Şuanda 295 konuk çevrimiçi
BugünBugün345
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14313
Bu ayBu ay14313
ToplamToplam10482737
Makul ve makul olmayan Kürt PDF Yazdır e-Posta


Ülkede “rezilliğin bini bir para” belirlemesini zihinsel melekeler için de söylemek gerekir. Yalan dolan, uydurma, tehdit, şantaj ve bol miktarda palavra istemediğimiz kadar var. Böyle bir ortamda söylenen her şeyi dikkate almamak gerekiyor. Konuyu bilmeden konuşmak, bol miktarda uydurmak, başka bir deyişle cahil gevezeliğinin bu kadar prim yaptığı ama kısa sürede etkisinin kaybolduğu bir ülkede insanın zamanını boşa harcamaması için dikkatli olması gerekiyor.

Yazının geriye kalan bölümü birbiriyle ilgili bazı konularda kısa belirlemelerden ibarettir.

PKK ile PYD’nin aynı örgüt olduğunu politikayla biraz ilgilenen herkes bilir. ABD, Rusya Federasyonu, Almanya, Fransa ve diğer ülkeler bunu çoktan biliyor. AKP hükümeti “dostların ikna olmadığından” söz ediyor. Gerçekte AKP’liler de söz konusu ülkelerin bunu bildiğini biliyor ama varolanı başka türlü sunmak çizgi haline geldiği için böyle söylüyorlar.

ABD bölgede mümkün olduğu kadar fazla politik aktör bulunmasından ve hiç birisinin fazla güçlenmemesinden yanadır. PYD’nin ABD’ye zararı yok, hatta faydası var. ABD, İslam Devleti’ni iteklemek için –yok etmek için değil- kara gücü kullanmak istemiyor, Rusya da istemiyor. O bölgede kara savaşına girdiniz mi, çıkamazsınız. Sadece bombardımanla yetiniyorlar. Karada ise İslam Devleti’ne karşı savaşan güçlerden önde geleni PYD’dir.

PYD de bu güçler ilişkisinden elinden geldiği kadar yararlanmaya çalışıyor. Başka bir deyişle yararlanma karşılıklıdır. Küçük bir hata pahalıya mal olur. Birkaç on bin kişilik askeri güç bir şeydir ama fazla bir şey de değildir.

Bu durumda “PYD emperyalizmle anlaşmış” mı oluyor. Kendisine komünist ya da sosyalist diyen bazı tipler böyle diyorlar. Bu ülkede komünist olmakla aptal olmak arasındaki bağlantı sürekli yeni eklemelerle gelişiyor.

Lenin 1917’de sürgünde bulunduğu İsviçre’den Şubat Devrimi’nin yeni olduğu Rusya’ya giderken Rusya ile savaş içinde bulunan Almanya emperyalizminin hükümetiyle anlaşmış ve onların izniyle ülkeyi trenle geçmişti (o yıllarda başka yol yoktu). Bolşeviklerin barış istedikleri bilindiği için Rusya cephesinde savaşın bitmesi ve buradaki Alman ordusunun çekilerek Batı cephesine sürülmesi Almanya hükümetinin işine geliyordu. Bu nedenle Lenin’in Rusya’ya gitmesine izin verdiler.

Karşılıklı çıkar ilişkisi… Lenin’in yaptığı “emperyalizmle işbirliği değildi ama PYD’nin yaptığı böyledir” mi diyeceğiz!

Çıkarlar ayrıştığı anda işbirliği de biter!

Bir başka örneğe geçersek: “Batı Kürtlere karşı ikiyüzlüdür” belirlemesi saçmalıktan başka bir şey değildir. Batı denilince ABD, Fransa, Almanya, İngiltere’den hangileri kastediliyorsa artık, çıkarını düşünerek hareket ediyor. Herkes aynısını yapmıyor mu? Sen Batı’ya güvenerek mi harekete geçmiştin?

Bir başka pek hoş ya da boş belirleme, HDP’nin PKK ile arasına mesafe koyması gerektiğiyle ilgilidir.

