Şuanda 306 konuk çevrimiçi
BugünBugün358
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14326
Bu ayBu ay14326
ToplamToplam10482750
Bu örgütler nerede, bilen var mı? PDF Yazdır e-Posta


Almanya günlerden beri yılbaşı gecesi başta Köln garı olmak üzere Hamburg ve Stuttgart’ta Arap görünümlü kişilerin kitlesel olarak kadınlara yönelik tacizini konuşuyor. Kadınların taciz edilmesi ve hatta tecavüz yeni değil, yeni olan tacizin kitlesel boyut kazanmasıdır.

Konuyla ilgili olarak Köln Belediye Başkanı’nın, polis müdürünün açıklamaları yeterli olmadı, Kuzey Ren Vestfalya eyalet hükümetindeki bakanlar ve Federal Başbakan Merkel de konuyla ilgili açıklama yaptı.

Sanıkların kim oldukları halen tam olarak belli olmuş değil… Polis çok sayıda videoyu inceliyor ve şimdiye kadar 70 kişinin eşgali belirlenmiş durumda… Kadınların sadece taciz edilmeleri değil bir bölümünün değerli eşyalarının da alınması söz konusu…

Kim bunlar? Yeni gelmiş mülteciler mi yoksa yıllardan beri burada yaşayan göçmenler mi, henüz belli değil.

Her olay gerçekleştiği döneme göre farklı etki yaratır. Almanya geçen yıl 1,1 milyon gibi yüksek sayıda mülteci kabul etmemiş olsaydı, Paris’teki saldırılar islamcı Araplar tarafından yapılmamış olsaydı, konu hakkında bu kadar fazla konuşulmayabilirdi. Kadın örgütlerinden tanınmış feministlere kadar açıklamalar birbirini izlemezdi. Uyum konusu yeniden gündeme gelmeyebilir, suç işleyen mültecilerin hızla sınırdışı edilmesi için yasa çıkarılması talebi ifade edilmezdi.

Almanya’da yılların tanınmış feministi Alice Schwarzer, Köln’deki olayı uyum politikasının başarısızlığı olarak değerlendirirken; bir başka feminist, Anne Wizorek, farklı görüşte. Frankfurter Rundschau’nun bugünkü sayısında kendisiyle söyleşi yapılan Wizorek, suçluların gerekli cezaya çarptırılması gerektiğini ama seksizmin toplum genelinde bulunduğunu ve sadece göçmenler ve mültecilere özgü sayılamayacağını belirtiyor ve ekliyor: Münih’teki büyük bira festivalinde (Oktoberfest) tecavüz edilen kadın sayısı ortalama on kişidir ve bu sadece bilinen rakamdır.

Aile Bakanı tarafından verilen rakamları da aktaran Wizorek, ülkedeki kadınların yüzde 60’ının cinsel taciz yaşamış olduklarını belirtiyor.

Merkezi Köln olan bu olayın bazı sağ politikacılar ve basın tarafından abartılmasında şaşılacak yan bulunmuyor. Fırsat bu fırsat, halk içindeki desteklerini artırmaya çalışıyorlar AfD (Alternative für Deutschland – Almanya İçin Alternatif) adlı parti mültecilere açık olarak karşı ve oy oranı yüzde 10’u geçmiş durumda. Federal Meclis’te bulunmayan bu parti hızla yükseliyor. Almanya’da Fransa’daki gibi iki kademeli seçim sistemi bulunmadığı için, büyük bir partiyi seçim sistemiyle küçültebilmek de mümkün değildir.

Eyalet seçimlerinde ve genel seçimde konunun tekrar ve tekrar işleneceğine garanti gözüyle bakılabilir.

Başlıkta sorduğum örgütler ise, kendisine göçmen işçi örgütü adını takan yapılardır.

Mültecileri ve göçmenleri yakından ilgilendiren bir konuda sesleri duyulmuyor.

Toplumda önemli olan bir olay hakkında yorum yapmak, fikrini söyleyerek sesini duyurmak politika yapmanın vazgeçilmez bileşkesidir.

Fransa’da İslamcılar saldırı düzenledikleri zaman Müslümanları temsil eden kuruluşlar hemen açıklama yaparak saldırıyı kınarlar ve “gerçek İslam bu değil” derler. Doğru veya yanlış bulabilirsiniz, önemli olan kendilerini doğrudan ilgilendiren bir olayda tutumlarını ortaya koymalarıdır.

Almanya’da ise Türk ve Kürt kuruluşlarından duyabildiğim kadarıyla herhangi bir ses çıkmadı. Kadınlara yapılan kitlesel tacizi protesto edebilirler ve bunun hemen göçmenler ve mültecilere mal edilmesinin yanlış olduğunu belirtebilirlerdi.

İlgilenen bulunmuyor.

Kadınların ayrı olarak örgütlendiği Kürt örgütlerinden de ses çıkmıyor.

Kısa süre önce büyük bir kentte demokratik bir işçi örgütünün kongresi yapılıyor. Dinleyici olarak katılanlardan birisi, bir konuşmacının hayret verici sözlerini daha sonra aktardı: “Biz, demiş konuşmacı, yabancı bir ülkede çalışan göçmen işçileriz.”

