Şuanda 266 konuk çevrimiçi
BugünBugün318
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14286
Bu ayBu ay14286
ToplamToplam10482710
Kızıldere ağır bir yenilgiydi PDF Yazdır e-Posta


 

 

Kızıldere ile ilgili olarak her yıl yazılanları tekrarlamak yerine, konuya farklı bir yönden yaklaşacağım. Yazacaklarım da bilinmeyen şeyler değildir, yine de açıkça ifade edilmelerinde yarar bulunuyor.

Kızıldere THKP-C ve THKO kadrolarının, özellikle birincisinin ağır darbe yediği bir yerdir. Daha önce Kartal-Maltepe cezaevinden kaçış oligarşi için büyük darbe olmuştu. Zamanın başbakanı Nihat Erim bu kaçışın ardından “her şeye baştan başlamamız gerekiyor” diyerek bu darbeyi kabul de etmişti. Kızıldere ile yedikleri darbeye fazlasıyla karşılık vermiş oldular.

Esas hedefleri Mahir Çayan’dı. Maltepe’de Mahir Çayan ile Hüseyin Cevahir’in Sibel Erkan’ı rehin tuttukları daireye yapılan operasyonda, Mahir sanılarak Hüseyin öldürülmüştü.

Ardından basında Mahir Çayan ile ilgili karalama kampanyası başladı. “Annesine bağırdı, kendini öldürmekten korktu, polisle işbirliği yaptı” gibi… (Mahir’in annesi daha sonra basılan dairenin önüne getirilmişti.)

Mahir göğsüne kurşun sıkarak intihar etmek istemiş, ancak kalbini tutturamamıştı. Savcının iddianamesinde bile bu vardı: kendine savaşçı diyen kişi korktu ve kendini öldüremedi!

Devrimci hareket içinde ise spekülasyonun bini bir paraydı.

Mahir daha sonra yazdığı şiirinde, “bu adam zehirli okların hedefi” derken bunu kastediyor olsa gerektir. Burjuvaziden beklenir, normaldir, ama iş bununla kalmıyor, sol hareket içinde Mahir’e yönelik acayip bir kampanya yürütülüyordu. Bunların en azından bir bölümünü mutlaka duymuştu.

Daha sonra hapisten kaçış ve daha önce hazırlandığı belli olan ayrılık geldi. Mahir’in varlığı; Münir Aktolga, Yusuf Küpeli, Sina Çıladır’ın başını çektiği ve kitle ilişkilerinin önemli bölümünü de birlikte götüren ayrılığı engellemeye yetmemişti. Bu ayrılıkta Mahir ile ilgili spekülasyonlar ne kadar etkili olmuştu, bilinmez ama hiç etkili olmadıkları da herhalde söylenemez.

Sonra Ulaş Bardakçı öldürüldü ve Ziya Yılmaz İstanbul’da yakalandı. Bu operasyonun ardından Mahir ile birkaç kişinin Ankara’ya gittikleri ortaya çıkacak ve “burada yoklar” diye birkaç aydır görece serbest olan Ankara’da yoğun polis baskısı yeniden başlayacaktı.

Ankara’da barınmak çok zor olduğu için burada da kalmadılar.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilecekleri kesinleşmişti ve bu idamlar oligarşi ile devrimciler arasında prestij savaşına dönüşmüştü. Serbest bırakılmalarından vazgeçtik ama idamlar engellenebilirse, devrimciler için büyük başarı olacaktı.

İdamlara karşı çok sayıda imza toplanmıştı ama bunun işe yaramayacağı biliniyordu.

Karadeniz’de üç İngiliz teknisyeninin kaçırılması zayıf bir eylemdi. Oligarşinin üç teknisyenin hayatı karşılığında idamlar konusunda pazarlığa oturması beklenemezdi. Nitekim İngilizlerin hayatını dikkate bile almayacaklardı. Eylem başka imkan olmadığı için ama bir eylem de yapılması gerektiği için yapıldı denilebilir. Yabancı bir elçinin kaçırılması çok daha etkili olurdu ama bunun için yeterli istihbaratın bulunmamasının ötesinde, Ankara’da yeterli gizlenecek yer bulunmuyordu.

Ardından şu sorulabilir: üç kişiyi kaçırdıktan sonra 11 kişinin bir arada bulunması gerekli miydi?

Burjuvazi üst düzey kadroları bir arada yakaladı mı, infaz eder.

Kızıldere’den iki kişi sağ kurtulacaktı. Saffet Alp kont gerilla tarafından orada infaz edilir. Ertuğrul Kürkçü’nün sağ kalması daha geç yakalanması nedeniyledir. Kontr gerilla elemanları oradayken bulunsaydı, onu da infaz ederlerdi.

