Şuanda 288 konuk çevrimiçi
BugünBugün338
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14306
Bu ayBu ay14306
ToplamToplam10482730
40 yıl sonra Beylerderesi PDF Yazdır e-Posta


 

 

40 yıl önce, 26 Ocak 1976’’da İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş polis ve jandarmayla girdikleri silahlı çatışmada hayatlarını kaybettiler.

“Şehit oldular” gibi uygun olmayan bir deyim kullanmıyorum. İlker ve Hasan Basri ateistti, Yusuf’u tanımıyorum ama farklı olduğunu da sanmıyorum.

Ateist insanlar için bile “şehit” gibi dini bir terimin kullanılmasını AKP’nin başarısı olarak görmek gerekir. Dini söylem karşıtlarının ifadesine bile girmiştir. Kafa yapısıyla söylem arasında yakın bağlantı vardır.

İlker ve Hasan Basri ile ilgili olarak çok sayıda yazı yazdım. Bunları

http://www.thkp-c-acilciler-tarih.blogspot.com

da okuyabilirsiniz.

Yusuf Ziya ile ilgili olarak da Samsun Çarşamba’daki cenaze törenini anlatmıştım.

Yazılmadık ne kaldı diye düşündüm, bir şey kalmamış…

1975 yılı ortalarında Ankara’da legal hareketten kopmamız daha ayrıntılı anlatılabilir.

İlker, TMMOB Yönetim Kurulu’nda örgütlenme alanında görevli olarak  çalışıyordu.

Ben de yeni kurduğumuz Kimyagerler Derneği başkanıydım.

Kimyagerlik yeni bir meslek olduğu için kimya mühendisleri gibi odamız yoktu. Arada bir Kimya Mühendisleri Odası’nda toplanır, atacağımız adımları tartışırdık. Kimyagerlerin de odası olması için TBMM’ne başvurmayı planlıyorduk. Sonuçta kimyagerlik de mühendislik gibi bir meslekti ve kısa sürede hedefe varacağımıza inanıyorduk.

Hacettepe Hastanesi Biyokimya’da çalışıyordum ve sağlık çalışanlarının örgütlenmesi de başka bir konuydu. Daha ilk adımda “sendika mı, dernek mi” tartışması başlamıştı. İstanbul’daki Sağlık-İş örneğinden hareketle sendika alternatifini savunurken, TKP’liler derneği savunuyordu.

Legalde örgütlenme oldukça hızlı gelişiyordu, nereye elimizi atsak iş çıkıyordu ve bu alan giderek tümüyle bütün zamanımızı alıyordu.

Legaldeki örgütlenmenin önemini inkar etmiyorduk ama ne yapıyorduk biz?

Savunduğumuzla yaptığımız birbirine uymuyordu. Devrimci Gençlik ile (sonraki Devrimci Yol) aramızdaki temel ayrılık da bu değil miydi? Bize göre yasadışı örgütlenmenin geliştirilmesi esastı. Legaldeki örgütlenmeye karşı değildik ama bu örgütlenme temel alınmamalıydı.

1971’i yaşamış insanlar için bunun açık olması gerekirdi ama değildi. Dev-Genç’in Ankara’da yüzlerce ilişkisi vardı ama 12 Mart 1971 darbesinden birkaç ay sonra kalacak ev bulamaz olmuştuk. THKP-C legal ilişkilerden doğmuştu, hem erken harekete geçmek zorunda kalmış ve hem de bu ilişkilere fazla güvenmişti. Polis baskısı karşısında kısa sürede yüzlerce ilişkiden geriye pek azı kalmıştı. Yakalanmalar vardı ama asıl sorun bu değildi. Legal dönemin keskin devrimcileri bir kenara çekiliyor, legaldeki Dev-Genç ilişkileri üzerinde yükselen THKP-C’nin çevresi de kısa sürede boşalıyordu.

1974 sonrasında hem TKP hem de Devrimci Gençlik bu ilişkiler temelinde örgütlenecekti. İnsanlar illegaliteye bulaşmak istemiyordu. THKP-C’yi savun, birkaç yıl önceki anılarını bire bin katarak anlat, hem devrimci görün hem de hayatını yaşa…

Zamanın modası böyleydi.

İlker çalıştığı alanda sıkıntılıydı çünkü 1971 öncesinde Ankara’da devrimci harekette biraz olsun tanınan kişilerin büyük bölümü üniversitelerini bitirmişler, çalışmaya başlamışlardı. Bu kesim, geçmişini fazlasıyla kullanıyordu. Bu insanlara THKP-C’nin görüşlerini anlatmak mümkün değildi. Zaten biliyorlardı ama tıpkı o zamanki gibi önce legalde iyice örgütlenilecek, sonra silahlı mücadeleye başlanacaktı; onlara göre… Böyle yapıldığında ne olduğunu gayet iyi yaşamıştık.

