Şuanda 329 konuk çevrimiçi
BugünBugün379
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14347
Bu ayBu ay14347
ToplamToplam10482771
Yanlış yere bakmak ya da AKP ve Türk modernleşmesi PDF Yazdır e-Posta


 

İnsanın aradığını bulabilmesi için önce ne aradığını ardından da bunu nerede arayacağını bilmesi gerekir. Bu nedenle olsa gerek, sorunun doğru sorulması önemlidir. Yanlış sorunun doğru cevabının olması kolay değildir, ki böyle bir durumda da cevap vardır ama soru yoktur. Bu kez, bu cevap hangi soruya ait olmalıdır sorusuna takılırsınız.

Şu sıra okuduğum kitaplardan bir tanesi Edward Said’in Kültür ve Emperyalizm…

Emperyalizmin önemli bir kültürel yanı vardır ve bu kültür de alt yapıdan kaynaklanan bir üst yapı kurumu değildir. Politika için doğru olduğu gibi de kültür de alt yapıya aittir.

Kitapta sömürge ve sömürgen ülke arasındaki kültürel bağımlılık dikkatimi çekti. Bunun klasik örneklerinden bir tanesi İngiltere-Hindistan ilişkisidir. İngiltere’nin yıllarca sömürgesi olan Hindistan’ın tarihinin bu ülkenin önemli izlerini taşıması normal, bunu biliyoruz, ama bunun tersi de doğru. İngiltere tarihi de Hindistan çıkarılarak anlatılamaz, keza İngiliz kültürü de…

Aynı anlayışı Fransa-Cezayir ilişkisinde de görmek mümkündür.

Bu ilişki bağımsızlık sonrasında da sürüyor.

Eski sömürge bağımsız oluyor ama sömürgecinin kültürdeki derin izleri yıllarca devam ediyor. Ruhun sömürgeleştirilmesi (Kolonisierung des Geistes) modern etnolojinin kavramlarından bir tanesi ve sömürgecilik sonrası toplumlardaki gerçek durumu anlatmak için kullanılıyor.

Eski sömürgelerin halkı yıllardan beri metropollerde de yaşadığı için (İngiltere Hintlilerle Fransa Cezayirlilerle doludur) eski sömürgecinin kültürünü de doğrudan etkiliyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin önceli Osmanlı İmparatorluğu’dur ve kemalizmin bütün kopuş iddiasının aksine sonraki öncekinin devamcısıdır. Kopuş var, ama iddia edildiği kadar fazla değil… AKP iktidarıyla birlikte bu tarihten kaçılamayacağını yeniden görüyoruz. Eğer kopuş başarılı bir tarih üretebilseydi daha köklü olabilirdi, ama “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” amacı gerçekleşemeyince, eski kültüre ya da geleneğe dönüş gerçekleşti.

Bu dönüş bize özgü değildir; modernizmden hayal kırıklığına uğramış, orada yapamamış İran gibi ülkelerde de görülür.

Osmanlı İmparatorluğu birkaç ülkenin yarı sömürgesiydi. Bir dönem emperyalistler arasındaki çelişkilere oynayarak ayakta kalabildi ve oynayacak gücü tükendiğinde de bir ülkeye, Almanya, tam bağımlı duruma geldi.

Osmanlı’nın son dönem tarihiyle Almanya’nın o dönem tarihi iç içedir.

TC’nin ilk dönem tarihiyle de Almanya tarihi arasında koşutluk vardır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinin önemli özelliklerinden bir tanesi Almanya ve somut olarak Hitler hayranlığıdır. TC, İkinci Dünya Savaşı’ndaki tarafsızlık görüntüsüne karşın sonuna kadar Hitler Almanyasının yanında olmuştur.

Nazilerin de Atatürk’e hayran olması normaldir çünkü Atatürk, tıpkı Hitler’in yapmayı hedeflediği gibi, çökmüş bir ulusu ayağa kaldırmıştır.

