Şuanda 241 konuk çevrimiçi
BugünBugün292
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14260
Bu ayBu ay14260
ToplamToplam10482684
Yurtdışı grubu PDF Yazdır e-Posta


Bu grubun önemli bir ismi, Ercan Erciyes, Orhan Savaşçı’nın THKP-C Anıları kitabında geçiyor. Kendisiyle ilişkili olarak değil, çünkü anlaşıldığı kadarıyla bu kişiyi tanımıyor, İlyas Aydın ile ilgili olarak Gülten Savaşçı’nın (Çayan) yaptığı açıklama bağlamında geçiyor.

Bu açıklamaya göre, İlyas Aydın, Paris’teki Gülten Savaşçı’ya haber göndererek görüşmek istediğini söyler ve Gülten Savaşçı’da hemen yola çıkabilecek durumda bulunmadığı için Ercan Erciyes’i yollar, kendisi daha sonra gelir. Geldiğinde de İlyas Aydın’ın öldürülmüş olduğunu öğrenecektir.

Ercan Erciyes’in de içinde bulunduğu Yurtdışı Grubu birkaç yıl sonra ülkede faaliyet göstermeye başlar. Ne gibi aşamalardan geçilmiştir, ülke içinde başka kimlerle temas içinde olunmuştur, bilmiyorum. Biz bu grupla 1975 yılı yaz aylarında Ankara’da karşılaştık.

1975 yılı Temmuzunda Türkiye Devriminin Acil Sorunları (TDAS)’taki son düzeltmeleri yapmış, mumlu kağıda yazmış, teksirde basılması için İlker ve Necati’ye teslim etmiş ve yeni çıkan kısa süreli askerlik yasası kapsamında dört ay sürecek askere gitmiştim. Gerçekte fiili olarak üç ay sürecekti, çünkü ne yapacaklarını bilemedikleri için iki hafta geç başlatmışlardı ve arada da on günlük kurban bayramı tatili vardı.

Balıkesir’de askerde iken İlker ve Necati Ankara’da bu grupla karşılaşırlar. Basılmış olan TDAS’ı verirler ve “tümüyle kabul ettikleri” cevabını alırlar. Bunu son derece iyi bir gelişme olarak değerlendirmiştik. 1972-1974 yılları arasında sürmüş ve başlangıcımız olarak kabul edilebilecek ODTÜ’deki grup parçalanmış, bir bölümü Devrimci Gençlik (sonraki adıyla Devrimci Yol)’a katılmıştı. Devrimci Gençlikçilerle özellikle Ankara’da ve öğrenci hareketi içinde sıkı bir çekişme içindeydik. Böyle bir ortamda TDAS’ın ilk etkisini göstermesi ancak gayet iyi olarak değerlendirilebilirdi.

Bu grubun Gülten Savaşçı ile bağı olduğunu biliyorduk. Bu bağlantı halen ne düzeyde sürüyordu, ilgilenmedik. Bizi öncelikle ilgilendiren ülkedeki gelişmemizdi.

Bu grupla aramızda işbölümü yaptık. Ankara’daki ilişkileri onlara devrettik, İstanbul’u biz aldık ve ancak kısa süre sonra kesmek zorunda kalacaktık. Nedeni, bu gruba yönelik polis operasyonuydu. Bu operasyon fazla ileri gidemedi.

1975 yılının kış aylarında garip bir durumla karşılaştık diyebilirim. Küçük bir grup olmamıza karşın ilişkilerimiz bu arkadaşlara göre epeyce yaygındı ama asıl sorun bu değildi: politika anlayışımız oldukça farklıydı. TDAS üzerinde birlik bu farklılığı örtemiyordu.

Konuşmalarımızda onlarda askeri eğitim ve illegalite ağır basarken, bizde günlük politik durumun analizi ve ne yapılması gerektiği konuları öne çıkardı. Özellikle Ankara’da devrettiğimiz arkadaşlardan da yoğun şikayet geliyordu. Eğitim çalışması yapıyorlardı; diyalektik ve ekonomi politik okuyorlardı ve hepsi bu kadardı. Günlük politik durum analizi, örgütlenmenin sorunları vb. gibi konular hiç yoktu. Arkadaşlar da haklı olarak politikadan kopma duygusu yaşıyorlardı.

