Şuanda 313 konuk çevrimiçi
BugünBugün1347
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15315
Bu ayBu ay15315
ToplamToplam10483739
Büyük değişim dönemlerinde ne yapılır? PDF Yazdır e-Posta


Türkiye ve Almanya dışındaki ülkeler için bir şey söyleyemeyeceğim. Bu değişim onlarda da gerçekleşiyor olabilir. Her durumda değişimin ülke özelinde incelenmesi gerekir. Genel geçer belirlemelerle bu değişimin anlaşılması mümkün değildir.

Türkiye’nin büyük değişim yaşadığı konusundaki verileri sıralamak herhalde gerekmiyor. Bu değişim en tepeye oturmuş bir çılgının ülkeyi felakete götürmesi değildir. Sosyal olaylar böyle açıklanmaz. Her durumda çılgına değil, çılgını izleyenlere bakılması gerekir.

Benzer bir saptamayı, farklı bir tarihsel durum için 1960’lı yıllarda Adorno yapmıştı: “Hitler hakkında değil, Alman halkı bu adamın söylediklerine inanacak, onu izleyecek noktaya nasıl geldi; bunun üzerinde düşünülmesi gerekir.”

Halkı “etkisiz eleman”, sürekli olarak kandırılan bir kalabalık olarak görenlerin anlayamayacakları bir saptama…

Avrupa’nın büyük halklarından olan, felsefe ve müzikte kalıcı yapıtlar vermiş, 20. yüzyılın başında fizikte ve psikolojide devrim niteliğini taşıyan gelişmelerde öncü olabilmiş bir halk; Hitler gibi bir tipin söylediği saçmalıklara nasıl inanabilir, onu nasıl sonuna kadar izleyebilirdi?

20. yüzyılın ilk çeyreğinde dünya bilim başkenti Berlin’di. O dönemin büyük bilim insanlarına bakın; büyük çoğunluk ya Almandır ya da Almanya’nın birinci dil olduğu İsviçre ve Avusturya gibi ülkelerdendir.

Bu ülke Hitler’i ve partisi NSDAP’yi (Almanya Ulusal Sosyalist İşçi Partisi) çıkardı.

Bu parti, SBKP’den sonra dünyanın en güçlü partisi Almanya Komünist Partisi’ni hem sokakta hem de sandıkta yenerek ve SPD’yi de devre dışı bırakarak iktidara gelecekti.

“Sosyal demokrasi faşizmle özdeş kabul edilmeseydi, komünistlerle sosyal demokratlar ittifak yapabilseydi, Naziler iktidara gelemezdi” belirlemesi doğru kabul edilemez.

Almanya işçi sınıfında büyük bir otorite özlemi varken ve bu özlem 1929’da Horkheimer tarafından yürütülen sosyal bilimlerin ilk ampirik araştırmasında ortaya konulmuş iken, Erich Fromm gibi sosyal psikologlar da aynı yönde araştırma ve saptamalar yapmışken;  nazizmin ülkedeki güçlü tabanını dikkate almayan değerlendirmeler yapmak doğru değildir.

Almanya halkı nazizmi istemiştir, savunmuştur.

Baskı ve terör de vardı ama bu halkın kandırıldığından söz etmek mümkün değildir.

Nazizme karşı zamanın Almanya Komünist Partisi ve sosyal demokratlarında somutlanan güçlü bir direniş de vardı ama başarılı olamadı.

Büyük değişimler büyük çatışmalar içinde gerçekleşir. Bu çatışmanın mutlaka silahlı olması gerekmez ama toplumsal ortam ciddi oranda gerginleşecektir.

Bizde gazete ve televizyonlara şöyle bir bakmak bile, halkın kandırılmasıyla değil de istemesiyle böyle bir durumun ortaya çıkacağını anlamak için yeterlidir. O kadar açık ve acemice yalan söyleniyor ki, insanların bunları anlayamayacak kadar aptal olabileceklerini düşünmek mümkün değildir.

İstedikleri değişimi direnişle karşılaşarak ve bunun karşısında bazen çizgi düzeltmeye zorlanarak yapabiliyorlar ama sonuçta yapabiliyorlar.

Diyorlar ki, “Bu halk tarihi oyunca şefler –başkanlık da diyebilirsiniz- tarafından yönetilmiştir.”

Doğru!

Osmanlı’da padişahlık vardı.

Cumhuriyet’te durum değişmedi. Önce Atatürk ardından İnönü şef oldular.

Atatürk şef olarak yıllarca ve yıllarca ön planda tutuldu, böylece şeflik anlayışının sürekliliği sağlandı.

Kenan Evren gibi şefler de kendilerini sürekli Atatürk’e benzettiler.

Yeni şef olmak isteyenin ve büyük oranda da olanın tarihimizin eski şefini eleştirmesi normaldir.

Birkaç yıl önce, RTE henüz cumhurbaşkanı olmamışken, bir AKP’li milletvekili başkanlığa karşı çıkan Kürt politikacılara şöyle demişti: “Ne var bunda, sizde başkanlık yok mu!”

Sosyalist harekete bakın; tarihimiz isimlerin tarihidir ve bunlar büyük oranda 1968’in isimleridir.

Başkanlık için ülke kültüründe güçlü bir zemin bulunuyor.

“Türk tipi başkanlık” ya da padişahlık sistemine karşı mücadele edilmesi gerekir ama bunu da görmek gerekir.

Görmezsek kaçınılmaz olarak gerçek dışı açıklamalara yönelir ve halkı sürekli kandırılan, aldatılan bir sürü olarak değerlendirmeye başlarız.