Bu genelleme aslında pek de doğru sayılmaz ama süreçler arasında benzerlik vardır. Atatürk döneminde sadece bir ulus ayağa kaldırılmamış, yaratılmıştır da…

TC, Almanya’nın sömürgesi olmadı ama bu iki ülkenin tarihi arasında sürekli olarak yakın bir bağlantı bulundu. Bu bağlantı, 1960 sonrasında çok sayıda Türkiyeli işçinin Almanya’ya gitmesiyle farklı bir boyut da kazandı. Günümüzde Türkiye ile Almanya arasında mülteciler konusundaki yakın işbirliğini bu tarihsel temel üzerinde değerlendirmek gerekir.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya yıllarca nazi kültürünün etkisinde yaşadı. Faşizmin ciddi bir kültürel boyutu vardır ve Naziler iktidardan uzaklaştırılınca bu kültürün de tasfiye olacağını düşünmemek gerekir. Bu durumu Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) örneğinde daha açık olarak görmek mümkündür. Üstün Alman ırkı anlayışı, sosyalizmin vitrini sayılan DAC’de sosyalist düşünceye eklemlenerek varlığını sürdürebilmiştir.

O dönem Batı Almanya olarak da bilinen Federal Almanya Cumhuriyeti’ni farklı yapan ise 68 hareketi oldu denilebilir. Bu ülkede nazi dönemiyle hesaplaşma 68 hareketiyle başlar denilebilir. DAC ise 68’i yaşamadı.

Almanya 68’i toplumda kültürel olarak önemli değişim yarattı. Anti otoriter yaşama tarzından sex-shop’lara patlayıcı atan kadın örgütlerine kadar çok yönlü ve zengin bir hareket söz konusuydu. Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF) de Yeşiller de bu hareketten doğdu.

Bizde de 68’in önemli yeri bulunmakla birlikte önemli bir kültürel değişim yaratılabildiği söylenemez. Türkiye 68’i, başka yazılarda da belirttiğim gibi, kemalizmin başarısız olduğu ortaya çıkan modernleşme projesini başka yoldan, sosyalizm yolundan tamamlamaya çalışacaktı.

Almanya ve Türkiye tarihleri arasındaki bir başka benzerlik de önemlidir.

1960’lı yıllarda Nazilerin güçlü kadrolarıyla Alman halkını nasıl peşlerinden sürükledikleri önde gelen araştırma konusuydu. Burada Adorno çığır açıcı bir belirleme yapar ve önemli olanın Alman halkının Nazileri dinleyecek ve inanacak duruma nasıl geldiğinin araştırılmasının önem taşıdığını belirtir. Alman halkını Nazilerin kurbanı olarak görmek yanlıştır; bu halk bu anlayışa önemli destek sağlamıştır.

Aynı anlayışı AKP ile halk ilişkisine tercüme etmek mümkündür.

Çok sayıda sosyalist halkın bu kadar yalana nasıl inandığına şaşıyor ve sürekli olarak AKP’yi suçluyor. Asıl bakılması gereken, halkın bu duruma nasıl geldiğidir. Sadece gelmemiş getirilmiştir de ama bu getirilmenin önemli tarihsel kökleri de bulunmaktadır.

AKP, cumhuriyet tarihinin ilk dönemindeki gibi modernleşmeye büyük hız kazandırdı. Modernleşmeden anlaşılan görülebilen maddi kültür olunca; her tarafın binalarla ve yollarla doldurulması, ek olarak asker millet anlayışına uygun olarak ihracat yapabilecek düzeyde silah sanayisinin kurulması, polisin ikinci bir ordu durumuna getirilerek militarizmin topluma yayılması ve bütün bunların islamın belirli bir yorumuyla kucaklanarak gerçekleştirilmesiyle, toplumun önemli bir kesimi AKP’yi dinler ve izler oldu.

Ülkede farklı bir burjuvazi ve farklı bir kapitalizm gelişti…

Bakılması ve iyi anlaşılması gereken yer burasıdır.

AKP’yi suçlayarak bir yere varılmaz…

 

Gücün mekanizmasını anlamak ve bu temelde mücadele etmek gerekir.