Şuanda 212 konuk çevrimiçi
BugünBugün777
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14745
Bu ayBu ay14745
ToplamToplam10483169
Bitti diyemeden bitti! PDF Yazdır e-Posta


 

 

Milli takımın rezil bir performans sergileyerek İspanya karşısında ağır bir yenilgi yaşaması iyi oldu, çünkü bu başarısızlık başarıya fena halde ihtiyaç duyulan bir dönemde gerçekleşti.

Türkiye, FIFA’nın tanımıyla bir “futbol ulusu”dur. Futbol milyonlarca insan tarafından izlenmekte, kazanılan başarı ya da başarısızlık günlük sorunların önüne geçebilmektedir. İspanya ile kazara berabere kalınabilseydi, bunun tantanası en az bir hafta sürerdi. “Avrupa Avrupa duy sesimizi” denir, ardından susulurdu.

Önemli değil, anısı yıllarca yaşardı.

Futboldaki durum bizdeki kapitalizmin özelliklerini anlamak için aydınlatıcıdır.

Kapitalizmde performans esastır. Yapamazsan gidersin ve bunun için de sonuna kadar beklenilmez.

Fatih Terim’in ücretini tartışmak konuya yanlış yerden bakmaktır.

Ulusal piyasanın yanı sıra büyük bir dünya piyasası bulunuyor ve milli takımlar da bu piyasada bulunurlar. Milli takım antrenörü de ulusaldaki gelir durumundan bağımsız olarak uluslararası fiyatlara göre ücret alır.

Fatih Terim’in yıllık ücreti Avrupa Futbol Şampiyonasına katılan takımların antrenörleri arasında üçüncü sıradaymış. Almanya milli takımı antrenörü Löw’den bile daha fazla ücret alıyor. Türkiye milli takımı şampiyonaya katılanlar arasında bırakın ilk üçü, ilk ona bile giremeyecek iken, bu kadar yüksek ücretin nedeni nedir, diye sorulabilir.

Küresel kapitalizm koşullarında gerekli başarıyı gösterirsin, buna uygun fiyat neyse ücretini alırsın. Bu ücret çok yüksek olabilir ama kapitalizmin kurallarına uygundur.

Fatih Terim’in durumu bizdeki kapitalizmin özelliklerini de yansıtıyor. Burada gösteriş, karizmatiklik, istenilen yönde mesajlar vermek önemlidir. Sonuçta beceriksiz bile olsanız pohpohlanarak bir yere kadar tersiymiş gibi gösterilebilirsiniz.

Önemli olan dünya piyasasında kepaze olmak değil, içerde tersi yönde görüntü verebilmektir.

Bunun için “biz bitti demeden bitmez” türünden afili sözler edilir.

Arada bir kazanılan bir galibiyet şehitlere adanır.

Milliyetçilik, Atatürkçülük çerçevesinde ortama uygun beyanlar verilir.

Kabadayı bir görüntü verilmeye özellikle dikkat edilir.

Uluslar arası piyasada değeriniz kalmaz ama ulusal sınırlar içinde hem para kazanır hem de itibar görürsünüz.

Ön plandaki kişilerin sınırlar dışında ciddiye alınmamaları RTE sayesinde gelişmiş bir durumdur.

Kendisi Avrupa Birliği Parlamentosuna, şu veya bu başbakana atıp tutar, başka ülkelerdeki yayın organlarının redaktörlerini mahkemeye vermeye kalkar; biraz gürültü olur, sonra kimse konuşmamaya başlar.

Konuşmazlar, yaparlar…

Tehdide, palavraya, afili görüntülere kulak asmak gerekmez.

Karşıdakinin önemli dertlerinden bir tanesi, her zaman gündemde olmak, herkesin kendisinden söz etmesidir.

Sınır içi yetmiyor, dışarıda da böyle olacak ki, bu durum sınırlar içinde de kullanılabilsin.

“Mültecilere geri kabul anlaşmasını bozarız” denildi; kibarca “bozun da görelim” cevabı verildi ve bozulamadı.

Görüntüye, afili çıkışlara değil de gerçek duruma bakarsanız, Türkiye’nin elindeki mülteci kozu oldukça zayıflamış durumdadır. Kendini gücünün çok üzerinde göstermek uluslararası kapitalizmde tutmuyor ya da ömrü kısa sürüyor. Tribünlere oynandığını herkes biliyor ve “haydi yap da görelim” deniliyor.

1 Temmuz geldi. Avrupa Birliği ülkelerine vizesiz gidileceği ilan edilmişti. Durum tehlikeye girince önce tehdit edildi: mültecileri üzerinize salarız!

Sonra bakıldı ki, Balkan yolu kapanmış durumda… Yunanistan adalarına gidebilenler de bu ülkeden ilerisine geçemiyorlar ve bu durumda gitmek isteyenlerin sayısı da hayli azalmış durumdadır; seslerini kestiler.

İngiltere Başbakanı Cameron, “Türkiye 3000 yılında AB üyesi olabilir” diyerek dalgasını da geçti ve hayret RTE, “İngiltere’yi atar, biz gireriz” demedi.

Haftaya yapılacak oylama sonucu İngiltere belki de kendi isteğiyle AB’den çıkacak.

İster çıksın isterse çıkmasın, gerekli planlar çoktan hazır.

Halk İngiltere’nin AB’de kalmasını isterse, Cameron’un AB içindeki eli zayıflayacak…

Şimdiye kadar “çıkarız” diye dayatmalarda bulunuyordu, artık bulunamayacak…

İngiltere AB’den çıkarsa, Almanya bu kez Fransa’ya iyice yüklenecek ve çekirdek Avrupa oluşumuna hız kazandırmak isteyecek.

Bu Avrupa Almanya-Fransa-Avusturya ve Benelüks ülkelerinden oluşuyor. Bir başka adı da “iki vitesli Avrupa”dır.

Gücün artması veya azalmasının hemen görülebilen sonuçları vardır.

Tribünlere kendinizi yutturabilirsiniz ama uluslararası ekonomi ve politika piyasasında hesaplar başka türlü yapılıyor. Lafa ya da görüntüye değil performansa bakılıyor, görünenin arkasındaki güç dikkate alınıyor.

Fatih terim’in biyografisi yazılsa ve burada da kişinin durumuyla ülkedeki kapitalizmin özellikleri arasındaki bağlantıya dikkat çekilse iyi olur.

Kimisi AB’yi azarlar, kimisi “biz bitti demeden bitmez” diyerek uluslararası bir şampiyonada postasını atar; ardından da yerlerine oturmak zorunda kalırlar.

Cevap vermeye hiç gerek yok; yaparsın, yeter!

Artan sayıda insan palavrayla gerçeklik arasında gittikçe artan açıdan rahatsız olacaktır.

Acele olarak başarı gerek ama olmuyor.

Vizenin kalkması gerçekleşmedi, AB’nin söz verdiği milyarlarca Avro hala gelmedi, futbolda da başarısızız!

Birisinde biraz olsun başarı kazanılabilseydi, buradan diğerlerine yönelik genelleme yapılabilirdi; ama olmadı.

Bence dünkü İspanya maçı gecesinin en dikkat çekici olayı uzun sürmeyen bir marştı.

Türkiye 3-0 mağlup ve tribünlerden “10. Yıl marşı” duyuluyordu!

Bunun karşısında ne söylenebilir ki!