Cumhuriyet bitti! Aslında 1960’lı yıllarda bitmişti. Bu bitişten kastettiğim, Cumhuriyet projesinin bitişidir.

“Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” Cumhuriyet’in büyük amacıydı ve gerçekleştirilemedi. Bizim 1968’imiz aynı projenin sosyalist yoldan gerçekleştirilebileceğini savunmuştur. Konumuz olmadığı için ayrıntısına girmeyeceğim ama bu anlayış zamanın SSCB örneğinde de görülen “sosyalist modernleşme” anlayışına uygundur.

AKP aynı anlayışı farklı bir tarzda gerçekleştirmeye çalışıyor.

Sürekli yol ve bina yapılıyor ve Cumhuriyet projesinin bu şekilde gerçekleştirilebildiği imajı veriliyor.

1960’lı yıllarda bu kadar çok yol, bina, köprü ve tünel modernleşmenin göstergesi sayılabilirdi; daha sonra bu anlayış değişti.

Doğayı önemle dikkate almayan modernleşme olmaz ama bu anlayış eskiden yoktu.

AKP eskinin anlayışını gösterişe yönelen tarzda hayata geçiriyor.

Bunun ciddi sonuçları bulunuyor: sınırlı sosyal yardım var, çok kişinin evi ve arabası yani kaybedebileceği şeyleri var. Bunlar da suskun kalmak için iyi nedenlerdir.

Buna bir de ordunun güç gösterisini eklemek gerekir.

Osmanlı’da da TC tarihinde de ordu her zaman önemli oldu. AKP iktidarı döneminde ordunun konumu değişti, cumhuriyetin koruyucusu ve kollayıcısı olmak görevinden geriye fazla bir şey kalmadı ama ordunun kültürümüzde titizlikle korunan önemi başka yönden sürdürülüyor.

Türkiye silah sanayisi kurdu. Eskiden sadece hafif silahlar üretebilirdi, bir süreden beri orta ve ağır silahlar da üretebiliyor. Tank, top, zırhlı araç, silahlı ve insansız hava aracı üretiyor ve artan oranda ihraç da ediyor. Helikopter ve savaş uçağı yapımında da sürekli adımlar atıyor.

Güçlü ordu anlayışı değişikliklerle birlikte etkinliğini sürdürüyor.

Silah üretmek bu silahların sürekli olarak denenebileceği ortamı da gerektirir.

Bu silahların denenmesi konusunda herhangi bir sıkıntıları bulunmuyor.

Bizde gerçekleşen, süreklilik içindeki değişimdir.

Sürekliliği görmeden sadece değişimi görmek doğru olmaz.

Eskiden Cumhuriyet ilkeleri olarak CHP’nin altı oku vardı. Yoruma son derece açık olan ilkelerdi bunlar…

Bunların yerini İslamcılık ve milliyetçilik almıştır.

İkisi de yeni değildir; tarihimizde sürekli olarak var olmuşlardır. Döneme uygun değişiklikler içerebilirler ama bunlar süreklilik içinde değişim gerçekliğini etkilemez.

Ülkenin demografik yapısında da önemli değişim yaşandığını eklemek gerekir.

Türkiye eskiden beri göç ülkesiydi ve iktidarlar bu göçü her zaman bilinçli olarak kullanmıştır. Trakya ve Kafkas göçmenlerinin bilinçli olarak sorunlu bölgelere yerleştirilmesi gibi…

AKP, üç milyon Suriyeli –ek olarak bir miktar Iraklı ve Afganistanlı da bulunuyor- ile Cumhuriyet tarihinde göç politikasını en iyi kullanan partidir denilebilir.

Ülkeye üç milyon dinci yönleri ağır basan Sünni girdiği zaman, nüfus bileşiminin ve kültürün aynı kalacağı düşünülemezdi.

Yazıyı uzatmadan soruyu sormak gerekir: Ne yapılabilir?

Belirleyici olan, ne olduğunu anlamaktır. Bunu anlamadan gösterilen hareketlilik, yapılan çağrılar vb. anlam taşımaz. Nitekim taşımadıkları da görülüyor.

Sürekli olarak direniş çağrıları yapılıyor ama insanlar büyük oranda kıpırdamıyor.

Sürekli olarak sonuçsuz çağrılar yapmak yerine küçük de olsa yapabileceğini yapmak, bunun planlamasını yapmak önemlidir.

Bir işi yapmamanın en iyi yolu, o işi yapılamayacak kadar büyütmektir. Büyüğü konuşarak duygularınızı tatmin edersiniz, durmadan tartışırsınız, çağrılar yaparsınız ve sonuçta yorulursunuz ya da bıkarsınız. Biraz dinlendikten sonra da yeniden başlarsınız…

Küçük gibi görünen işleri yapabilenler, adımları atabilenler; sürekli büyüğü konuşan ama yapamayanlardan çok daha iddialı ve etkili insanlardır.

Şunu unutmamak gerekir: ne istediğinizi biliyorsanız ama o istediğinize nasıl ulaşabileceğiniz konusunda uygulanabilir bir planınız yoksa, ne istediğiniz de önemli değildir.

İsteklerinizi bol bol ifade edersiniz ve bununla da yetinirsiniz.

Ne kadar büyük bir enerji ve zaman boşuna harcanıyor…

Kimseye şunu yapın bunu yapın demeyeceğim. Önemli olan yöntemi kavramaktır: gücünü gerçekçi değerlendir ve yapabileceğin işlere yönel… Başardığın oranda bu yapılabilecek olanlar büyüyecektir.

Yazıyı uzatmamak için Almanya’da yaşanan büyük değişim konusunu başka bir yazıya bırakıyorum.