Şuanda 263 konuk çevrimiçi
BugünBugün316
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14284
Bu ayBu ay14284
ToplamToplam10482708
Eğitimde tempoya dayanmak... PDF Yazdır e-Posta


Üniversitede birkaç yıl öncesini hatırlıyorum. Benim yaşlarımda dikkati çekecek kadar fazla öğrenci vardı. Sayıları iyice azaldı ve neden diye merak ederdim. Bu yaşlarda sağlık sorunları çıkabilirdi ya da başka bir sorun olabilirdi. Bu başka sorunun önemli bir bileşeni, eğitimin temposuna dayanamamaktır.

Almanya’da “hayatın üçüncü evresi” için de üniversite var. Buraya 60 yaş üzerindeki insanlar devam ediyorlar. Nasıl işliyor, bilmiyorum, ama daha hafif olduğunu sanıyorum. Benim gibilerin yaptığı ise, kendisinden 40-45 yaş küçük insanlarla aynı dersleri almak, aynı sınavlara girmek oluyor.

On yıl kadar önce üniversite sistemi farklıydı. O zaman normal süre olarak dört yıllık eğitimi bitirdiğinizde “Diplom” alıyordunuz. Bu derece, Amerikan sistemindeki yüksek lisansa denk geliyordu. Sonra sistem değişti, Amerikan sistemiyle eğitim üç yıla indi ve bitirdiğinizde Bachelor alıyorsunuz, Türkçede lisans deniliyor, arkasından yüksek lisans geliyor. Bu sistemde tempo belirgin biçimde arttı. Vasat bir öğrenci olabilmek için bile ciddi olarak zorlanmak gerekiyor. Hele benim gibi çalışıyor iseniz ve başka işleriniz de var ise, önceki birikim olmadan kesinlikle kaldıramazsınız.

Benim yaşımdaki insanlar mecbur oldukları için okumuyorlar ve tempoyu kaldıramayınca da bırakıyorlar. Almanya’da üniversite öğrencilerinin yaklaşık yüzde 40’ı eğitimini tamamlayamıyor. Bu oran çok yüksek… Üstelik devlet üç yıl boyunca herkese (yaşı genç olanlara) kıt kanaat geçinilebilecek burs veriyor; bunun yarısı karşılıksız, yarısı ise düşük faizle işe girilince geri ödeniyor. Buna rağmen böyle yüksek bir oran söz konusu…

Üniversiteye başladıktan sonra ana bölümünü ve özellikle de yan bölümünü değiştirmeyen oldukça az. Baştan bir bölüme ilgi duyuyorsunuz ama diyelim bir yıl sonra bu bölümün size göre olmadığını anlayıp, değiştirmeye yönelebiliyorsunuz. İlk bir yıl içinde karar vermek aslında hızlı karar vermek oluyor çünkü ancak birkaç yıl sonra okuduğu bölümün kendisine göre olmadığını anlayanlar var. Bu durum özellikle tarih bölümünde ortaya çıkıyormuş. Bu bölüm üç değil dört yıl. İlk yılki öğrencileri uyarıyorlar: bu bölümün size göre olmadığına karar verirseniz, bu bir felaket değildir, ama çok geç kalmayın. Dördüncü sınıfa gelince, “hayır, bu bölümü yapamayacağım” demek epeyce geç oluyor!

Yan bölümler için değiştirmek neredeyse kural durumunda ve yan bölümü değiştirmek görece daha kolay…

Önceki Diplom eğitiminde esas bölümün yanında birisi büyük ikisi küçük üç yan bölüm almanız gerekiyordu. Lisans eğitiminde ise sadece bir büyük yan bölüm alıyorsunuz. (Büyük yan bölüm demek, bu bölümden en az beş ders alıp geçmeniz demek.)

Başlangıçta ana bölümüm felsefe, yan bölüm tarih idi ama fazla sürmeden yan bölümü değiştirip etnolojiye geçtim. Yalnız burada sekiz ders almanız gerekiyor, ama olsun. İkisini aldım ve geçtim.

Tarihte şöyle bir sorun var. Almancayı sonradan öğrenmiş birisi olarak –eskisine göre epeyce azalmış olmakla birlikte- yazım hatalarım var. Eskiden bu eksikliği birikim ve zekayla kapatabiliyordum. Dildeki eksiklik nedeniyle biraz not kırılsa bile, geçiyordum. Tarihte bu mümkün değil çünkü soru sormak, çıkarsama yapmak yok; neyse o, öğreneceksin, o kadar!

İlkçağ tarihinde Atina ve Sparta okutulur. Atina kölecilik döneminin demokrasisi, Sparta oligarşisi sayılır. Atina’da kadınların neredeyse hiç hakkı yokken, Sparta’da kadınlar eşit durumdadır. Bu neden böyledir, cevap yok; merak eden de yok.

Cevabı o yılların Atina kökenli filozofu Aristoteles vermiş: savaşın toplum yaşamında büyük yer tuttuğu durumda –Sparta böyle bir toplumdur- kadınların konumu daha iyidir, çünkü erkek sürekli savaşta ya da askeri eğitimdedir; günlük işleri yürütmek tümüyle kadınlara düşer. Atina kadını evden nadiren çıkarken, Sparta kadını sürekli dışarıdadır. Atina’da kadının erkeğin bulunduğu yerde konuşmaması kuraldır; Sparta’da ise kadın toplumsal hayatın her alanında vardır, tartışmalara da katılır.

Toplumda günlük hayatın idaresi kadının elinde ise, gerekli haklara sahip olmaması mümkün değildir.

