Şuanda 293 konuk çevrimiçi
BugünBugün342
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14310
Bu ayBu ay14311
ToplamToplam10482734
Politikayı hatırlamak... PDF Yazdır e-Posta


Devrimci duygulu insandır ama duygularını iyi düşünülmüş hedeflere ulaşmak için kullanır.

Ne kadar iyi plan yaparsanız yapın, önceden ne kadar iyi hazırlarmış olursanız olun, o planı hayata geçirmek için güçlü bir irade gerekir. Duygular burada gereklidir. Savunduğunuzun arkasında durabilmeniz, ilk zorlukta vazgeçmemeniz, ileri gidebilmeniz gerekir. Burada düşüncenin doğruluğuna inancın yanı sıra güçlü duygular da gereklidir.

Devrimci Polyanna değildir, olmaması gerekir.

Duygulardan hareket ederseniz, devrimciliğin gösterişini yapmaktan ileriye gidemezsiniz.

Hayalci de olmamak gerek çünkü görülen odur ki, çok sayıda insanın politikayı hatırlaması zaman alacak. Bir bölümü hiçbir zaman hatırlayamayacak…

Ne yapalım, varsın öyle olsun!

Şunu açık olarak belirtmek gerekir:

Eğer PKK’nin her yaptığını doğru bulacak iseniz, gidin orada politika yapın. Başka yerlerde dolaşmayın. Bu hem sizin için hem de başkaları için iyi olur.

Türkiye devrimci hareketinin ciddi sorunları bulunuyor. PKK’nin ya da Kürdistan’daki bir hareketin bu sorunları çözebilmesi mümkün değildir. Denenmedi değil, yapıldı. Geçmişte Türkiye’ye özgü bir yapı bile kuruldu (Devrimci Halk Partisi), ama fazla yaşayamadı.

Sorunların kesişme noktaları bulunmakla birlikte farklılar ve bunların birlikte ifade edilebileceği en iyi yapı olarak da HDP bulunuyor. Bu nedenle bu partinin güçlenmesi için çalıştık ama son gelişmelerin bu partiyi kötü duruma düşürdüğünü de görebilmek gerekir.

7 Haziran’da büyük başarı kazanıldı ama bu başarı kullanılamadı.

Sonuç 1 Kasım oldu ve şimdiki durum daha da kötüdür.

Deniliyor ki, AKP saldırdı.

Doğru, ama başka ne bekliyordunuz?

Cevap verilmesi de gerekliydi ama cevabın savunma düzeyinde kalınarak verilmesi gerekirdi. Böyle bir tutum, o zaman da görüldüğü gibi, prestij kazandırırdı.

Bazı kişilerin hala Gezi’ye katılanları harekete geçmeye çağırmasını hayretle izlememek mümkün değildir.

Gezi yok, bitti! Bazı gruplar Gezi’nin sadece anısını kullanabiliyor. Sadece kendince kullanıyor ve sonuç alamadıklarını da görüyoruz.

Gezi ve özerklik birbirinden çok farklı iki harekettir.

Gezi, düzenin çerçevesinde kalan bir hareketti. AKP iktidarı kendi yasalarını çiğneyerek bu harekete saldırmıştır. Gezi’nin özerklik hedefi yoktu. Gezi, her şeyden önce kültürel bir itirazdı. İslamlaşmaya, çevrenin tahribine, hayat tarzına karışılmasına karşı çıkıştı…

Gezi ile özerkliği bağdaştırmaya kalktığınızda, Gezi’den bir şey anlamadığınızı da göstermiş olursunuz.

Gezi’de de polisle çatışma olmuştu, bazı Kürt yerleşim birimlerinde de oluyor…

Buradan hareketle iki toplumsal olay arasında paralellik kurulamaz.

Rahmetli Fakir Baykurt, “köylünün aklı gözündedir, gördüğünden ötesini düşünemez” derdi.

Anlaşılan bu özellik köylü kafasıyla sınırlı değildir.

Polis yeterli olmayınca Gezi eylemlerine karşı jandarma da devreye sokulmuştu.

Gezi ile özerklik arasındaki benzerlik bu kadardır.

Özerklik konusunu hendek konusuna indirgememek gerekir. Maalesef çok sayıda insan sadece gördüğünü düşünebildiği için, böyle oluyor.

Özerklik; kendi yönetim organlarına sahip olmaktır.

