Şuanda 263 konuk çevrimiçi
BugünBugün315
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14283
Bu ayBu ay14283
ToplamToplam10482707
Canlı bomba ve topyekün savaş PDF Yazdır e-Posta


Bu iki isimlendirmenin ayrı ayrı üzerlerinde durmak gerekir.

Canlı bombanın ne olduğunu biliyorsunuz: bedenini ve dolayısıyla hayatını silah haline getiren insandır. Almancada bu konuda yıllar önce yayınlanan bir kitap: Mein Leben ist eine Waffe (Hayatım Silahtır) başlığını taşır. Eylem, eylemcinin de ölümü demektir. En tehlikeli eylemlerde bile eylemi yapanın en azından teorik olarak hayatta kalma şansı varken, canlı bomba eyleminde eylemcinin hayatı gerçekleşen eylemle birlikte sona erer. Bu eylem kişinin üzerindeki patlayıcıyı patlatmasıyla olabileceği gibi, patlayıcı yüklenmiş arabayı seçilen yerde havaya uçurmasıyla da gerçekleşebilir.

Ucuz ve basit bir eylemdir. Eylemcinin yakalanması ve polis tarafından işkenceyle bilgi alınması ihtimali yoktur. Genellikle eylemden daha zor olan eylemcinin geri çekilmesi, gizlenmesi sorunu da yoktur.

Değişik hedeflere yönelik olarak yapılan patlatılan araba (otomobil ya da kamyon olabilir) eylemleri için “yoksul insanın atom bombası” denilmesi bu nedenledir.

Yeterli patlayıcıyı bulun (Ortadoğu’da sorun değildir), bir vasıta bulun (çalın ya da başka yöntemle bulun) ve hayatını kaybetmeyi göze almış bir veya iki insan…

Bildiğim kadarıyla patlayan kamyonları ilk kez 1980’li yılların başlarında Hizbullah Lübnan’da kullanmıştı. Bu ülkede bulunan ABD ve Fransız askerlerinin kışlalarının önünde patlayan iki kamyon her eylemde yüzün üzerinde can kaybına neden olmuş ve iki ülke de askerlerini hemen geri çekmişlerdi.

Canlı bomba eylemi sonraki yıllarda Filistin’de İsrail’e karşı yaygınlaştı. Kişi bir otobüste, diskotekte ya da insanların toplu olarak bulunduğu başka bir yerde üzerindeki patlayıcıyla birlikte kendisini havaya uçuruyor ve duruma göre çok ya da az kişiyi de birlikte ölüme götürüyordu.

Canlı bomba dinci örgütlerin savaşa getirdikleri yeni bir üslup olarak görülebilir. (40 Yıl Sonra TDAS’ta konuyu kısaca incelemiştim.)

Silahlı savaş hep aynı savaş değildir. Katılımcıları tarafından sürekli yeni üsluplar getirilen bir savaştır. Canlı bomba eylemi de böyledir. Masrafsız, kolay, etkili ve topyekün bir savaştır.

Topyekün savaş, hedef gözetmeyen savaştır. Kalabalık yerde bombalı eylem yapıldığında, askeri bir hedef amaçlanmış olsa bile, sivil kayıplar kaçınılmazdır. Burada önemli olan askeri hedeftir, sivil kayıp önemli değildir. O siviller “yanlış zamanda yanlış yerde bulunan insanlar” olarak değerlendirilirler.

Filistin’de Hamas ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün değişik bileşenleri tarafından İsrail’e karşı yapılan canlı bomba eylemlerinin büyük çoğunluğu ise sivilleri hedef alan eylemlerdir. Önemli olan ölenin karşı taraftan olmasıdır; kimdir, önemli değildir.

Bizdeki savaşın bu aşamaya doğru gittiğini görüyoruz.

Bölgede yıllardan beri dinci örgütler tarafından kullanılan canlı bomba eylemi, dinci olmayanlar tarafından da kullanılmaya başlıyor. Canlı bomba din için ya da ulus için hayatını verir. Bilebildiğim kadarıyla canlı bomba eylemcileri bu çerçevede ortaya çıkmışlardır. Bu eylemi yoğun olarak kullanan örgütlerden bir tanesi Tamiller’dir.

Yukarda andığım kitapta belirtildiğine göre Taliban bu örgüte başvurarak canlı bomba istemiş ve kendisine, “Bu iş parayla yapılmaz” cevabı verilmiştir.

Bu eylem türü sık olarak kullanıldığında ekonomik yön de gelişiyor. Filistinli canlı bomba eylemcilerinin ailesine para yardımı yapılıyordu. İsrail bunu anladığı zaman ilk yaptığı iş eylemden sonra eylemcinin ailesinin evini yıkmak oluyordu.