İlker başlangıçta bu kesimde örgütlenme yapılabileceği görüşündeydi ama olmuyordu. Kişiler geçmişlerini hemen İlker’e karşı kullanmaya başlıyordu. İlker çok az tanınıyordu ve bunu kullanıyorlardı.

Kişi Mahir Çayan’ı tanımış, belki kısa süre hapse de girmiş ve tahliye olunca da devrimci görünerek hayatını yaşamaya başlamıştı. Bir süre sonra İlker de bu insanlardan bir şey çıkmayacağını anlamış, TMMOB’deki işinden ayrılmıştı.

Aynı şekilde ben de Kimyagerler Derneği ikinci genel kurulunda yeniden başkan adayı olmadım. Dernek daha sonra oda oldu mu, bilmiyorum. Sağlık emekçileri alanındaki çalışmadan da çekildim. Bilinmeyen ve yaklaşık on ile yayılmış bir örgütlenmemiz vardı ve asıl yapılması gereken bunun genişletilmesiydi. Legal çalışmayla da biraz olsun uğraşabilsek iyi olurdu ama ikisine birden zamanımız yoktu.

Ek olarak para bulmamız gerekiyordu. İyi para kazanıyordum ve ilk silahlarımızı da bu parayla almıştık ama büyümüştük. Artık yüksek bile olsa devlet memuru maaşıyla idare edemezdik.

Legalden çekildik. Aradan 40 yıl geçtikten sonra bile hakkımızda yapılan “pasifisttiler” değerlendirmesinin temeli buradadır. Legal ilişkilere gömülenlerin 12 Eylül sonrasında ne yapabildiklerini de hep birlikte görecektik. Görülmeyen çalışma yokmuş gibi değerlendiriliyordu! İnsan her şeyini legale bağlamışsa böyle düşünülmesi de anormal sayılmazdı.

Bugünü olmayan geçmişe sığınır. Geçmişe uydurma eklemeler yapar ve onlarla idare etmeye çalışır. Bu durumu 1974 affından sonra yaşamıştık. Legal alanı dolduran çok kişinin dilinden Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş düşmüyordu. Şöyle tanışmışlar, konuşmuşlar falan filan… Konuşmuşlar da bir şey olmuş sanki! Geçti o günler, şimdi ne yapıyorsun, onu söyle!

İlker bir keresinde “yer değiştirebilseydik iyi olurdu” demişti. Bu tipler her fırsatta geçmişten söz ediyor ve bunu İlker’e karşı kullanıyordu. Bana karşı kullanamazlardı, geçmişte gösterilmiş faaliyet söz konusu ise, çoğundan daha iyi durumdaydım. Hem yer değiştirmemiz mümkün değildi hem de bu çevreden hiç hoşlanmıyordum. Bu çevrenin örneklerini devrimci okul arkadaşlarımda da görmüştüm. Diplomayı alır almaz öyle bir değişiyorlardı ki, bu kadar olur!

Böyle bir değişimi teorik olarak okusaydım inandırıcı gelmezdi, ama pratikte yaşıyordum.

ODTÜ gibi prestijli bir üniversite bitirilmiş, iş bulmak da sorun değil, kolayca bulunuyor. Şimdi diplomanın zevkini çıkarmak, evlenmek, askerlik işini halletmek ve bir yandan da devrimci görünerek yaşamak gerekiyordu.

Bizim böyle bir çevreyle işimiz yoktu.

Ne yazık ki İlker ve Hasan Basri ve onlardan bir yıl sonra da hayatını kaybeden Yüksel fazla yaşamadılar ve o zamanki tercihimizin sonuçlarını göremediler.

O tercih olmasaydı, sonrasında Acilciler olarak bilinecek isim de olmazdı. Evet Türkiye Devriminin Acil Sorunları büyük etkisi olan önemli bir broşürdü ama üzerinde yükseldiği bir yapı olmasaydı, sadece teorik değeri olurdu, o kadar.

Tıpkı Kesintisiz Devrim II-III gibi… Mahir Çayan savunduklarını yapabildiği kadar hayata geçirmeye çalışmasaydı, bu yazının da sadece teorik değeri olurdu; o kadar…

İnsanın içinde yaşadığı ortamdan etkilenememesi mümkün olmadığı için yaptığımız zor bir tercihti ama gerginlikler yaşayarak da olsa yapabildik.

Bu yapılamasaydı, sonrası da ya olmazdı ya da onlarca yapı arasında kaybolup giden bir örnek olarak olabilirdi ve ardından unutulup giderdi.

Aradan 40 yıl geçtikten sonra bile Beylerderesi hatırlanıyorsa, Yüksel Eriş biliniyorsa; o karar sayesindedir. Aksi durumda Acilciler olarak bilinen örgütün kimler tarafından kurulduğu, önemli militanları 40 yıl sonra kimin aklında kalırdı?