Bu kadar insanın birlikte bulunmasına hiç gerek yoktu. Kaçabilirler miydi, başka yerde yakalanmazlar mıydı; bilinmez ama her durumda Kızıldere’de buna gerek yoktu.

O dönem hepimizde ölüm psikolojisi vardı, fazla yaşamayacağımıza inanıyorduk. Tanıdığımız insanlar öldürülmüştü. Ankara açısından Ulaş Bardakçı gibi, Koray Doğan gibi… Ve biz de fazla yaşamayacaktık. Bu duygu Kızıldere’dekilerde de bulunuyordu. Bu psikoloji dikkate alındığında “şöyle yapılmalıydı” türünden belirlemeleri konuşmak kolay, yerine getirmek zordur.

En azından birkaç kişinin orada bulunması hiç gerekli değildi. Bunlardan bir tanesi Mahir’dir. Mahir Çayan yaşamalıydı ama kendisinin oradan ayrılmaya şiddetle itiraz edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerektir. Örgüt Mahir’den ibaret olmadığına göre, karar da sadece kendisine bırakılmamalıydı; ama neyse işte, böyle oldu.

Mahir oradan ayrılsaydı ve hayatta kalsaydı kendisi hakkında korkunç spekülasyonlar yapılacağını da mutlaka biliyordu.

Bunlara dayanmak gerekir demek kolay, o ortamda bunu yapmak ise hiç kolay değildir.

Burada birkaç noktayı belirtmek gerekir:

Birincisi: Mahir devrimci harekette ender yetişen bir insandı. Önemli teorik birikiminin yanı sıra teoride yetenekli bir insandı. Kendini aşmasını ve yenilemesini bilen birisiydi.

1970’li yılların başlarında TİP dışında herkes ülkenin yarı sömürge ve yarı feodal olduğundan, devrimin Milli Demokratik Devrim ya da toprak devrimi olduğundan söz ederken; dışa bağımlı kapitalist ülke tespiti yapmak, anti emperyalist ve anti oligarşik devrimden söz etmek büyük bir adımdır.

Mahir, kapitalizme karşı bir devrimi savunuyordu ve bu devrim bildiğimiz sosyalist devrim değildi; demokratik bir devrimdi. Bunu açıkça yazmamıştır ama yazdıkları yorumlandığında, devrimin müttefiki olarak saydığı kesimler dikkate alındığında durumun böyle olduğu görülür. Tarım burjuvazisini devrimin müttefikleri ya da tarafsızlaştırılacak güçler arasında saymayan Mahir, tarımda kapitalizme karşı devrimi savunuyordu.

Milli Demokratik Devrim hareketinden geldiği için bu hareketin etkilerinden tümüyle kurtulduğu söylenemezdi ama attığı büyük bir adımdı.

THKP-C’liler arasında bile anti emperyalist, anti oligarşik devrimin kapitalizme karşı devrim olduğunu anlayanların sayısı fazla değildir.

Teorik olarak birikimli ve yetenekli Mahir Çayan’ın öldürülmesi bütün devrimci hareket için büyük kayıp olmuştur.

İkincisi: Mahir Çayan yaşasaydı, bugünkü Mahir gibi efsaneleşmezdi. Kızıldere’den sonra bile özellikle Mahir Çayan için PDA (o dönem güçlü sayılırdı, şimdiki Vatan Partisi’nin öncelidir) ve yeni güçlenmeye başlayan TKP tarafından hiç de iyi değerlendirmeler yapılmıyordu. Buna başkalarını da eklemek gerekir.

Üçüncüsü: Mahir hayatta kalsaydı bile THKP-C hareketinin parçalanmasını engelleyemezdi. Bu kadar çok parçaya ayrılmayabilirdi ama yine de parçalanırdı. Unutulmaması gerekir ki, kendini yaşarken de bu hareket büyük bir ayrılık yaşamıştı.

Kızıldere büyük bir kayıptır. Bu derecede olmayabilirdi.

Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır denir yani uzun bir yoldur. Böyle bir yolda nedeni ne olursa olsun bir örgütün önde gelen kadrolarının imhasına yol açacak adımlardan uzak durmak gerekir.

Spekülasyon olur ve olsun ve sanki başka türlü yapsanız olmayacak mı, yine olacaktır. Devrimci harekette her dönem bulunan pislik tiplere aldırmamak gerekir. Bunlar şimdi azaldı, eskiden epeyce fazlaydılar. Birilerini karalayınca kendilerinin yükseleceğini sanıyorlardı ve böyle olmadığının anlaşılabilmesi için yılların geçmesi gerekti.

Devrimci harekette bugünkü birbirine saygının, azçok değer bilmenin 44 yıl önce çok az bulunduğunu belirtmek gerekir.

Kızıldere’den 44 yıl sonra yapılabilecek en önemli belirleme; insanınızın değerini zamanında bilin olsa gerektir.