Şuanda 306 konuk çevrimiçi
BugünBugün358
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14326
Bu ayBu ay14326
ToplamToplam10482750
Şeriat istemek ve ateizm PDF Yazdır e-Posta


 

 

Mehmet Şevki Eygi, “terörü bitirmek için Güneydoğu’da şeriat ilan edilmesini” istemiş.

Bu rastgele bir istek değil… Sonuçta bütün ülkede şeriat istiyor ama öncelikle Güneydoğu dediği bölgede istiyor.

MŞE, kendi alanında bilgili birisi, Kuzey Kürdistan’da şeriatın toplumsal zemini olduğunu biliyor.

Bu alanda Muntazaf yüzlerce dernekle örgütlenmiş durumdadır.

Sanırım evvelki yıl Diyarbakır’da Muntazaf tarafından düzenlenen Hz. Muhammed’in doğum günü için yapılan mitinge bir milyon kişi katılmıştı. Bunların arasında çevre illerden gelenler de vardı ama yine de büyük bir kalabalıktı.

İstanbul’da bile aynı konuda daha kalabalık miting yapamazsınız.

Kürtlerin büyük çoğunluğu da Türklerdeki gibi Sünni olmakla birlikte, Sünniliğin daha katı bir mezhebindeler (Şafilik).

Kürtlerin bulunduğu alanda tarikatlar, ulusal bilincin uyanmaması için yıllarca devlet tarafından desteklendi.

Din ya da somut olarak Sünni İslam, Türklerin ve Kürtlerin hayatında önemli yer tutuyor. Konu gereği burada Alevilerden söz etmiyorum. Türkler arasında şeriat isteğinin daha az olmasının bir nedeni laiklik söyleminden etkilenmek idiyse, diğer nedeni de Alevilerdir. Aleviler kendilerine uymadığı için şeriat istemez. Buradan Aleviliği ilerici gördüğüm gibi bir sonuca varmayın.

PKK, yıllardan beri din konusuyla ilgilendi. Halkın hayatında önemli yer tutan dinle ilgilenilmesi doğruydu ama çözüm bulabildiği söylenemez.

Din ve devlet işlerinin ayrı olduğu ya da laiklik bizde yıllardan beri sakat olarak varoldu. Devlet işine gelen her konuda dini kullandı. Din, politikaya her dönem başta hükümetler ve devlet tarafından alet edildi.

Din, doğal olarak, PKK’ye karşı da kullanıldı ve halen de kullanılıyor.

Buna karşı iki önlem geliştirildi:

Birincisi: bütün inançların birlikte yaşaması, herkesin birbirinin inancına saygı göstermesidir. HDP’li belediyelerin Alevilik konusundaki olumlu yaklaşımı pek de eski olmamakla birlikte tutumları eskisine göre değişmiştir.

Bu tutum gayet iyidir.

İkinci ise; islamın farklı bir yorumunu geliştirmektir. Bunun için de islamın başına demokratik kelimesi eklenmiştir.

Bu konuda bazı adımlar atılmış olmakla birlikte başarılı olunduğu söylenemez.

Bir dönem “alternatif Cuma namazları” vardı. Bunlar islamı devlet tekelinden çıkarabilmek için önemli bir adımdı ama arkası gelmedi, kesildi.

Alternatif Cuma namazlarında ateistlerin bile dayanışma amacıyla saf tuttuklarını biliyorum. Önemliydi ama sonuç alınamadı.

Ek olarak, Gezi sırasında görülen anti kapitalist Müslümanlar da gelişemedi.

Sonuçta dindeki devlet tekeli konusunda pek gerileme olmadı.

Devletin Aleviler konusunda zorlanması ve Cem evlerine hukuki statü tanımaktan söz edilmesi gerçekleşir mi, bilinmez. Devlet kendi Alevisini yaratabilirse –ki bu konuda önemli adımlar atmış bulunuyorlar- pekala olabilir ve din yine de devletin tekelinden çıkmamış olur.

Bu konuda kafa yormak yerine, ateizmi geliştirmekle uğraşmamız gerekiyor.

Dinle ilgilenmemek devrimcilerin büyük hatasıdır. Din hiçbir zaman “Allah ile kul arasında” olmamıştır. Lafta böyle denir ama pratikte görülen çok farklıdır. Kaldı ki, Allah ile kul arasında kalan İslamiyet bu dinin temeline de aykırıdır.

Humeyni’nin “İslam ya politikadır ya da hiçbir şeydir” belirlemesi yeterince açıklayıcıdır. İslam her zaman politikanın içinde olmuştur, bu ülkenin en laik olduğu zaman bile…

Geçmişte bazı sosyalistler –Hikmet Kıvılcımlı gibi- islamiyeti kullanmaya çalıştılar. Kullanmanın dışında başka bir kelime bulamıyorum çünkü islamiyetin devrimci yorumu büyük bir zorlamadır. Bu amaçla kullanabileceğiniz birkaç söylem bulabilirsiniz ama bunun karşıtı en az on kat daha fazla söylem de rahatlıkla bulunabilir.

