdeki savaşta deniyor.

Bu yöntemi ABD, Rusya Federasyonu ve silah üreten ülkelerin tümü kullanır: silah önce savaşta denenir, sonra piyasaya sürülür. Savaşta başarıyla denenen silahın müşterisi de fazla olur.

Savaşta yeterince deneyemiyor iseniz, kötü sürprizle karşılaşabilirsiniz. Alman ordusundaki piyade tüfeğinin Afganistan’daki savaşta tutukluk yaptığının anlaşılması gibi…

Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumunun yanlış değerlendirilmemesi hayati önem taşıyor. Türkiye bu alanda –bazılarının sandığı gibi- başarısız değildir.

Son örnekte bunu yeniden görüyoruz: Türkiye, protestolar sonucunda Musul civarındaki askerinin bir bölümünü geri çekti. Bunu başarısızlık olarak değerlendirmek yanlıştır. Diyelim ki üç adım attınız, tepkiler sonucu ikisini geri aldınız. İstediğiniz gibi yapamadınız ama bir adım atmış bulunuyorsunuz ve bazıları bunu göremiyor.

Türkiye, Güney Kürdistan’a askeri olarak yerleşmiş durumdadır. Oradaki asker ve malzeme sayısı uygun bir zamanda daha da artırılabilir. Bunu görmeden sadece istediği oranda yerleşemedi diye başarısızlıktan söz etmek doğru değildir.

Suriye konusunda da benzeri söylenebilir: Esad gitmeli denildi, ama gitmedi, kaldı. Burada durursanız tablonun bütününü göremezsiniz. Esad kaldı ama Suriye gitti. Suriye adlı bütünsel bir ülke sadece harita üzerinde mevcuttur. Türkiye’nin de bu alanda ciddi ittifakları bulunuyor. İslam Devleti, El Nusra ve benzerleri… Eskiden bunların hiç birisi yoktu.

Başarı ve başarısızlık analiz edilirken bütüne bakılmalıdır. Neler yapılamamıştır ama neler de yapılmıştır, birlikte değerlendirmek gerekir.

Türkiye bugün Suriye’de 6 yıl önceki konumundan, savaş öncesindeki konumundan  daha güçlüdür. İstediğini yapamamıştır ama eskiden hiç sahip olmadıklarına da sahip olmuştur. Türkiye, Suriye’de söz sahibi bir güçtür. Altı yıl önce böyle değildi!

Yazı daha uzayabilir. Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle birlikte kurulan askeri ittifak önemlidir. Bu ittifak gerçekte bölgeye yeniden giren Rusya’ya ve İran’a karşı kuruldu.

 

Bu ve bölgeyle ilgili benzeri konuları başka bir yazıya bırakıp şu kadarını belirtmekle yetineyim: politik analiz, gerçekçi olmak zorundadır. Gerçeği yanlış görüyorsanız, onu değiştirme şansınız da bitmiş demektir.