Aristoteles Atinalı kadının durumunu savunur ama iki kent devleti arasındaki farklılığın nedenini de açıklar.

Atina daha demokratik, Sparta ise çok sert kuralları olan bir toplumdur ve tarihteki ilk komünizm örneği bile sayılır. Köleler kişisel mülk altında değildir, köle olmayan vatandaşların tümüne aittir (kolektif mülkiyet). Gelir farklılıkları azdır. Erkek çocuk yedi yaşından sonra aileden alınır ve ayrı olarak yetiştirilir. Burada söz konusu olan sadece savaşçı yetiştirmek değildir, o savaşın ahlakını da yerleştirmektir. Milattan önce 500 yıllarının savaş koşulları gereğince savaş erkek işidir, Sparta’da buna rağmen kadınlar eşittir. Mesela Atinalı kadının miras hakkı yokken, Sparta’da eşit hak vardır.

Tarihçi, neden böyledir, diye kafa yormaz.

Etnolojiye geçtikten sonra “neden baştan bu bölümü almadım?” diye kendime sormadım değil. Etnolojinin temel konusu kültür, kültürün çok sayıda veçhesi denilebilir. Aynı zamanda pratiğe dayanan bir bilim dalı; gözlem ve kanıt önemli…

Bu nedenle de yıllarca doğa bilimlerinin etkisinden kurtulmak için mücadele etmiş…

19. yüzyılın sonunda Morgan’ın tümüyle doğa bilimlerinin yöntemlerini kullanarak ilkel toplumlardaki akrabalık ilişkilerini yorumlaması, Engels’in bu yorumu alıp genişleterek yine aynı temelde insanların ilk dönemlerinin “tarihsel materyalist” yorumunu yapması ve bu yorumun sonraki yıllarda nasıl aşıldığını öğrenmek özellikle ilginçti.

Bunu biliyordum ama daha ayrıntılı öğrenmek önemliydi.

Nisanda başlayacak önümüzdeki yarı yılda iki ders almaya niyetliyim. Felsefe bölümünde bitirmeye yaklaştım ama bu dönem bana uygun ders yok… Bu nedenle Latin Amerika Etnolojisi ile Yapısalcılığın Tarihi’ni alacağım.

İlki, eski Latin Amerika uygarlıkları (Maya, Aztek, İnka) ve bunların bugünkü uzantılarını konu alıyor. Latin Amerika’daki sol hükümetlerin işçi sınıfına değil de yerliler denilen sayıca az olmayan ama yıllardan beri toplumun kenarına itilmiş kesimlere dayandığını biliyordum, ama bu kadar. Mayaların tarihine biraz bakayım dedim; Meksika’nın Chiapas bölgesinde kurulmuşlar ve burası 1990’lı yıllardaki Zapatista isyanının bölgesi… Zapatistaların yerli denilen halka dayandığını biliyordum ama bunun kökeninin Mayalara kadar gittiğini hiç düşünmemiştim. Benzer bir durum Bolivya’da da var. Morales iktidarı da esas olarak yerlilere dayanıyor; Aztek mi İnka mı, henüz bilmiyorum.

Vay be, tarihe bak!

Aslında niyetim politik etnoloji dersini almaktı ama bu dönem verilmiyor.

Engels’e göre sınıflar ortaya çıkınca, devlet de ortaya çıkar. Sınıfların ortaya çıkması ise, üretici güçlerin gelişmesiyle ilgilidir. Herkesin yoğun çalışmak zorunda olmadığı, nüfusun bir kesiminin üretim yapmak için çalışmadan da başkalarının çalışmasıyla yaşayabildiği zaman devlet ortaya çıkar. Bunun için de üretici güçlerin belirli bir gelişmişlik düzeyine ulaşmış olması gerekiyor; diye öğrenmiştik.

Eskiden bilinen de buydu; biz de yıllarca böyle öğrendik ama çok değişmiş…

Amazon ormanlarında dış dünyayla bağlantısı olmamış kabileler bulunduklarında hayatları incelenmiş. Günlük geçimlerini temin için 2-4 saat çalışmaları yetiyormuş. Buna rağmen toplumda sınıflaşma yok, servet farklılığı da yok… Daha fazla çalışıp biriktiren bunu düzenli olarak harcamak zorunda… Bunun yolu da büyük festivaller… Burada daha zengin olanlar fazla varlıklarını bütün topluma ziyafet çekerek harcıyorlar. Bunun getirdiği prestij var, ama maddi getirisi yok.

Bu insanlar geriye kalan zamanda ne yapıyorlar diye sorulursa, içinde yaşadıkları ormanı uzman bir botanikçiden daha iyi tanıyorlar.

Epeyce ilginç ve uzun bir konu ama uzun lafın kısası; Ailenin Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni kitabında Engels, insanlığın gelişmesinin sadece bir yolunu anlatmıştır; bu yol genelleştirilemez.

İnsanın evrimini atası maymundan ayıran kromozomlar değil, kültürel gelişmesidir.

Aynı maddi koşulların birbirinden çok farklı kültürlerle varolması tarihsel materyalizmin anlayamadığı bir konudur.

20. yüzyılın başlarında komünistlerin faşizmi anlamakta zorlanmaları ve yanlış tahliller yapmalarının nedeni de bu değil midir?

Alt yapı aynı; tekelci kapitalizm, ama üst yapı küçük olmayan oranda farklı olabiliyor.

Neyse burada bitireyim yoksa konudan konuya derken yazının sonu gelmeyecek…