Şuanda 374 konuk çevrimiçi
BugünBugün1311
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15279
Bu ayBu ay15279
ToplamToplam10483703
Bu çatlak tamir tutmaz! PDF Yazdır e-Posta


 

 

Dünyanın en iyi gazeteleri arasında sayılan, politik yönelimi orta sağ olan Frankfurter Allgemeine Zeitung’un dünkü sayısında darbe ile ilgili bir değerlendirme yazısı vardı. Yazar, geçmişi başarılı darbelerle dolu olan Türk ordusu (1960, 1971, 1980 darbeleri örnek veriliyordu) bu kez neden başarısız oldu, diye soruyor ve darbecileri başarısızlığa götüren hataları sıralıyordu. Konuyla ilgili olarak Türkçede de çok yazı yayınlandı.

Bence bu darbenin en önemli özelliği devletteki çözülmeyi ortaya koymasıdır. Cumhuriyet tarihinde ilk kez devletin iki temel silahlı gücü, ordu ve polis çatıştı. Gövde gösterisi temelinde çatışma değil, gerçekten çatıştı ve az olmayan sayıda güvenlik mensubu öldü.

Polisin orduya olan üstünlüğü, polisin genelkurmay binasını basmasıyla da görüldü. Eskiden bu binaya polis giremezdi, belirli bölümlere sivil hiçbir şahıs giremezdi.

AKP’nin orduya başından beri güvenmediği, polisi ikinci bir ordu olarak hazırladığı yıllardan beri görünüyordu. Polisin orduyla çatışabilmesi demek, gerekli silahlara ve eğitime sahip olması demektir.

Orduda büyük tasfiye başladı bile ama ne kadar tasfiye yaparsanız yapın, darbe tehlikesi bitmeyecektir. Sorun Fetoculuktan ya da bilmem necilikten daha derindedir.

Cumhuriyeti kurduğunu ve onun başlıca kollayıcısı olduğunu neredeyse 90 yıldır savunan, Cumhuriyeti koruyup kollamayı kendisine vazife edinmiş olan ordu, ikinci plana itilmeyi zor kabullenir. Subayların ne kadar oportünist olduklarını Ergenekon davasında gördük; silah arkadaşlarına sahip çıkmadılar. Bunların önemli bölümü aynı zamanda okul arkadaşıydı. Ne kadar birbirlerini satmaya, ayak kaydırmaya hazır olsalar da, yıllarca Cumhuriyetin bir numaralı kurumu olmuş olanların geri plana itilmelerini kabullenmeleri hiç kolay değildir.

Dikkat ederseniz, polisin üstünlüğü çerçevesinde orduyla ilgili önlemleri Milli Savunma Bakanlığı değil, İçişleri Bakanlığı alıyor.

Sosyolojide “path dependence” diye bir kavram vardır. Geçilen yolun ulaşılan yerdeki belirleyiciliğini araştıran bu kavrama göre, belirli güçler –toplumlar için de aynı kavram kullanılabilir- aynı yere gelmiş olsalar bile geliş yolları farklıysa, bu farklılık önemli olabilen ayrımlara yol açacaktır.

Cuntacılık genlerine işlemiş, cumhuriyetin bir numaralı güvencesi olduğuna inanmış, Atatürk’ten söz etmeden cümle kuramayan subayların, kemalist laiklikle ilişkisi bile sorunlu olan ve onu sürekli geriye iten bir iktidarla gayet iyi geçinmesi zordur.

“Bu darbe, darbeler serisinin başlangıcıdır” değerlendirmesi bulunuyor.

Tasfiyeler, ağır cezalandırmalar, subayları aşağılamalar; bunların hepsi yapılabilir ama meseleyi çözmez.

Subaylar bunu ilericiliğinden mi yapıyor, ilgisi bulunmuyor. Geçmiş darbelerde ne yaptıkları, Kürt illerinde nasıl davrandıkları ortadadır. Aralarında hala ortaya çıkarılmamış ilericiler bulunabilir ama sayıları oldukça azdır.

Bazı darbeci generallerin Lice’yi yıktığı için övülen subaylar arasında bulunması ancak “senin işin bitti, tasfiye sıran geldi” anlayışı çerçevesinde açıklanabilir.

Garip bir anlayış mı, hayır!