HDP’nin oy aldığı taban büyük oranda PKK’nin de tabanıdır. Bunu bilmek için fazla akıllı olmak gerekmiyor, durum ortada. HDP bu tabanın biraz dışına çıkabildi ama fazla başarılı olamadı. Buradan çıkan sonuç, HDP’nin PKK ile arasına açık mesafe koymasının kendi sonu demek olacağıdır.

Selahattin Demirtaş’ın belirlemesi tümüyle doğrudur. Kendisi gerçekten de dünyanın en zor durumdaki parti başkanıdır. Bugüne kadar durumu götürebilmesi bile kendisinin ve ekibinin yeteneğini gösterir. Ne çare ki, hareket alanları dardır ve gittikçe de daralmaktadır.

AKP genel olarak Kürtlere değil, makul olmayan Kürtlere karşı savaş açmıştır.

Bunu aylar önce belirttiler ve ek olarak da AKP’nin tanınmış Kürtlerinden bir tanesi “biz makul Kürdüz” diyerek aynı açıklamayı tekrarlamıştı.

AKP’nin belirli yerleşim birimlerine yönelik olarak aylardır süren saldırısındaki en önemli amaç, direnişi lokalize etmek ve Kürtler arasındaki ayrışmayı derinleştirmekti.

Bu lafı söylemekten hiç hoşlanmam ama bu belirlemeyi birkaç ay önce yapmıştım (Bkz. 21 Aralık’ta yayımlanan Politikayı Unutmak başlıklı yazı… Sitede bulunuyor.)

Bu amaca ulaştıklarını belirtmek gerekir. Bu amaca ulaşabilmek için de sınırlı bir vahşet sergilediler. Yoksa bir yerleşim birimindeki direnişi kısa sürede ezmenin bilinen yolları vardır: işte 1982 yılındaki Hama, işte daha sonraki yıllardaki Grozni örnekleri… Kenti kuşatıyorsunuz, sivillere tahliye çağrısı yapıyorsunuz, çıkan çıkıyor, kalanları da ağır silahlarla yok ediyorsunuz. Suriye’de Hafız Esat’ın ordusu Hama’da 40 bin kişiyi öldürerek böyle yapmıştı.

Kuzey Kürdistan’da bunu yaparsanız bütün Kürtleri karşınıza alırsınız; bu nedenle direniş lokalize edilerek yavaşlatılmış ağır çekim türünden saldırı yapıldı.

Saldırının başladığı ilk günlerde “Geziciler nerede?” gibi anlamsız bir çağrıyla karşılaşıldı. Aynı soruyu kısa süre önce Murathan Mungan da sordu.

Gezi, düzenin yasaları içinde bir eylemdi. AKP kendi yasalarını çiğneyerek Gezi’ye saldırmıştı. Gezi ile bazı yerleşim birimlerindeki özerklik ilanı birbiriyle karşılaştırılamaz. Özerklik demek, ilgili yerleşim biriminin kendi kendisini yönetmesi demektir. Başka bir deyişle burada bulunan devlet iktidarının, bu iktidarın kurumlarının işlevsizleştirilmesi, dikkate alınmaması demektir. Bunun politik teorideki adı ikili iktidar’dır. Böyle bir iktidar İzmir’de de ilan edilse, orada da saldırıya uğrar.

“Türklerin duyarsızlığından” da söz edildi ve bu belirlemedeki önemli yanlışın sürekli olarak belirtilmesinin ardından yanlış ortadan kalkmadı ama kullanılması önemli oranda azaldı.

TC sınırları içindeki Kürt nüfusunun yaklaşık yarısı Kuzey Kürdistan dışında oturuyor. Ülkenin en büyük Kürt kenti yıllardan beri Diyarbakır değil, İstanbul’dur. Bursa, Adana, Mersin, İzmir gibi kentlerde de çok sayıda Kürt bulunuyor.

Duyarsızlık Türklere özgü değil, bu Kürtlerin önemli bölümü de duyarlı değildir.

Bu duyarsızlığı esas olarak baskı ve bunun yarattığı korkuyla açıklamak, göç sosyolojisinden bir şey anlamadığını göstermektir. Bizde bir konuda fikir ileri sürmek için o konuyu bilmek gerekmiyor.

