Şuanda 277 konuk çevrimiçi
BugünBugün328
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14296
Bu ayBu ay14296
ToplamToplam10482720
Politikayı unutmak... PDF Yazdır e-Posta


İnsan iyi bildiklerini hatta anadilini bile unutabilir.

Almanya’dan ABD’ye 20 yaşından sonra giden bir bölüm insanla söyleşi yapılmış ve orada on yılı geride bırakmış olanların bir bölümünün Almanca konuşurken zorlandıkları ya da yanlış konuştukları görülmüş. Spiegel dergisinin bu haftaki sayısındaki habere göre, söyleşi yapılanlar genellikle Almanca ve İngilizceyi karışık konuşuyorlarmış. Almanya’da iken dili iyi bilenlerde bile bu durum görülebiliyormuş.

Anadilin unutulması kişiye göre değişebiliyor. Yetişkinlerden bazıları unutmazken bazıları hızla unutabiliyor.

Bu durum beynin esnekliği ya da plastikliğiyle açıklanıyor. Beynin öğrenme kapasitesi geniştir ama bu arada unutur da… Yeni öğrenilenleri eskilerin üzerine yazar, eskiden bilinenleri geriye itebilir.

Bunun politikayla ilişkisi nedir, diye sorarsanız, Kuzey Kürdistan’ın bazı il ve ilçelerindeki demokratik özerklik politikasını savunanlara bakarak, bu arkadaşların bir dönem iyi bildikleri politikayı unuttuklarını düşünüyorum.

Getirdikleri gerekçeleri savunabilmek için bir zamanlar iyi bildikleri politikayı önemli oranda unutmuş olmaları gerekiyor.

İnsan kafasını yıllarca Kürt hareketine endeksleyince, genel doğruları unutabiliyor.

Maddelersek:

Deniliyor ki; demokratik özerklik haktır. Kürt halkı da bu hakkını savunuyor.

Bu belirlemede iki tane yanlış bulunuyor.

Birincisi: kısa süre önce yazdığım yazıda Kürtler adında genel bir politik öznenin bulunmadığını, hangi Kürtler, diye sorulması gerektiğini belirtmiştim.

Barzani mi, PKK mi?

PKK’li Kürtler mi yoksa AKP’li Kürtler mi?

Bu ayrımları atlayarak Kürtler adıyla genel bir politik özneden söz etmek mümkün değildir.

TC sınırları içinde yaşayan Kürtlerin yaklaşık yarısı Kuzey Kürdistan dışında bulunuyor. Ülkenin en büyük Kürt kenti İstanbul’dur. İzmir, Mersin ve başka kentlerde de çok sayıda Kürt yaşıyor. Bu kentlerde Kürtler eskimiş durumda, ikinci kuşaktan söz ediliyor. Bugüne kadarki göstergelere bakıldığında geri dönmek gibi bir yönelimleri bulunmadığı söylenebilir.

HDP’nin aldığı oya ve PKK’nin eylemlerini destekleme durumlarına bakılacak olursa, bu Kürtlerin büyük oranda PKK yandaşı olmadıkları söylenebilir. Son seçimde HDP’ye oy veren Kürtlerin yüzde 2 kadarı da yeniden AKP’ye oy verdi.

Ek olarak, Kuzey Kürdistan’da AKP en büyük parti değil ama önemli bir güçtür. Başka bir deyişle büyük bir azınlıktır.

Buradan hareketle PKK’nin demokratik özerklik politikasını savunan Kürtlerin kitlenin yaklaşık yüzde 30-35’i olduğu söylenebilir.

Demokratik özerklik politikasını savunan TC sınırları içindeki Kürtlerin üçte biridir.

Yüzde kaçı savunursa savunsun, demokratik özerkliğin hak olduğu doğrudur.

Bir hakka sahip olmakla o hakkı elde etmek için ikili iktidar kurmaya yönelmek birbirinden farklı şeylerdir.

İkinci maddede bunu açayım.

Rojava’da Kürtler özerklik ilan ettiler. Özerklik, Suriye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin hakkıdır. Bu hak yeni ortaya çıkmadı. Suriye’de savaş başlamadan önce de vardı ancak o zaman özerklik ilan etmeye kalkmadılar. Kalksalardı 1982’de Hama’nın Esad diktatörlüğü tarafından yerle bir edilerek 40 bin kişinin öldürülmesi örneğinde olduğu gibi, büyük katliam yaşarlardı.

