Şuanda 256 konuk çevrimiçi
BugünBugün1434
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15402
Bu ayBu ay15402
ToplamToplam10483826
Tarih anlayışı PDF Yazdır e-Posta


İki sınav da bitti ve insan tahmininde yanılabilir ama ikisinden de geçerim, dahası, yanılacağımı da sanmıyorum. Pazartesi günü girdiğim ve “Claude Levi Strauss ve yapısalcılığın ortaya çıkışı” yazılı gibisini yaşamamıştım. Üç boş kağıt ve tek soru… Üç sayfa yazmanız isteniyor ve tek soru var. Bundan en az 80 almazsam şaşıracağım.

İkincisine hazırlık metinlerinde beni özellikle ilgilendiren konu, tarih anlayışıydı. İspanyollar tarafından yaklaşık 500 yıl önce yıkılan İnka devletinin tarihi araştırılırken hangi zorluklar çıkar? Bu, özel bir soru değil, İnka yerine başka isim de olabilir.

O zamandan kalan yazılı metinler bulunuyor ama bunları inceleyip sonuçlar çıkarmak doğru değil çünkü bunlar İspanyollar tarafından yazılmış, dolayısıyla işgalcinin bakış açısını yansıtıyor.

“Halklar kendi tarihlerini yazmadıkça başkaları yazacaktır” belirlemesini biliyorsunuz; yanlış denilebilecek kadar eksik bir belirlemedir.

İspanyol araştırmacıların 500 yıl kadar önce İnka yöneticileriyle yaptıkları söyleşiler bulunuyor. Bunlar egemenlerle yapılan söyleşilerdir ve doğal olarak onların bakış açısını yansıtır.

Burada ortaya çıkan sorun, benzeri söyleşiler halktan insanlarla yapılsaydı da ortaya çıkardı. Yazarın kendisine iletileni aynen yazdığını kabul etsek bile çıkardı.

İnsanlar aynı olayı bakış açılarına göre farklı değerlendirebilir. Bu nedenle aynı olay hakkında birbiriyle çelişen birden fazla değerlendirme bulunabilir. Söz konusu kişilerin tamamı çoktan ölmüş olduğu için, çelişkileri ortadan kaldırmak amacıyla ek sorular sormanız da mümkün değildir. Elde ne varsa onlardan hareket etmek zorundasınız.

Kişilerin aynı olay hakkında yaşadıkları bölgeye göre değişen değerlendirmeler yaptıkları görülüyor.

Çözüm yolu olarak, olabildiğince fazla sayıda birbiriyle çelişen değerlendirmelerin toplanması ve bunlar aracılığıyla söz konusu olay ya da o döneme ait özelliğin daha boyutlu anlaşılması savunuluyor. Değerlendirmenin birisi doğru diğerleri yanlış değildir, farklı bakış açılarından kaynaklanan farklı değerlendirmeler vardır ve hatta aynı olayın bile farklı aktarılması söz konusudur. Tek çözüm, geniş bir perspektifle söz konusu olay hakkında yapılmış bütün aktarımları dikkate alarak çok yönlü bir kavrayışa ulaşmaktır. Sonuçta hiçbir şey tümüyle yanlış değildir, önemli olan içindeki doğruyu ya da doğruya yakın olanı bulmak ve bunu diğer aktarımlarla birleştirmektir.

Tarihle ilgili bir başka konu, geçmişte anlatılan dönemi, o dönemin kavramlarıyla düşünmeye çalışmaktır. Tarihçi konuyu daha iyi bilendir çünkü sonra yaşadığı için tarihin nasıl geliştiğini biliyor. Tarihçinin daha iyi bilen olarak konuya yaklaşması, tarihi olay aktarmanın ötesine götürememek anlamını taşır. O dönemin insanlarını anlayamaz. O insanlar ki, sonra yanlış olduğu ortaya çıksa bile, belirli düşüncelere inanarak hareket etmişlerdir. O dönemi bugünün kavramlarıyla anlamaya kalkarsanız, boşlukta kalırsınız.

İnsanlar o dönemde hata yaptıklarını düşünmüyorlardı ve tarih de böyle yapıldı. Sonraki yıllarda tarih başka türlü gelişir ve o insanların o zaman yaptıklarının doğru olmadığı ortaya çıkar. Durumu yanlış değerlendirmişlerdir. Konunun sadece bu yanını görerek o tarihi anlayamazsınız. Ya geçmişi idealize ederek o zamanın kavramlarını bugüne aktarmaya çalışırsınız ya da “yaptıkları saçmalıktı”dan hareketle dönem hakkında hiçbir şey anlayamazsınız.

Bir kavramı diğerine çevirirken dikkatli olmak gerekiyor. Bazen kavram kelime olarak aynı kalıyor ama içeriği değişiyor. Farklı kavramlara sahip bir dönemi bugüne aktarırken, o günün kavramlarını bugünkülere çevirmek zorundasınız ve bunu yaparken dikkatli olmak gerekir. İçerikteki büyük değişime dikkat etmeden aynı kavramı sanki değişmemiş gibi kullanırsanız, yanlış yaparsınız.