Bu durum uzlaşma sonucu ulaşılan genel bir kararla değil de ülkenin belirli bir bölümünde uygulanmaya kalkıldığında şöyle bir durum ortaya çıkar:

Halkın kendi kendini yönetim organlarıyla devletin o güne kadar mevcut olan organları birlikte varolacaktır. Politika dilinde bunun adına ikili iktidar deniliyor. İki ayrı yönetim organı birbiriyle kaçınılmaz olarak çelişecek ve birisi diğerini ortadan kaldıracaktır. İkili iktidarlar ancak çok özel koşullarda uzun zaman yaşar, genellikle ömürleri kısadır. Ya bir taraf ya da diğeri ağır basar.

Buradan çıkan sonuç, özerklik ilanının ayaklanmayla birlikte ele alınması gerektiğidir.

Özerklik, bir bölgede kendi iktidarını kurmak demektir.  Eğer meseleyi öldürülen çocuklar, kadınlar, yaşlılar, yıkım ve zulmün ötesinde görebilirseniz, bunu görmek hiç zor değildir.

Aynı durum İzmir’de ortaya çıksaydı, benzeri bir saldırı orada da yaşanırdı.

Ülkeye şöyle bir bakın…

En büyük Kürt kenti yıllardan beri Diyarbakır değil, İstanbul…

İzmir, Mersin ve diğer bazı kentlerde de önemli bir Kürt nüfusu bulunuyor.

RTE gibi dersek: “Eyyy ülkenin batısına çağrı yapanlar! Neden sadece Türklerden ve Gezicilerden söz ediyorsunuz? Batı’da yaşayan milyonlarca Kürt var.”

En fazla Kürdün yaşadığı İstanbul’daki protestolar oldukça zayıf…

Türkleri bırakalım diyelim ama nerede bu Kürtler?

Protesto yok değil, var ve bunlara katılan Kürtler de mutlaka vardır, ama çok az.

İnsan bu kadar kör olabilir mi, ama oluyor. Gerçek durumu değil, olmasını istediğini görüyor.

Devrimcilik buysa, o devrimcilik sizin olsun!

“Nerede Geziciler” sorusunun kendisi bile, beklenen desteğin bulunamadığını gösterir.

PKK sürekli olarak Batı’daki (Kuzey Kürdistan dışı olarak anlayın) Kürtlere harekete geçmeleri için çağrı yapıyor ama bu çağrı şimdiye kadar karşılık bulmadı. Bu çok ciddi bir sorundur. Batı’daki AKP taraftarı Kürtler Türkiye devrimci hareketi için de ciddi bir sorundur. PKK yıllardan beri bu sorunun farkındadır. Bulabildikleri çözüm, geri dönüş çağrısı yapmaktır ama bunun sonuç verdiği söylenemez.

AKP’nin bazı Kürt yerleşim bölgelerinde estirdiği terörün amaçlarından bir tanesi de, Kürtler arasındaki ayrışmayı derinleştirmektir. AKP, bu nedenle, bırakın soykırımı, büyük katliam bile yapmayacaktır. Yapmayı isteyebilir ama çıkarlarına uymadığı için yapmaz. Böyle bir katliam ya da soykırım, Kürtler arasındaki ayrışmayı derinleştirmez, tersi sonuç verir.

Katliam görmek istiyorsanız Saddam’ın Enfal’ine bakın. Esad’ın 1982’de Hama’da 40 bin kişiyi öldürmesine, bir kenti yerle bir etmesine bakın. Kavramları canınızın istediği gibi kullanırsanız, ne olup bittiğini, karşınızdakinin niyetini ve hareket çizgisini de anlayamazsınız.

Medya, izliyorsunuzdur, bol miktarda gevezeyle dolu. Sosyal medyanın iyi yönlerinin yanı sıra bu kötü yönü de bulunuyor. İnsan konu hakkında bilgi sahibi olur ve görüşünü açıklar. Bu görüşe katılan olur, katılmayan olur. Burada asıl önemli olan, konuyu bilerek görüş ileri sürmektir.

Bazı belirlemeleri ciddiye almamak gerekir. Bunlardan bir tanesi de “Sri Lanka tipi çözüm”dür. Sri Lanka tipi çözüm, büyük bir katliamla sorunu çözmektir. Kuzey Kürdistan’da bunu yapamazsınız.  İlk olarak, yukarda açıkladığım nedenle, bunu yapmak AKP’nin işine gelmez. İkinci olarak da, Sri Lanka’da Tamil Kaplanları’nın sıkıştıklarında gidebilecekleri yer yoktu. Sri Lanka adadır. Üstelik örgüt yakındaki büyük ülke Hindistan ile de arasını bozmuştu ve güçlü görünmesine karşın konumu zayıflamıştı. İktidar da fırsatı kaçırmadı.