Baskı ve bunun yarattığı korku vardır ama Lice’de ve Sur’da bunların en fazlası bulunuyor. Orada direniş var, başka yerde küçük eylemler ve homurdanma varsa, bunun başka nedenlerinin olması gerekir.

TC sınırları içinde Kürt sorunu yıllarca bölgesel bir sorundu. Kürtler büyük oranda “Doğu ve Güneydoğu Anadolu” denilen coğrafyada bulunuyordu. 1984’te başlayan savaşın sonuçlarından bir tanesi de Kürtlerin ülke çapında dağılması oldu. Aslında halk olarak Kürtler ve Türkler 1984 sonrasında tanıştılar demek daha doğru olur. Eskiden farklı bölgelerde ve birbirlerinden görece uzakta yaşıyorlardı. Aynı kentleri ve kasabaları paylaşmaları, günlük ilişki içinde olmaları 1990’lı yıllarda Kürt göçünün arttığı dönemde başlar.

Göç, aynı ülke içinde bile olsa göç edeni ve göç edileni değiştirir. Farklı hayatlar karşılaştıklarında birbirlerini etkilerler. Bu belirleme bilinen bir şeydir ama gözümüzün önünde olana neden uygulanmaz, anlamak mümkün değildir.

Kürtlerin yoğun olarak bulundukları İstanbul, Mersin, Adana, Bursa, İzmir gibi kentlerde Kürt mahalleleri bulunuyor. Bu kentlerdeki Türkler ve Kürtler ne oranda karışmıştır, ne oranda “paralel toplum” denilen görece küçük bir alanda yan yana ama fazla karışmadan yaşamak söz konusudur; bilmiyorum. Bunun için ilgili kentlerde alan araştırması yapılması gerekir. Paralel toplumların bulunduğu alanlarda bile, iki halkın 1990 öncesiyle karşılaştırılamayacak kadar fazla birbiriyle ilişki içinde olduğu açıktır.

Bu ilişkinin sorunları vardır. Kürtlerin yeni yerlerinde kendi işyerlerini kurmaları ve yerli esnafın müşterilerini alması tepkiye neden olmuş, Ege’nin küçük yerleşim birimlerinde bu tepki Kürtlerin işyerlerinin tahribine yol açabilmiştir.

“Kürtleri bu beldeden kovacağım” diyen yerel politikacılar ortaya çıkabilmektedir.

Bunlara rağmen göç sürmektedir, ülkenin büyük yerleşim birimlerindeki Kürtlerin sayısı sürekli artmaktadır.

İstanbul’daki ya da batının başka bir yerleşim birimindeki Kürt ile Diyarbakır’daki Kürt aynı Kürt değildir.

Göç eden göç edileni etkiler ama asıl etkilenen kendisidir.

Bu etkilenmenin değişik yerleşim birimlerine göre derecesi ne kadardır; buna alan araştırmasıyla cevap verilebilir ama açık etkilenme olduğu da ortadadır.

Başka bir ifadeyle İstanbul, İzmir, Bursa, Mersin gibi kentlerdeki Kürtler ile Diyarbakır, Hakkari, Şırnak’taki Kürtlerin gelecek tasavvurları farklılaşmıştır.

Kürtlerde ailenin daha geniş ve aile bağlarının da daha güçlü olmasından hareketle diyelim İzmir’deki bir ailenin Diyarbakır’dakiyle mutlaka bağı vardır ve birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler. Karşılıklı diyorum çünkü sadece Diyarbakır’daki İzmir’dekini etkilemez, tersi de söz konusudur.

İzmir ve benzeri kentlerdeki Kürtlerin asimilasyonu söz konusu değildir. İletişim araçlarının bu kadar geliştiği, nerede ne olduğunun hemen duyulduğu, ülkeler arasında bile sürekli irtibat halinde olmanın sorun olmadığı bir dönemde eski asimilasyon zamanını doldurmuştur. Klasik asimilasyonunun olmaması, ciddi bir değişimin olmayacağı anlamına gelmez.