Konuşan ikinci kuşak bile değil, üçüncü kuşak… Bu ülkede doğup büyümüş, sosyalize olmuş bir kişi… Hangi yabancı ülke, hangi göçmen işçi? Dedesinden ve babasından ne duymuşsa, onu tekrarlıyor.

Bu anlayıştaki insanların doğuştan beri içinde yaşadıkları toplumla ilgilenmemesi normaldir.

Bu durumda “Avrupa neden Kuzey Kürdistan’daki katliama ses çıkarmıyor?” sorusu da anlamını kaybediyor.

Yıllardan beri dayanışma bekleyenler ama kendileri hiçbir şey yapmayanlar, dayanışmanın tek yönlü yol olmadığını nihayet anlayabilecekler midir; sanmıyorum.

Birkaç yıl önce Fransa’daki yerel seçimde partilerden birisinden aday olan bir Kürt kadınıyla yapılan söyleşiyi okumuştum. Adını ve partisini hatırlamıyorum ama söyledikleri ilginçti: Aday kadın Kürtlerin durumunu ve yaşadıklarını Fransızlara anlatacağından söz ediyordu.

Yerel bir seçimde aday olan kişiden öncelikle yaşadığı bölgedeki yerel düzenlemelerle ilgili görüşler beklenir. Bölgedeki Fransızlar da öncelikle bununla ilgilenirler, Kürt halkının durumuyla değil… Kürtlerin durumundan doğal olarak söz edilebilir ama öncelik bu değildir.

Seçimi kazanabildi mi, daha sonra ne yaptı; bilmiyorum.

Bu anlayış tipiktir ve benzerlerini göç eski olduğu için daha düşük oranda Almanya’da da görmek mümkündür.

Politik Türkler ve özellikle de Kürtler dünyanın kendi etraflarında döndüğünü sanıyorlar. 20-30 yıldır içinde yaşadıkları toplumda neler oluyor, ilgilenmiyorlar, sonra da kendileriyle ilgilenen neden bu kadar az insan var diye şaşırıyorlar.

Durum iyiye gitmiyor.

Açık farkla fazla mülteci alan Almanya, AKP ile bu konuda anlaştı. Mülteci akınının Türkiye’de kesilmesi planlanıyor. Cemil Bayık 20 yıl önce PKK’nin Almanya’da yasaklanmasına yol açan şiddet olayları için ikinci kere özür diledi ama etkili olmadı.

Ek olarak, İslam Devleti’nin (İD) gerilemesi de YPG’nin önemini azaltacak gibi görünüyor. Bir süredir ABD ile yakın ilişki içinde İD’ye karşı savaşan YPG daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacaktır. İsmet İnönü’nün yıllar önce belirttiği gibi, “büyük bir devletle iş yapmak, aslanla yatağa girmeye benzer.” İşlerine geldi mi kısa sürede kenara itiverirler. Sonuçta vazgeçilmeyecek bir askeri güç söz konusu değildir.

Türkler ve Kürtler yaklaşık yarısı Almanya’da olmak üzere çok sayıda ülkede yaşıyorlar: ABD, Kanada, Avustralya, İspanya, Fransa, İsviçre, Hollanda, Belçika, İsveç, Danimarka, Norveç, İngiltere, İtalya ve daha da sayılabilir.  Her ülkedeki durumu bilmiyorum, Almanya başta olmak üzere birkaç tanesini biliyorum. Her ülkedeki durum çeşitlilik göstermekle birlikte, çeşitlilik içindeki değişmezi bulacak olursak; Türklerin ve Kürtlerin yaşadıkları ülkeyle büyük oranda ilgilenmediklerini söylemek mümkündür. Almanya ilginin en fazla olduğu ülke olarak biliniyor ve buradaki durum da hiç parlak değildir.

Bu genel özelliği görünce, 30-35 yıldır yaşadıkları ülkelerde ne olup bittiğiyle ilgilenmeyen 12 Eylül sonrasının politik mültecilerinin durumunu normal olarak görmek gerekiyor. Kişi olarak bunu aşabilenler oldu ama ister Türkiye’ye bağlı politik örgüt isterse de göçmen işçi örgütü olarak Varolsunlar, bu durumu aşabilen olmadı.

En fazla ilgilendikleri konu, o da arada bir, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık konusudur. Sanki yaşadıkları toplumlarda başka sorun yokmuş gibi…

1871’de Paris Komünü’nün gerçekleştiği yıllarda, Komün’e birkaç Osmanlı da katılmıştı. Serol Teber bunlarla ilgili bir kitap çalışması da yapmıştı. Aynı dönem Avrupa ülkelerinde bulunup da Komün’den haberi olmayan Osmanlılar olduğunu okumuştum. İnsanlar, şimdiki gibi, kendileriyle o kadar meşgullerdi ki, yaşadıkları yerde ne olduğuyla ilgilenmeyebiliyorlardı.

İnsanların gelmiş oldukları ülkede olup bitenle yakından ilgilenmesi yanlış değil; yanlış olan yıllardan beri nerede yaşadıklarını unutmaları ve ardından da “sayımız fazla ama çevremiz neden bu kadar dar” diye hayret etmeleridir.