Abdülhamit’in zamanın toplumunda biraz sivrilen kişileri ya Avrupa’ya ya da Yemen’e sürdüğü bilinir. “Bugün yaptığı işime yarıyor ama tehlikeli kişidir, yarın karşıma geçerse neler yapmaz” düşüncesi çerçevesinde ilgili kişiye karşı erkenden önlem alınır.

Bu darbenin en önemli yanı, devletteki çatlamayı göstermesidir. Yüzlerce subay ve hakim gözaltına alınıyorsa, ordu ile polis çatışıyorsa, bütünlüklü bir yapı kalmamış demektir. Devletin içinde silahlı çatışmalara kadar uzanan kavga var demektir.

Bu kavganın taraflarından bir tanesi, güncel çıkarları çerçevesinde şu veya bu sol güçle ittifak arayabilir. Politikada taktiksel olarak her şey mümkündür ve solun bir bölümünün bunun teorisini yapmaya girişeceğinden de kuşku duymak için neden bulunmuyor.

Geçmişte ordunun ilerici geleneklerini savunan ve şimdi de daha örtülü dille buna devam edenler bulunmuyor mu?

Kemalist aydınlanmanın içerik olarak zayıf ve devletin bekasına yönelik özelliklerini görmeden onu savunmak, aynı zamanda subaylara pas atmaktır.

Özgürlük sokaktadır, deniliyor; doğru ama eksiktir. Faşizm de sokaktadır.

Bu yöne bir özellik değil… 1970 öncesinde Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) vardı, Ülkü Ocakları yeni kurulmuştu ve zayıftı. AKP’nin ön plandaki kadrosunun önemli bölümü MTTB kökenlidir. Fettullah Gülen de zamanın Komünizmle Mücadele Dernekleri başkanıdır. Bu dernek ve MTTB, MHP’nin 1975 sonrasındaki işlevini yerine getiriyor, sürekli olarak devrimcilere saldırıyordu.

1975 sonrasında sokakta sadece sosyalistler değil, MHP ve bağlı kuruluşları da vardı.

Faşizmin sokakta da olması yeni değildir. Keza MTTB’lilerin ve MHP’lilerin polis tarafından korunup kollanması söz konusuydu.

Devletteki çatlama da yeni değildir. 1970’li yıllarda önemli etkinliğe ulaşan POL-DER vardı. Bu derneğe bağlı polisler Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un MHP’liler tarafından öldürülmesinin ardından bu partinin Adana il merkezini kurşunlamışlardı.

Yeni olan nedir?

Yeni olan ordu ile polis arasındaki silahlı çatışmadır.

İktidar eskiden olduğu gibi öncelikle ordunun değil, polisin iç birliğinin korunmasıyla ilgilenmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı ordunun ideolojik işlevinin yerini almıştır. Ön plandaki görüş artık Kemalizm değil, İslamcılıktır. Türk bayrağı, milliyetçi söylem, Atatürk’ün ismi kullanılabilir ama ön planda olan artık İslamcılıktır.

MHP’nin sokak etkinliği eskisine göre zayıflamıştır. Bunun yerini AKP’ye bağlı Osmanlı Ocakları ve militan dinciler almıştır.

Savaş yöntemi de değişmiştir. Eskiden devrimcilere yönelik katliamlar kahve taramaları ve yedi TİP’li gencin boğularak öldürülmesi gibi çerçevesinde iken; şimdi kalabalık gösterilerde kendini havaya uçuran ve çok kişiyi de öldüren dinci militanlar ortaya çıkmıştır.

Kitleye silahlı saldırı yeni değil, 1 Mayıs 1977’yi hatırlayın. O zaman saldırıyı yapan polisti, şimdi dinci sivillerdir.

MHP’li zor da olsa laf anlayabilir, bu tipler anlamaz!

Bilmekte yarar bulunuyor!

Bitirirken bir soru sormakta yarar bulunuyor:

Sınıf perspektifiyle bakışın her türlü analiz için yeterli olduğunu sananlar, şu darbenin sınıfsal analizini yapar mısınız?

Birkaç subayın hareketi değil, önemli bir hareketti.

Hangi sınıfsal çıkarı temsil ediyordu acaba?

Cevap zor değil…

Sınıfsal analiz, tamam ama kimlik, gelenek gibi kültürel çerçevede değerlendirilebilecek önemli bileşenler de bulunuyor.

Bunları dikkate almazsanız, sınıf kelimesini tekrarlamaktan başka iş yapamazsınız.