Türklerin bir bölümü –bunların arasında sosyalistlerin bir bölümü de vardır- yeni geleni kabul etmiyor ve kendi kültürünü ona dayatıyor. Burada kültür derildiğinde günlük hayatın alışkanlıklarından aile ilişkilerine kadar geniş bir yelpaze söz konusudur. Göç eden göç edileni etkiler ama eskiden beri orada yerleşik olan bu etkilenmeyi istemeyebilir, reddedebilir, alışması için uzun zaman geçmesi gerekebilir.

Almanya’da “yabancılar bizim kültürümüze uysun” söylemiyle; “Kürt Türk’e uymalıdır” isteği arasında önemli fark bulunmuyor. Aynı durumu dışarıdan göç alan bütün toplumlarda görmek mümkündür. Bizde yaşanılan iç göçtür ama sonuçta farklı olanın gelmesi ve yerlinin de buna tepki duyması söz konusudur. Bu tepki kolayca manipüle edilebilecek bir tepkidir ve zaman zaman da böyle yapılmaktadır.

“Kürt-Türk yoktur, işçiler vardır” anlayışı hiç açıklayıcı ve çözümleyici değildir. Nedenini anlamak zor değildir. Daha önceki yıllarda büyük göç almış başka ülkelere bakın… Orada yerli işçi sınıfının parçası kabul edilen “yabancı işçiler” konusunun nasıl büyük bir sorun olduğunu göreceksiniz. İlgili ülkenin burjuvazisi o “yabancı işçiler”e sosyalistlerden daha iyi seslenebiliyordu.

Kimliği reddedersen, sınıfın ilgili parçasına da gidemezsin.

Yıllardan beri süren savaş ve bunun büyük oranda hızlandırdığı iç göç var. Bunun ortaya çıkardığı sorunlar yepyeni sorunlar değildir. Bize özgü yanları da bulunmakla birlikte iç ve dış göç alan bütün ülkelerde yıllar öncesinde yaşanmıştır ve halen de yaşanmaktadır. Bunları öğrenip anlamak yerine kendi sorununu eşi benzeri bulunmaz bir durum sanmak, kurbağanın gökyüzünü kuyunun ağzı kadar sanmasına benzer.

Yazının konusu olmadığı için üzerinde durmayacağım ama benzeri bir durum 2,5 milyon civarındaki Suriyeliler için de geçerlidir.

Türkiye’de birkaç yıldır kalan Suriyeli ile Suriye’de kalan Suriyeli aynı değildir ve bu başkalaşım kalma süresi arttıkça çoğalacaktır.

Suriyelilerin geldikleri ülkedeki ilişkileri nasıl etkiledikleri el emeğine dayanan işlerdeki büyük ücret azalmasında, Kilis gibi yerleşim birimlerinde “Suriyeli gelin” nedeniyle aile ilişkilerinin sarsılmasında görülebilir. Çok sayıda başka örnek bulunduğuna da eminim.

Suriye’de yasal olarak dört kadınla evlenilebilir. Türkiye’de bu söz konusu değildir ama imam nikahıyla “ek eş” almanın yolu bulunmaktadır.

Son olarak, Batı ülkeleri AKP iktidarının marifetlerini ve devletin başının yasa tanımazlığını biliyorlar. Aynı zamanda mülteci krizi nedeniyle AKP ile anlaşmak zorunda olduklarını da biliyorlar. Merkel’in Türkiye’ye –ki bu AKP’ye demektir- AKP’lilerin “bizi en iyi o anladı” diyerek Merkel’e yaptıkları övgülere bakarsanız durumu kolayca anlayabilirsiniz. Denilebilir ki, Merkel’e kendi partisi içinde gösterilen muhalefet daha fazladır.

“Mülteci krizine ancak Türkiye ile anlaşarak çözüm bulabiliriz” anlayışı Hıristiyan Demokratlar için son derece gerçekçidir. Avrupa Birliği’nin patronu sayılan Almanya’da iktidardaki koalisyonun büyük partisiyle anlaşabilen AKP’nin günlerinin sayılı olduğu ne kadar doğrudur; düşünmekte yarar bulunuyor.

Ülke gittikçe yönetilemez duruma geliyor ama AKP’nin dış destekleri zayıf olmadığı gibi, daha da önemlisi içerde kayda değer bir alternatif de bulunmuyor.