Şuanda 306 konuk çevrimiçi
BugünBugün358
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14326
Bu ayBu ay14326
ToplamToplam10482750
Saçma bir tartışmaydı! PDF Yazdır e-Posta


Solun tarihinde yıllarca sürmüş bazı tartışmalar vardır ve bunlar, bugünden bakıldığında tümüyle saçma görünür. Saçmalık temel bir konuda, ülkedeki üretim tarzı ve sosyal yapı üzerinde olunca, konu iyice vahimleşiyordu.

Türkiye yarı-feodal yarı-sömürge bir ülke midir, yoksa dışarıya bağımlı kapitalist bir ülke midir?

1965-72 dönemindeki devrimci harekette büyük çoğunluk birinci görüşten yanadır. İkinci görüş sadece TİP tarafından savunulmaktadır. Bu dönemde birinci görüşten ikincisine geçenler de olmuştur.

Süreci daha yakından incelersek:

Yarı-sömürge yarı-feodal anlayışı Milli Demokratik Devrim teziyle birlikte gelişti denilebilir. Bu görüşün de kendi içinde değişik akımlar bulunmakla birlikte, ülkenin yapısı konusunda ortak görüş vardı.

MDD’ye göre önümüzdeki devrim milli devrimdi. Zaten yarı-sömürge yarı-feodal bir ülkede devrimin ilk aşaması da milli olmak zorundadır.

Zamanın devrimcilerinin önemli bir bölümü, daha sonra yaşanılan ayrışmalara rağmen 1970’li hatta 1980’li yıllarda bile aynı görüşte kaldılar.

Mahir Çayan da başlangıçta MDD’ciydi. Mihri Belli gibi asker-sivil-aydın zümrenin (bunun kısa ifadesi ordu demekti) devrimde önemli rol oynayacağını savunmuyordu ama bu görüşün çerçevesi içindeydi. MDD hareketinden kopuş, önemli kökleri olan bir kopuştur. Mahir Çayan ve daha sonra THKP-C’yi oluşturacak kadro, ülkenin dışa bağımlı kapitalist bir ülke olduğuna karar verecekti. Ülkede dışa bağımlı çarpık kapitalistleşme vardı ama sonuçta kapitalizm egemendi. Ülke yarı-feodal olmadığı için de toprak devriminin –yerel olmanın dışında- önemi bulunmuyordu.

Dönemin silahlı mücadele hareketleri ve bunların devamcıları arasındaki bu temel ayrım üzerinde yeterince durulduğu söylenemez.

THKO’nun teorik metni Türkiye Devriminin Yolu’nda yarı-sömürge yarı-feodal yapı ve buradan hareketle toprak devrimi açık olarak belirtilir.

İbrahim Kaypakkaya için de aynısı geçerlidir. Kürtler ve Kemalizm konularında o yıllara göre önemli belirlemeleri bulunmakla birlikte, ülkenin sosyo-ekonomik yapısının ve buradan hareketle de sınıf mevzilenmesinin yanlış belirlenmesi, doğru belirlemelerin değerini azaltmaktadır.

Ülkeyi yarı-sömürge yarı-feodal olarak belirlediğinizde kaçınılmaz olarak “milli burjuvazi” adlı bir sınıfı icat edersiniz. 1975 sonrasının TKP’sinde de aynı özellik görülecektir. Kimdir bu milli burjuvazi, belli değildir. O kadar ki, bir zamanlar bakkalların milli burjuvazi olduğunu savunan anlayış bile görülmüştür.

Ülkenin yapısı konusundaki tartışmaların temelsizliği şurada yatıyor:

Bir ülke dışa bağımlı kapitalist midir yoksa yarı-feodal mıdır; tartışılacak yanı yoktur. Bunu belirlemenin kıstasları vardır.

Burjuvazi aracı ticaret burjuvazisi midir (komprador burjuvazi de denir), yoksa montajcılık temelinde bile olsa üretim yapan burjuvazi midir?

Geçerli olan açık biçimde ikincisidir. Bu burjuvazi ABD ve Batı Avrupa ülkelerindeki burjuvazi gibi değildir ama ticarette aracılık yapmaktan öteye, üretim yapmaktadır.

Bu üretim de iç pazara sürülmektedir. İhracatı esas alan üretim 1980’li yılların ikinci yarısında esas olarak da 1990’larda başlayacaktır.