1975 yılı sonlarına doğru İlker, sorumlu bulunduğu alanda MHP’ye karşı eylem yapılmasının gerekli olduğundan söz etmeye başlayınca aramız iyice gerginleşti. Bölgesel olarak gerek varsa, yapılmalıydı. Sadece İlker’in aksine birkaç bombalama ve kurşunlamanın ülke çapında değil de bölgeyle sınırlı kalan bir etki yaratacağını düşünüyordum. Bu arkadaşlarda ise, “şimdi zamanı mı” denilecek bir psikoloji vardı. O kadar ayrıntılı düşünüyorlardı ki, bu kadar ayrıntılı düşünen sonuçta hiçbir şey yapamazdı. Elbette düşüneceksiniz, planlayacaksınız ama sonuçta da harekete geçeceksiniz.

Konuyla ilgili olarak çok konuşmak, çok düşünüyormuş gibi yapmak ve böyle yaparak da konuyu eskitmek, bir çeşit yapmış gibi olmak; sık rastlanan bir davranış tarzıdır.

Bölgedeki birkaç eylem duyulmadı ama Malatya-Beylerderesi ülke çapında duyuldu. Beklenmedik bir olaydı ve ağır darbe yemiştik.

Tahmin edilebileceği gibi arkadaşlardaki panik saklanamayacak kadar ortadaydı. Beklenmedik ve çok kötü bir gelişmeyle karşılaşmıştık ama sonuçta silahlı mücadele veren bir örgütüz. Böyle şeylerin olabileceğinin herkes tarafından bilinmesi gerekir. Başkası ölünce kahramanlık sözleri kolay sarf edilebiliyordu ve kimse de günün birinde aynısının başına gelebileceğini düşünmüyordu.

Bu arkadaşlarla artık bir yere gidilmezdi. Ortalığın biraz sakinleşmesi, ardından örgütün toplanması, ayrılığın gerçekleşmesi gerekiyordu ve zaten onlara devrettiğimiz Ankara ilişkilerimiz de ayrılmaya dünden hazırdı.

Gidişatı görünce bir süre benimle uğraşmayı denediler, olmadı; sonra devrettiğimiz bütün ilişkileri geri aldığımız gibi ulaşabildiğimiz birkaç kişiyi de bunlardan kopardık.

Ercan, Beylerderesi’nin hemen ardından bu kadar olayı kaldıramayacağını söyleyip bırakmıştı. Birkaç ay sonra İstanbul’da lokanta açtığını, polisin kendisini bulup bilgi vermesi için sıkıştırdığını duydum. Sonrasını bilmiyorum ama kimseyle bağı kalmamış bir kişi ne bilgisi verebilirdi ki!

Diğerlerinin bir bölümü Devrimci Gençlik’e yaklaştı, bence de kendilerine en uygun olanı yaptılar. Bir daha görüşmedik, haklarında da bir şey duymadım.

TDAS hakkında görüşlerini bir yazıyla açıklayacaklarını söylemişlerdi ve tahmin ettiğim gibi yazı Devrimci Gençlik tarafından yayımlandı. (TDAS Hakkında Birkaç Söz başlıklı yazı.) Bunun kadar ipe sapa gelmez bir yazı okuduğumu hatırlamıyorum.

Yurtdışı Grubu’ndan aldığımız elemanlar genellikle başımıza dert oldular. Keşke almasaydık diyeceğim ama iş işten geçmişti. Bırakalım başka konuları, politik mücadele konusunda bambaşka kafa yapılarına sahiptik.

Bunlar nasıl politik insanlardı, anlayamıyordum.

Aynı duyguyu 1979 yılı yaz aylarında Selimiye Askeri Cezaevi’nde de yaşayacaktım. Adı gerekli değil bir başka silahlı mücadele örgütünden çok sayıda kişi hapishanedeydi. Koğuşlarındaki kitaplığa baktım: Teksas, Tom Miks, Zagor ve benzeri yayınlar büyük çoğunluğu oluşturuyordu. Bize “siz teori okuyun, ekonomi okuyun, devrimden sonra ekonomiyi size teslim ederiz” derlerdi.

Ne diyeyim, bilmiyorum ki!

Büyük bölümü idamdan yargılanan ve çoğunun müebbet alacağı kesin olan insanlar… Tahmin edilebileceği gibi bizi hiç sevmezlerdi.

Sözün kısası, bu politika ve bu temelde şekillenen silahlı mücadele anlayışı bize çok uzaktı.

Orhan Savaşçı’nın THKP-C Anıları’nın bana düşündürdükleri bu kadardır.

Kitapta 1979 yılında tahliye olması sonrasında neler yaptığını da anlatmasını beklerdim. En az 30 yıldır İsveç’te yaşayan bir insanın bu ülkeye ait tarihinin olması gerekir diye düşünüyorum.

Neyse demek ki anlatmayı uygun bulmamış veya belki daha sonra anlatacaktır.