Şuanda 330 konuk çevrimiçi
BugünBugün380
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14348
Bu ayBu ay14348
ToplamToplam10482772
Seri katil PDF Yazdır e-Posta


Toplam üç cinayetin şüphelisi Atalay Filiz için “seri katil” deniliyor.

Üç cinayetle seri katil olunmaz, sayının en azından 5-10 arasında bulunması gerekir.

Garip bir ülke! Kürt kentlerinde çok sayıda kişi öldürülür, askeri araba geçerken bomba patlar, 5-6 kişi ölür; ama seri katil denilen kişiye daha büyük ilgi gösterilir.

Farklı zamanlarda üç ayrı kişiyi öldürmekle seri katil olunmaz; bizde olur, orası başka!

İyi ve kötü çok sayıda öykü, şiir ve roman yazılır. Her konuda yazılır ama bizde polis romanı veya polisiye öykü yazımı zayıftır. Bu alanda sadece Ahmet Ümit’i biliyorum, belki bilmediklerim de vardır ama bu alanda pek yazar bulunmaz.

Neden derseniz, açıklaması zor değildir.

Polisin yıllarca “yatır falakaya, ver elektriği” anlayışıyla çalıştığı bir ülkede işkence romanı yazılabilir, ama polis romanı kolay kolay yazılamaz.

Polis romanı bir cinayetin ya da cinayetler dizisinin veya büyük bir hırsızlığın ya da soygunun kanıt toplanarak, kafa çalıştırılarak, olaylar birbirine bağlanarak çözülmesini içerir. Çözüm işkenceye bırakılmışsa, buradan da ancak işkence romanı ya da öyküsü çıkar.

Sizlere Sherlock Holmes’u anlatayım. 19. yüzyıl sonlarında Londra’da yaşayan bir İngiliz dedektifidir. Yaratıcısı Conan Doyle’un asıl mesleği doktorluktur ama yarattığı roman kahramanıyla tanınmıştır. Holmes’un yardımcısı Watson da doktordur.

O dönemde kamera kaydı bulunmuyor. Ortam dinlemesi yok, telefon olmadığı için telefon da dinlenemiyor. Parmak izi bile yok. Bu durumda bir cinayeti kanıtları değerlendirerek, olayları birbirine bağlayarak, gerektiğinde işkencesiz sorgular yaparak nasıl çözersiniz?

Böyle bir süreçten polis romanı çıkar.

Konuya merakımın nedeni, lise yıllarındayken kusursuz cinayete çok kafa yormuştum. Sherlock Holmes’un Türkçede çıkan bütün maceralarını defalarca okudum diyebilirim. 14 yaşında ve ortaokul son sınıftaydım. O zaman bile gözüm sürekli yeni çıkan kitaplarda olduğu için Ankara’da hatırlamadığım bir yerde Sherlock Holmes’u gördüm ve harçlığımla aldım. İlk hangi kitabı okudum; Dörtlerin Esrarı mıydı, emin değilim.

Okuduğum ilk kitap müthiş hoşuma gitti ve sonrakileri merakla beklemeye başladım. Çıktıkça aldım, okudum, önceden okuduğumu yeniden okudum.

Ortaokul son sınıftaydım ve o yıllarda ortaokulu bitirme sınavları vardı. Bütün gece evdekiler uyuduktan sonra Sherlock Holmes okurdum. Görseler kızarlardı tabii, bu nedenle…

Sınıf geçmek sorun değildi, ama Holmes’u okumadan olmazdı.

Birbiriyle ilgisizmiş gibi görünen olayları birbirine bağlamayı, analitik düşünmeyi –böyle yaptığımı bilmeden- ilk olarak o zaman öğrendim.

Holmes’un bazı olaylarında geçen düşünme tarzını hala hatırlarım.

Bir cinayet işlenmiş. Eve gelen kişi kapıyı açarken silah sesi ve hemen ardından barut kokusu duyuyor. Evdeki kişi yeni öldürülmüş ve katil de pencereden kaçmış. Evde bulunan kadın, açık camdan birinin girip adamı –öldürülen eşi miydi hatırlamıyorum- öldürdüğünü söylüyor. Yakın arkadaşlarında anahtar var, tam eve geldiğinde cinayet işleniyor.

Holmes her zaman olduğu gibi yanındaki Scotland Yard müfettişiyle olay yerine gidiyor. Kapıyı açan kişi barut kokusunu hemen duyduğuna göre evde hava akımı vardı, yoksa koku bu kadar hızlı yayılamazdı ya da pencere açıktı. “Ama, diyor, pencere uzun süre açık kalmamış.”

Pek bir şeyden anlamayan müfettiş soruyor:

“Nereden biliyorsunuz?”

Holmes masada duran ve aydınlatma için kullanılan mumu gösteriyor:

“Mumun bir tarafı eriyip akmamış.”

Sonuç, pencerenin kısa sürede kapatıldığı ve bunu yapabilecek tek kişinin evdeki kadın olduğudur. Buradan hareketle cinayetin çözümünde ciddi bir adım atılmış oluyor.

Ne aradığınızın yanı sıra onu nerede arayacağınızı biliyorsanız, çözüme yakınsınız demektir.

Yine Holmes’un bir saptamasını hep hatırlarım: çözülmesi mümkün olmayan tek cinayet türü vardır, bu da nedeni olmayan ya da bilinemeyen cinayettir.

Kamera kaydı yok, katili gören yok, parmak izi de yok ve ek olarak “bu cinayet neden işlendi” sorusuna cevap da verilemiyorsa, çıkmaza girilmiş demektir.

Bugünkü teknik imkanların hiç birisi yok ama küçük ipuçlarını birleştirip epeyce uğraşarak sonuca gidebiliyorsunuz.

Holmes’un öykülerinden bir tanesi “Karın Deşen Jack” adını taşır ve Londra halkını yıllarca dehşete düşüren bir katili anlatır. Tam hatırlamıyorum ama Jack 17 kadını öldürmüştü. Büyük kentin değişik bölgelerinde değişik zamanlarda sokakta müşteri bekleyen kadınları karınlarından bıçaklayarak öldürüyor. Adamın tipi de belli değil… Görenler son kez görmüş oluyorlar ve öldürülüyorlar.

Şimdi olsa her sokakta kamera var. Birisinden birisine mutlaka yakalanır ve tipi belli olur.

DNA analizi var. Kadının elbisesine dokunması yeter, iz bırakır.

Bu teknik imkanların bulunmadığı bir dönemde Jack nasıl yakalandı?

En başta öldürme tekniğinden adamın yapısını çıkarıyorsunuz. Şimdi tam hatırlamıyorum ama cinayetlerin ortak bir noktasından adamın gemici olduğunu çıkarıyordu.

Yine unutmadığım belirlemelerinden bir tanesi Cuvier ile ilgiliydi. Cuvier eski çağlarda yaşamış ve sadece fosilleri bulunan hayvanları inceleyen bir bilim insanıydı. “Cuvier’e tek kemik gösterin, size hayvanın anatomisini çıkarır. Cinayet çözümü de buna benzer.”

Bunun için müthiş bir tecrübe ve bilgi birikimi gerekiyor.

Bu tür çözümlemelerden polis romanının dik alası çıkar!

Bizden çıkmaz.

 

En fazla üç kişiyi öldüren “seri katil” çıkar!