Her durumda kesin bir inanç ve kendini feda etmek isteği olmadan canlı bomba olmaz. Hiçbir parayla böyle insanlar bulamazsınız. Bu nedenle ekonomik yön sonuçta teferruattır denilebilir.

Bu tür eylemleri önlemek genellikle mümkün değildir. Bu konuda istihbarat almak hiç kolay değildir. Hele de eylemi yapan örgüt işi kuralına uygun yapıyorsa çok zor istihbarat bulursunuz.

Polis her türlü örgüte şu veya bu şekilde sızabilir. Sızmanın tipik yolu, kitle ilişkisi üzerinden olmasıdır. Genişlemek örgüte yeni elemanlar getireceği gibi polisi de getirebilir. Bu konuda tipik yöntem, ilişkinin çok dar tutulmasıdır. Bu dar tutmak aynı örgüt içindeki ayrı bir örgüt yapısıyla da sağlanabilir.

Almanya’da Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kitle örgütlenmesi hedefi yoktu. Örgütün amacı, emperyalist merkezde devlete vurmak ve başka ülkelerdeki kurtuluş savaşlarını desteklemekti. Örgüt o kadar dardı ki, üç kuşak eylemcinin ve sempatizanlarının hepsini toplasanız birkaç yüz kişiyi bulmuyordu. Alman polisi bu örgüte bir türlü sızamadı, istihbarat da alamadı.

Benzer bir durum dinci ya da ulusal yanı ağır basan örgütler için de geçerli olabilir. Birbirini yıllardan beri tanıyan, çocuklukları birlikte geçmiş insanlardan kurulan dar bir yapıya sızmak imkansız denilebilecek kadar zordur.

Bu bilgiyi, istihbaratla bu tür eylemler önlenir, anlayışının yanlışlığı için belirtiyorum.

Savaş anlayışı bir çeşit bulaşıcı hastalık gibi yayılır.

Savaşın ahlakı vardır. Bu ahlakın önde gelen kuralı, savaşla ilgisi bulunmayanın hedef alınmamasıdır. Askeri hedeflere yönelik eylemlerde de siviller ölebilir ama bu tür ölümler “eğitim zayiatı” denilen kategoriye girer. Hedef alınmamıştır, böyle olsun istenmemiştir, ama olmuştur.

Bir de sivilleri de hedef alan askeri anlayış vardır. Bu anlayışın en büyük örneği İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanmış ve ilk kez büyük bir savaşta asker ölümleri sivil ölümlerinin gerisinde kalmıştı. Daha sonra da bu anlayış devam etti.

Savaştaki bir taraf ısrarla sivillere yönelirse, bu anlayış bir süre sonra diğer tarafa da yayılır. Bunun öteki adı, topyekün savaşın yayılmasıdır. HDP mitinglerinde bombalar patlarken aynısının bir süre sonra AKP mitinglerinde olmayacağının garantisi yoktur.

Protesto etmek, yanlış bulmak, kınamak iyidir ama bir noktadan sonra anlamlarını kaybederler. Ya karşılıklı olarak durursunuz ya da topyekün savaş yayılarak sürer.

Karşılıklı olarak durmak zorunda kalmak noktasına gelinceye kadar sürdürmek olabileceklerin en kötüsüdür.

İnsanlara büyük sayılar halinde yüklenirken onları bir noktaya getirmemek gerekir. Getirdiniz mi, “ölümden öteye köy yoktur”.

Garantili bir ölümü göze almış insanları durdurabilecek ne istihbarat ne de başka bir mekanizma yoktur.

Bir gazetecinin “Bu olaylara alışmamız gerek” derken söylemek istediği de budur ya da bunu söyleyen nasıl bir ortam yaratıldığının bilincindedir.

Üstüne fazlasıyla gittiniz mi, karşılığı da kaçınılmaz olarak gelecektir ve bunu önlemenin yolu da yoktur.

Ortadoğu çözülmeyen sorunların bölgesidir. Bu bölgede hiçbir büyük sorun çözülememiş, yıllarca kanlı çatışmalara neden olmasına rağmen nesilden nesile sürmüştür.

Sünni-Şii çatışması yüzyıllardır değişik şekillerde bazen şiddetlenip bazen hafifleyerek sürüyor.

Filistin sorunu çözülemedi.

Bu bölgede 1918’de devletlerarasında yapay olarak oluşturulmuş sınırlar sorunu da çözülemedi.

Kürt sorunu da çözülemeyen bir başka sorun…

Bu tür sorunlar nesilden nesile aktarıldıklarında, önemli bir kin ve düşmanlık birikimine neden olurlar ve çatışmalar yıllarca sürüp gider.

Tepkilere aldırmadan radikal bir adım atılıp sorun çözüm yoluna konulmazsa, olup olacağı budur ve işin kötüsü zaman geçtikçe bu adımı atmanın da zorlaşıyor olmasıdır.