Tamil Kaplanları’nın yenilgisini analiz edenler, örgütün hata yaptığını ve kendisine fazla güvendiğini belirtirler.

Tamil Kaplanları askeri olarak güçlüydü ve hatta deniz kuvvetleri bile vardı. Güçlerini olduğundan fazla değerlendirdiler.

Sri Lanka’da yönetimin yaptığı büyük katliamı teşhir ve protesto etmekle yetinmek ve yapılan ağır hatayı görmemek devrimcilik midir?

Orada da kadınlar, çocuklar ve hatta bebekler öldürüldü. Orada da hükümetin saldırısı sadece gerillaya yönelik değildi, belirli bir bölgede yaşayan herkes hedef alındı.

Politika budur. Soğukkanlı değerlendirme ister. Yoksa çok kötü kaybedersiniz ve neden kaybettiğinizi de anlamazsınız.

Savaşta her şeyin en iyisini yapmaya çalışsanız bile kaybedebilirsiniz. Savaştır bu, olabilir. Tekrar başlayabilirsiniz… Yeter ki, gerçekçi olun ve kendinizi de kaybetmeyin.

Medyadaki bir başka gerçek dışı değerlendirme, özerklik mücadelesini PKK’nin gençlik yapısına indirgemektir. Bazıları PKK’nin bu gençleri öne sürdüğünden bile söz ediyor.

Evet, PKK’nin gençlik örgütü aktif olarak ayaklanmanın içindedir ama bu kadar değil.

Hiçbir askeri eğitim eylem tecrübesinin yerini tutamaz. Eylemlere baktığınızda askeri tecrübeyi açık olarak görebilirsiniz. Gençlik örgütlenmesi yaklaşık yüzde 30 oranında savaş tecrübesi olanlar tarafından beslenmiştir. Doğrusu da budur. Ciddi bir işe girdiğiniz zaman bunu askeri eğitimi olan ama eylem tecrübesi zayıf insanlara bırakamazsınız. Ordu ve polisin zorlanmasını sağlayan da bu kadrodur. Eylem tecrübesi zayıf olanlarla ciddi bir direniş örgütleyemezsiniz. Karşı taraf kısa sürede yerleşim biriminin bir ucundan girer öteki ucundan çıkar.

Kim ne kadar var, bilmek mümkün değil. Ama Kobane’deki kadronun bir bölümünün burada olduğu tahmin edilebilir. Burada yapılan gerilla savaşı değildir, alan savunmasıdır. Dağ kadrosu burada başarılı olamaz. İslam Devleti’nin Kobane’de YPG’yi başlangıçta ne kadar zorladığını hatırlayın…

Gerilla sıkıştı mı, alan değiştirir. Bir yeri savunduğunuzda bunu yapamazsınız.

AKP ve devlet de onca istihbarat kaynağına rağmen zorlanıyor. Anlaşılan onlar karşılarında askeri eğitimi eksik ve savaş tecrübesi bulunmayan bir kadro bulacaklarını sanıyorlardı. Takviyeyi hesaplamamışlardı. Karşılarında kent savaşını bilen bir kadro buldular ve bu tecrübe de ancak Kobane’de kazanılmış olabilir.

Operasyonlarının bu kadar uzayacağını, yazı yerleşim birimlerinde defalarca sokağa çıkma yasağı ilan etmek zorunda kalacaklarını düşünmemişlerdi. Zaman aleyhlerine çalışıyor.

Ne yapılmak istenildiği görmek isteyenler için açıktır:

Çözüm süreci yeniden başlayacak, ama AKP’nin istediği çerçevede başlayacak…

AKP’nin amacı PKK’ye askeri ve psikolojik darbe indirdikten sonra çözüm sürecine dönmek ve süreci kendi istediği çerçevede ilerletmektir.

Hiç kolay olmayacak ama amaçları budur.

HDP kötü darbe yedi. Sorumlusu parti kadrosu değildir, ellerinden gelenin fazlasını yaptılar ve de yapıyorlar.

Türkiye devrimci hareketi için de çok önemli olan bu parti yeniden nasıl güçlenebilir, bilemiyorum. Gerçekçi bir çözüm bulmak için biraz beklemek gerekecek…