Bunun yerine merkezi yönetimin zayıflamasını, boşluk doğmasını beklediler ve bunun ardından özerklik ilan ettiler.

Hak sahibi olmakla bu hakkı açık olarak elde etmeye yönelmek birbirinden farklıdır.

Zalim bir yönetime karşı ayaklanmak haktır ama buradan hareket edilerek “haydi ayaklanalım” denilemez.

Sur, Lice vd. yerleşim birimlerindeki demokratik özerklik kavgasını Rojava ile bağlantılı olarak savunanların görüşleri bu bakımdan yersizdir.

Bir zamanlar bildikleri politikayı unuttukları görülmektedir.

Haklı olmak, o hak için uygun zamanı beklemeyi dışlamaz.

Yine “Bu bir savaştır” başlıklı yazıda belirttiğim gibi; bir yerleşim biriminde kendi iktidarını kurmanın ve bu iktidarın rejim iktidarıyla yan yana yaşamasının öteki adı “ikili iktidar”dır. Bunun adı ayaklanmadır ve hiçbir devletin böyle bir eylem karşısında sessiz kalması beklenemez.

Sorun Kürtlerle ilgili değildir, aynısı İzmir’de yapılsaydı devlet ve iktidar yine saldırırdı.

Yerleşim birimlerinin bir bölümünde iktidarlarını ilan edenlerin bunu bilmiyor olması düşünülemez. Anlaşılan odur ki, halkın geri kalanının kendilerini izleyeceğini düşündüler.

Olabilir… Harekete geçmek için mutlaka çoğunluğun desteğine sahip olmak gerekmez. Küçük bir azınlıkla bile harekete geçilebilir, ama artan sayıda insan sizi izlemezse işiniz hayli zor demektir. Şimdi görülen de budur.

Üçüncü olarak, deniliyor ki, savaşı devlet başlattı.

Doğrudur. Ateşkesi bozan da savaşı başlatan da devlettir.

Devlet savaşı 7 Haziran’dan önce başlatmıştı ama PKK uygun taktikler kullanarak bu savaşı kabul etmemişti. Savunmada kalmıştı. 1 Kasım sonrasında ise durum değişti ve AKP’nin savaşı karşı tarafı da içine çekerek sürmeye başladı.

Savaştan kimin kazançlı çıkacağını görebilmek için fazla akıllı olmak gerekmiyor.

Barış süreci, ateşkes PKK’ye, HDP’ye ve genel olarak demokrasi güçlerine yaradı ve AKP de bu nedenle ateşkesi bozup savaşı başlattı.

Başlangıçta savunma pozisyonunda kalan PKK giderek bu konumdan çıktı.

Başka bir deyişle AKP sürekli saldırarak PKK’yi istediği konuma çekti.

Ulaşılan sonuca bakar mısınız?

7 Haziran seçimlerinde HDP ve bu bağlamda PKK ve demokrasi güçleri ülkenin yakın tarihinde görülmedik genişlikte destek kazanmışlardı. HDP açık olarak meşruiyeti ve prestiji yüksek bir partiydi ve bu durum alınan oydan daha önemliydi.

Bu durum değerlendirilemedi. Sanıldı ki, HDP’nin Kürtler arasında artan oyları kalıcıdır, gelen bir daha gitmeyecektir.

Gittiği görüldü ve ardından 1 Kasım seçim yenilgisi geldi.

AKP yüzde 50 oy alarak zafer kazandı ve rakibin zaferinin ardından da ona karşı ayaklanma başlatıldı…

Ayaklanma benzeri bir girişim senin güçlü, rakibin zayıf olduğu zaman yapılır.

Pratikte gerçekleşen ise tersidir.

HDP’nin Türkiyelileşme projesi ağır darbe yedi.

Buradan hareketle HDP’nin Türkiyelileşmesi durum icabı savunuluyormuş, gerçekte istenilmiyormuş sonucuna varılabilir.

Bugün seçim yapılsa HDP’nin 1 Kasım’daki kadar bile oy alabileceğinden emin değilim.