Ülkede pazar ekonomisinin egemen olması demek, çarpık da olsa kapitalizmin egemenliği demektir.

Tarımdaki durum daha da belirleyicidir.

Köylülük sınıfları ayrışmış mıdır? Bu ayrışma gelişmişse, bu durum tarımda kapitalizmin göstergesidir.

Bunun için de tartışma yapmak gerekmez. Her ülkede olduğu gibi bizde de devletin istatistik kurumlarının yayınladığı rakamlar vardır, bunlar incelenir. Pazar için üretim yapan tarım burjuvazisinin gücü açık olarak görülebilir.

Ülkede “patron ağa devleti” yoktur. Tarımda ağa yoktur.

Varolan –o da 1960’lı yıllarda- bazı bölgelere özgüdür. Sosyal ekonomik yapı ise ülke geneli için belirlenir, bazı bölgelerdeki özellikler genelleştirilemez.

Buradan çıkacak sonuç; devrimin toprak devrimi olmadığı, tarım burjuvazisinin de karşı devrimci bir sınıf olduğudur.

Ülkenin yarı-feodal olduğu görüşünde iseniz, tarım burjuvazisinin devrimin kararsız da olsa müttefikleri arasında olduğunu savunursunuz. En kötü ihtimalle bu sınıfın tarafsızlaştırılması gerekir.

Karşı devrimci bir sınıfı kararsız da olsa müttefik olarak görmek vahimdir.

Kesintisiz Devrim II-III’de tarım burjuvazisi devrim güçleri ve müttefikleri arasında sayılmaz.

Her ülkedeki durumu ayrı olarak incelemek yerine ezbere görüş savunmak yıllarca sürdü, halen de bittiği söylenemez.

Latin Amerika ülkelerinde 1960’lı yıllardaki gerilla hareketlerinin devrim programlarında toprak dağıtımı önemli yer tutar.

Bu ülkeler Türkiye’den daha önce kapitalist olmalarına karşın, neden bu belirlemeye ihtiyaç duyulmuştur?

Tarımda kapitalizmin egemen olduğu, ihracata yönelik üretim yapan ve latifundista adı verilen büyük çiftliklerin tarım üretimine hakim olduğu bir ülkede neden toprak dağıtımından söz edilmektedir?

Bir ülkede tarımda kapitalizm egemense, orada toprak dağıtımı yapılamaz; belirlemesi, ezbere bir belirlemedir.

Latin Amerika ülkelerinde küçük köylü çok geniş topraklara sahip olanlardan yüksek fiyatla toprak kiralamaktadır ve bu toprağın sahibi olmak istemektedir. Devrim programında bu nedenle az topraklı ve hatta topraksız köylüye toprak verilmesi önemli yer tutar.

Bizde ise, tersine bir durum söz konusudur. Büyük toprak sahipleri küçük toprakları kiralamaktadır. Küçük toprağın sahibi genellikle kente göç etmekte ve topraktan elde ettiği gelir de ek gelir olmaktadır. Bizde topraktan kaçış ağır basmaktadır. Dolayısıyla da köylünün toprak talebi, özellikle 1960’lı yılların sonlarında ve 1970’li yıllarda hiç yok değildir ama belirleyici olmaktan uzaktır.

2000’li yıllarda ülkenin yarı-feodal olduğunu savunan kalmadı.

Yıllarca süren bu çarpık anlayışın izlerinin ise ortadan kalktığı söylenemez.

Yukarda da belirttiğim gibi, bir ülkede yarı-feodalizm mi kapitalizm mi egemendir sorusu rakamlarla tartışılır. Filanca ustanın filanca ülke ve zamanda yazdıklarından alıntı yapılarak tartışılmaz.

Bizde üç mü büyük beş mi büyük bile tartışılır!

Dikkat edin; genel seçim yapılır, sonuçlar açıklanır, bütün partiler seçimden kazançlı çıktıklarını söylerler.

Böyle bir şey olamaz! Seçime diyelim beş parti katılıyorsa, bunların beşi birden seçimden kazançlı çıkmış olamaz. Birileri kazanmışsa, birilerinin kaybetmiş olması gerekir.

Bu yazıda nedenleri üzerinde durmayacağım kültürel bir özellik…

Bu özellik farklı olarak sola da yansımıştır.

Bu ülkenin kültür ortamı içinde yetiştiğimize göre yansımaması da mümkün değildir.