İslam, reform yapılmalıdır tartışmasıyla değişmez.

İslamda reform zorunludur ama nasıl yapılacağını bilmeden bunu tekrarlamak anlam taşımaz.

Hıristiyanlık mecbur kaldığı için değişti, bünyesinde ciddi bir reform gerçekleştirdi. Ortaçağ Hıristiyanlığı gericilikte islamı aratmazdı. Aydınlanma her şeyden önce dine karşı aydınlanmadır. Dine hücum ederek aydınlanmadır. Dinle anlaşarak ya da onu biraz geriletmekle yetinerek aydınlanma olmaz. Dinin her çeşidi ancak mecbur kaldığında kendisini değiştirir.

Dinin değişmesi şudur: kutsal metinler değişmez ama farklı yorumlanırlar.

Hangi yorumun ağır basacağı, dinin ne oranda zorlandığına bağlıdır.

Ateizmi sürekli konu yapıp geliştirmemiz gerek…

Bu durum inançlar günün birinde birbirlerine saygı göstererek yan yana yaşadıkları zaman için de geçerlidir. Sünniler arasında oruç tutmazsanız, Aleviler arasında Ali’ye inanmazsanız, kimse bir şey yapmasa bile ciddi bir mahalle baskısıyla karşı karşıya kalırsınız. Ateizm güçlü olursa, o da kendisini bir inanç olarak kabul ettirirse –Allaha ve dine inanmamak inancı- durum daha farklı olur.

Tersi durumda hangi mezhep olduğu önemli değil, dine ödün vererek iyi yerlere gitmezsiniz.

Üç örnek vereceğim:

1980’li yılların ikinci yarısında Almanya’da Milli Görüş sesini çıkarmaya başlamış ve hemen sol derneklere el atmıştı. “Biz de göçmeniz” diyorlardı ve bu doğruydu. Dikkatli olmak şartıyla birlikte iş yapılabilirdi. Zamanın FİDEF yönetim kurulundan kişilerin Milli Görüş ile birlikte yapılan toplantılara seccadeleriyle birlikte gittiklerini ve namaz kıldıklarını duyduk. Gerçekten inançlıysalar namaz kılabilirler ama burada söz konusu olan tereciye tere satmaktı. Hatırladığım kadarıyla tek ortak eylem yaptılar, onda da Milli Görüşçüler bunları kenara itmişlerdi. Daha sonra da işbirliği sürmedi.

İkinci örnek Kürt televizyonundandır. Adları sık değiştiği için isim vermeyeceğim ama benim de bir dönem sıkça programlarına katıldığım bir kanaldı. Ramazan ayında 1,5 saat süren programda suyu masanın altına gizlemek ve kamera göstermediği zaman içmek gerekiyordu. Sorun televizyonda çalışanlardan kaynaklanmıyordu, izleyici böyle istiyordu. Ramazan ayında dakikalarca konuşan insanların boğazları kuruduğunda su içmesini hoş karşılamıyordu. Bu televizyonu izleyen kitle neredeyse tümüyle PKK taraftarıydı.

Üçüncüsü; Paris’te Charlie Hebdo dergisine yapılan baskınla ilgili protestolara Kürtlerin büyük çoğunluğu katılmadı, bununla ilgili yayın yaptıkları da söylenemez. Halbuki aykırı yayın yapan bir dergiye İslamcıların yaptığı baskını, Özgür Gündem ve sonrasındaki Kürt basınına devletin yaptığı baskılarla ilişkilendirerek ses çıkarmak daha yerinde olurdu. İslamiyetin güçlü etkisi altındaki taban bunu hoş karşılamazdı, bu nedenle yapılmadı.

Ateizmi savunmak ve yaymak ağırlıkla Türk sosyalistlerine düşüyor. PKK bunu yapamaz, bunun da anlaşılabilir nedenleri vardır.

Kültürün önemli bir bileşeni olan dini es geçip ülkede önemli değişiklik yapamazsınız.

“Demokratik İslam”ın ne kadar sınırlı gelişebildiğini ve hatta tıkandığını görebiliyoruz.

Keşke gelişebilse ve islamda reformu zorlayabilse ama başına demokratik yazmakla değişim olmuyor. Kaldı ki, demokratik İslamcılar islamda reformu savunmuyorlar, islamı o tarzda yorumluyorlar. Bu yolla sonuç alınması mümkün görünmüyor.

Ateist, ateizmi savunmalıdır.

İnançlı insanla, Sünni ya da Alevi, işimiz yok. Biz onların inandığına inanmıyoruz ve bunu da açıkça belirtiyoruz.

Bunu daha güçlü belirtebilmek gerekir…

Son olarak, ateistler bugünkünden daha uygun bir ortamı zor bulurlar. Din adına yaşanılan kepazelikleri herkes görüyor ve ateizm için kullanılması gereken uygun bir ortam bulunuyor.