Kimin yaptığını hatırlamıyorum ama şöyle bir belirleme vardı: geçmiş gelecekten daha zordur çünkü bugüne göre sürekli yeniden şekillenir.

Geçmişe nasıl bakıldığı bugün içinde bulunulan duruma bağlıdır. Bu anlamda tarih bugündür. Sadece tarihin bugünün şekillenmesine olan etkisi anlamında değil, bugün de tarihi etkiler. Yıllar öncesindeki bir olay bugün farklı diyelim on yıl sonra daha farklı değerlendirilebilir. Olay değişmemiştir ama yorumu değişmiştir ve muhtemelen daha da değişecektir. Bu nedenle, geçmiş aynı zamanda bugündür denilebilir.

Anlamak hak vermek, doğru bulmak demek değildir ama doğruydu ya da yanlıştı diyebilmek için önce anlamak gerekir.

Dönemini kavrayıp geleceği çok iyi tahmin edebilen öngörüler var. Bunlara “geleceğe yönelik tarih” demek mümkün olabilir. Kısa bir cümlede çelişkili bir anlayış: tarih geçmiş demektir; geleceğe yönelik tarih ise, geleceğin geçmişidir ya da bugündür.

1960’lı yılların başlarında Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde (DAC)  İstatistik Dairesi Başkanı Fritz Behrens, “Bu şekilde devam edersek 25 yıl sonra yıkılacağız” belirlemesinde bulunmuş ve hemen görevden alınmıştı. Behrens sadece tahmin yapmadı, gerekçelerini de sayarak bu sonuca ulaştı ve yaklaşık 25 yıl sonra da DAC yoktu. 1960’lı yıllarda bu tahmini yapan sadece o değil, başkaları da var. 1960’lı yıllar reel sosyalizmin geleceği için belirleyici olan yıllardır ve o yılları anlamak için olay aktarımıyla yetinmemek gerekir.

“Bu iş böyle gitmez, değişim gerek” diyenler aralarında anlaşamıyor, farklı çizgiler var. Anlaştıkları tek nokta, neyin olmaması gerektiği konusudur, ama bu konuda anlaşmak, neyin olması gerektiği konusunda da anlaşmayı gerektirmiyor.

O dönemi anlamak istiyorsanız, o dönemin kavramlarını kullanmak zorundasınız.

Reel sosyalizmin ya da sosyalizmin herhangi bir çeşidinin üretici güçleri kapitalizmden daha hızlı geliştiremeyeceği 1990 sonrasında açık olarak –en azından görmek isteyenler için- görüldü. 1960’lı yıllarda ise farklı düşünülüyordu. Tarihsel materyalizm toplumları üretici güçlerin gelişme düzeyine göre sınıflandırır. Sosyalizm daha ileri bir sosyo-ekonomik düzen ise, üretici güçlerin gelişmesinde daha ileri bir aşamayı temsil etmesi gerekir. Kapitalizme yetişmek ve onu geçmek o yıllarda sosyalizmin ana hedefidir ve bir dönem böyle yapılabileceğine de inanılmıştır.

Bu düşünce nasıl hayata uygulandı, farklı bakış açılarından nasıl yorumlandı ve nasıl sonuçlandı konusunun anlatılması; o dönemin tarihinin anlatılmasıdır. Farklı anlayışlar ve bunların mücadelesi var. Tarihin anlatılması, bu mücadelenin anlatılmasıdır.

Yakın dönem tarihi olduğu için, 500 yıl önceki tarihe göre önemli avantajı bulunuyor. Bu avantaj ikilidir:

Birincisi; çok sayıda ve farklı bakış açılarını yansıtan doküman bulunuyor. Filanca kesimin değerlendirmesi eksik kalmış gibi bir durum söz konusu değildir.

İkincisi; küresel tarih anlayışı çerçevesinde hareket edilebilir. Sosyalizmin kendine özgü apayrı bir tarihi yoktur. Bu tarih daima kapitalizmle ilişki içinde şekillenmiştir. 1917-1991 dönemindeki kapitalizm tarihi için de aynısı geçerlidir. Karşılıklı etkilenmenin boyutları farklı ama sonuçta bu etkilenme dikkate alınmadan herhangi bir sistemin tarihi yazılamaz.

Yetişmek ve geçmek anlayışı da kendini kapitalizme göre tanımlamayı içerir. Üretici güçlerin geliştirilmesinde ona yetişip geçeceksiniz ve meşruluğunuzun en önemli temeli de bu olacak.

Türkçede bildiğim kadarıyla 1960’lı yıllarda sosyalizmdeki iç tartışmalar konusunda sınırlı kaynak bulunuyor. Tek kaynak, Çin Komünist Partisi ile SBKP arasındaki tartışmalarla ilgilidir. SSCB, Doğu Avrupa’nın sosyalist ülkeleri ve Küba’da bu dönemle ilgili farklı yaklaşımlar ve mücadele nedir; bu konudaki kaynaklar İngilizcede de var ama daha çok Almancada bulunuyor.

 

1960’lı yıllarda DAC ve Almancayı çok kullanan Çekoslovakya’daki tartışmalar önemlidir, bundan olsa gerek…