Dördüncüsü; deniliyor ki, özerkliği kabul etmezlerse, ayrılmayı düşünürüz.

Gerçekten de düşünün ve hatta yapın. Ayrılmak, ayrı devlet kurmak hakkınızdır.

Yakın zamana kadar aksini savunuyordunuz. Şimdi ayrılmayı savunduğunuzda en başta güvenilmez bir politik aktör olduğunuzu da ilan etmiş olacaksınız.

Yıllar önce Abdullah Öcalan bunu veciz bir şekilde ifade etmişti: “Stratejinin kendisi de bir taktiktir.”

Aynı devlet içinde birlikte yaşamak ya da ayrı devlet kurmak stratejik bir tercihtir. Bu tür tercihler taktik gibi değildir, duruma göre değişmez. Bu, teorideki kuraldır. Stratejiyi taktik olarak görenler ise her duruma göre stratejilerini değiştirebilirler. Bunu yaptıklarında inandırıcılıklarını kaybederler.

“TC demokratik özerkliği kabul etmiyor” demek, herhangi bir açıklama değildir.

Siz daha önce, “demokratik özerklik içinde birlikte yaşamak istiyoruz” derken, TC’nin ve AKP’nin bunu kabul edebileceğini düşünerek mi savunuyordunuz?

Politik mücadelede stratejik bir talep karşı tarafın bunun ne kadarını kabul edebileceği hesaplanarak savunulmaz. Başka bir deyişle, bu talep üzerinde ısrar edilmesi gerekir. Israr etmenin yöntemleri değişebilir, ama ısrar edilmesi gerekir.

Duruma göre stratejik talep değiştirilmez.

Beşincisi; Kürt ve Türk halklarının kardeşliği meselesi…

Durum değişmiştir, bunu görmek gerekir. Kürt halkının yaklaşık yüzde 70’i Türklerle –arada çıkan bazı sorunlara rağmen- birlikte yaşamaktadır. Buna ne kadar kardeşlik denilir bilemiyorum ama birlikte yaşamak fiili olarak mevcuttur. Dolayısıyla bu kesimdeki insanların kardeşlik gibi bir savunuya ihtiyacı bulunmaması gerekir.

Bir süre sonra sizler bu kardeşliği yeniden savunmak zorunda kalacaksınız, çünkü bu coğrafyada gücü ne kadar az olursa olsun Türkiyeli sosyalist ve demokratların dışında ittifak yapabileceğiniz güç bulunmuyor.

Hoş bir durum olmayabilir ama gerçek böyledir.

Barzani ile birlikte Kürdistan kurulabileceğine herhalde inanmıyorsunuz.

Altıncısı; bir başka kesim ise hendeklerin kapatılması gerektiğini savunuyor.

Böyle bir uygulama mümkün değildir çünkü geri dönülebilecek nokta geçilmiştir. Bundan sonra zorunlu olarak devam edilecektir. Tarihte yaşanılan çok sayıda deneyde de aynısı görülmüştür. Geri dönülebilecek nokta geçildikten sonra dönmeye kalkmak daha da kötü sonuçlara yol açar. Ağır kayıp vermemeye dikkat edilmesi beklenir, fazlası söylenemez.

Sonuç olarak şu belirtilebilir:

Bazı Kürt yerleşim birimlerine yönelik vahşi devlet saldırısı protesto edilmelidir.

Ortadoğu coğrafyasında kendi halkını bombalayan devlet bize özgü değildir.

Saddam’ı ve Enfal katliamını hatırlayın.

Suriye’de Hama katliamını hatırlayın.

Esad’ın uçaklarının varil bombalarıyla Sünni sivillerin oturduğu yerleşim birimlerini bombalamasını hatırlayın.

Türkiye eskiden tipik bir Ortadoğu ülkesi değildi ama gittikçe buna yaklaşıyoruz.

AKP’nin politikasını protesto etmek, erken ikili iktidar girişiminin yanlış olduğunu belirtmeyi dışlamaz.

HDP’nin hepimizin çabasıyla kazandığı büyük prestije yazık ettiniz, demeyi de dışlamaz.

AKP’nin istediği alana girerek neleri kaybettiğinizi bir süre sonra daha iyi anlayacaksınız…