Şuanda 174 konuk çevrimiçi
BugünBugün754
DünDün6244
Bu haftaBu hafta14722
Bu ayBu ay14722
ToplamToplam10483146
Bir ölümün ardından: Necat Erder PDF Yazdır e-Posta


Necat Erder adının okurların büyük çoğunluğu için tanıdık olmadığını düşünüyorum.

Erder SBF’yi bitirmiş, sonra Sorbonne’da doktora yapmış ve akademisyenlik hayatına SBF’de başlamış. 27 Mayıs sonrasında Devlet Planlama Teşkilatı Sosyal Planlama Dairesi Başkanı olur, ardından ayrılmak zorunda kalır ve ODTÜ’de öğretim üyesi olur. TİP ve SHP bilim kurullarında bulundu ve geçtiğimiz günlerde vefat etti. 88 yaşındaydı.

Erder ile 1969’da ODTÜ’de bir dönem yollarımız kesişti. Ben ikinci sınıftaydım ve program gereğince teknik olmayan seçmeli bir ders almam gerekiyordu. O zamanki adıyla İdari İlimler Fakültesi’nde verilen History of Political Ideas (Politik Düşünceler Tarihi) dersini aldım. Bu ders okulu bitirmek üzere olanlar tarafından alınırmış ama ben aldım. Hocası Necat Erder’di.

İyi bir hocaydı. Marksistti ve çoğu marksistte olmayan bir özellikle konusunu iyi biliyordu. Küba gibi küçük bir ülkedeki sosyalizmin işleyişinin ve sorunlarının büyük ülkelere genelleştirilemeyeceğini ilk burada öğrenmiştim. Derse devam mecburiyeti olduğu gibi İngilizce bir paper hazırlamak, bunu sunmak ve dönem sonunda da yazılıya girmek zorundaydınız.

Dersten AA (100) aldığımı hatırlıyorum.

Sonraki yıllarda adını değişik basın organlarında okudum ama teknik bir bölümde okuduğum için o bölümle işim olmadı.

Necat Erder 12 Mart 1971 darbesinden sonra ODTÜ ve Türkiye’den ayrılmak zorunda kaldı ve Dünya Bankası’nın iş teklifini kabul edip ABD’ye gitti.

Marksist bir iktisatçı Dünya Bankası’nda nasıl çalışabilir, diye sorabilirsiniz. Sonuçta herkes geçinmek için para kazanmak zorundadır ama Dünya Bankası’nda çalışmak bir işverene beyin ve beden emeğini satmaktan farklı bir şeydir. Dünya Bankası kapitalizmin dünya çapında işleyişini ve geleceğini düzenleyecek makro projeler üzerinde çalışır.

O yıllarda bu tür şeyler normal karşılanırdı diyebilirim. Dünya Bankası’nda çok sayıda solcu çalıştığından eminim. Bir tanesi 12 Mart darbesinden sonra kurulan ve Reform Hükümeti olarak anılan 1. Erim Hükümeti’ndeki Atilla Karaosmanoğlu’dur. Sol bir isim olarak biliniyordu ve yanlış hatırlamıyorsam Dünya Bankası’ndan gelmişti.

Bu hükümet toprak reformu da dahil olmak üzere bazı reformlar yapmak düşüncesindeydi. Yapardı yapamazdı, bilinmez ama yönelimleri buydu.

Mahir Çayan’ın bu dönemdeki politik tahliline her zaman dikkat çekerim. Muhteşem bir tahlildir. Hükümetin amacının aydın küçük burjuvaziyi yedekleyerek sanayi burjuvazisinin yolunu açacak reformlara yönelmek olduğunu, kitle tabanı sağladıktan sonra da sola vurmaya yöneleceklerini, onlara bu fırsatın verilmemesi gerektiğini savunur. Elrom’un öldürülmesinin ardından aydınların kitle halinde tutuklanması ve ülkede esen terör dalgası bu hükümetin de sonu olur.

Böyle bir tahlil ancak iyi eğitim görmüş (Mahir SBF mezunuydu), yabancı dil bilen (Fransızca bilirdi) ve kendini sürekli geliştiren birisi tarafından yapılabilirdi.

O yıllarda Milliyet’te köşe yazıları yazan Ali Gevgilili’nin dikkatle izlenmesi gerektiğini Mahir’den öğrenmiştim. Mahir’e göre Gevgilili işbirlikçi tekelci sanayi burjuvazisinin görüşlerini savunuyordu. Gevgilili toprak reformunu, asalak sermayenin tasfiyesini savunan birisiydi. Montaj sanayisi temelinde yükselen sanayi burjuvazisinin gelişme yolunun temizlenmesini savunuyordu.

Mahir Çayan’ın güncel durum analizi, o dönemin şartları dikkate alınacak olursa ancak olağanüstü olarak tanımlanabilir.

Erder 1976’da ülkeye döndükten sonra Ahmet İsvan ve Bülent Ecevit’e danışmanlık yapacaktır.

Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nda (TDAS), Dünya Bankası’nın küçük üreticiliği kredilerle destekleme projesini ve bunun da Ecevit’in köy-kent projesiyle uyum içinde olduğunu yazmıştım.

Dünya Bankası her şeyi kötü yapmaz. Yoksullaşmanın hızını azaltmak için küçük köylünün kredilerle desteklenmesini savunur ama sonuç olarak bu bankanın amacı kapitalizmin dünya çapındaki çıkarlarının korunmasıdır.

Kendisini marksist olarak gören iktisatçılar da bu bankada çalışabiliyorlardı.

Buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir:

İnsanın görüş olarak sosyalist olmasıyla, politik olarak sosyalist olması uyuşmayabiliyor. 1960’lı yıllarda ve 1970’li yılların ilk yarısında bu durum normal karşılanır daha doğrusu üzerinde düşünülmezdi.

İyi bir iktisatçı, sosyalist ve Dünya Bankası çalışanı…

Garip değil mi!