Şuanda 348 konuk çevrimiçi
BugünBugün1322
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15290
Bu ayBu ay15290
ToplamToplam10483714
Dönem değişti... PDF Yazdır e-Posta


Almanya’da yaşanan büyük değişim HDP milletvekillerinin tutuklanmasına yönelik protestolar çerçevesinde de incelenebilir. Aynı değişimi Suriyeli mültecileri sayı olarak en fazla kabul eden üç ülke çerçevesinde de inceleyebilirdiniz. Bu ülkeler Türkiye, Almanya ve Kanada’dır. Gerçekte kabul edilen mülteci sayısını nüfus oranına göre incelemek gerekir. Nüfus oranına bakıldığında Ürdün, Lübnan ve İsveç nüfuslarına göre kabul edilen mülteci sayısının en yüksek olduğu ülkelerdir.

Bu oranı uzaklığa göre de değerlendirmek mümkündür. Lübnan, Ürdün ve Türkiye Suriye’nin yakınındaki ülkelerdir ve bu nedenle bu ülkelere geçmek zorunda kalan Suriyeli sayısının yüksek olması normaldir.

Bugün, 5 Kasım 2016’da Almanya’nın birçok kentinde HDP milletvekillerinin tutuklanmasını protesto eylemleri yapıldı. 1980’li ve 1990’lı yıllarda bu tür eylemlerin amacı Almanya kamuoyunu bilgilendirmekti. O yıllarda ne uydu televizyon ve ne de internet vardı. O yıllarla bugün arasındaki farkı teknik gelişme çerçevesiyle sınırlandırmak doğru olmaz. Bu dönem iki nedenle geride kaldı:

Birincisi: Almanya kamuoyu Türkiye’de ne olup bittiğini yeterince biliyor. Hatta bu ülkede yaşayan bazı Türklerden ve Türkiye kökenlilerden bile daha iyi biliyor. Haber kanallarında Türkiye’deki durumun konu edilmediği haber programı yok sayılır. Büyük gazetelerin tamamına yakınında hemen her gün Türkiye ile ilgili haber ve yorumlar bulunuyor. Ülkenin en büyük gazetesi Bild, “Diktatör Erdoğan” başlığıyla çıkıyor.

Yaklaşık altı ay kadar önce bir felsefe dergisinin iç sayfasında Erdoğan’ın Beyaz Saray’ında değişik elbiseler giymiş muhafızların arasından geçerkenki fotoğrafı “ayın komedisi” başlığıyla verilmişti.

Bilmediğim çok sayıda örnek de mutlaka vardır.

Almanya’da büyük televizyon kanalları ve gazetelerin Türkiye muhabirleri bulunuyor. Bunun önde gelen nedeni, Türkiye’nin bölgedeki artan önemidir. Bir ülke hakkında genellikle negatif de olsa sürekli haber yapılması, o ülkenin önemini gösterir. Bunu görmek gerekir. Bu durum Türkiye ile ilgili değerlendirme yapan partilerin çeşitliliğinde de kendisini gösteriyor. Eskiden bu tür protesto eylemleri sadece ülke solunun ilgisini çekerdi, şimdi ise sosyal demokratlar, Yeşiller ve sağcılar bile konu hakkında görüş açıklıyorlar. Almanya’da cumhurbaşkanı dahil olmak üzere HDP milletvekillerinin tutuklanmasıyla ilgili görüş açıklamamış büyük parti bulunmuyor.

Almanya’da iyice sağ olarak bilinen partiler (Almanya İçin Alternatif gibi- konuya ilgisiz görünürken, Hollanda’da sağ bir partinin lideri ülkedeki Erdoğan taraftarlarına, “Ülkenize gidip İslam faşizmini orada yaşayın” çağrısı yapıyor.

Türkiye’de yapılan son genel seçimde AKP, Almanya’da oyların yaklaşık yüzde 60’ını almıştı. Bu kesim Erdoğan ve AKP’yi protesto eylemleri karşısında homurdanıyor, bazı gençlerin protestoculara saldırdığı da oluyor ama bunlar münferit olaylar olarak kalıyor. Burası Türkiye değil ne de olsa! Hakim ve savcıya nasıl karar vermeleri gerektiğini dikte edemezsin, sana uymazlarla sürgün edemezsin ya da bir gerekçe bulup gözaltına alamazsın.

Bu durumu 1915’in Ermeni soykırımı olarak tanınması kararına tam kadro olumlu oy veren Türkiye kökenli milletvekilleri örneğinde de gördük. İki milletvekilini tehdit edenler ağır para cezasına çarptırıldılar. Erdoğan’ın “Bunların kanını kontrol etmek lazım, bunlarda Türk kanı yok” sözleri ise alay konusu oldu.

“Biz Türkiye kökenli Almanya milletvekilleriyiz ve parlamentoda Türkiye’yi temsil etmiyoruz” açıklaması yeterince aydınlatıcıdır. Sol Parti, sosyal demokratlar, Yeşiller ve Hıristiyan Demokratlar’dan Türkiye kökenli Almanya milletvekillerinin ortak görüşü böyleydi.

Yakın yıllara kadar Almanya’daki Türkçe gazeteler –başta Hürriyet olmak üzere- değişik partilerden aday olan Türkiye kökenli milletvekilleriyle söyleşi yapıp, onları Türk imişler gibi lanse ederdi. Almanya vatandaşıydılar, bu ülkede doğup büyümüşlerdi ama sonuçta Türktüler işte!

Basının Türkiye’de yaşadığı kepazeliğin aynısı Almanya’daki Türkçe basında da yaşanıyor. Ortamın hala 20-30 yıl önceki gibi olduğunu sanıyorlar ve ona göre davranıyorlar.

En önemli değişim konusu sona kaldı: protestolara katılanların –yüzde veremeyeceğim ama önemli bölümü- Türk veya Kürt değil, Almandır. Türk veya Kürt kökenli Almandır. “Deutsch mit Migrationshintergrund” (göçmen kökenli Alman) kavramı 20 yıl önce yoktu. Bunu en az kavrayanlardan bir tanesi de Türkiye kökenli soldur. Hala “göçmenlik” tartışması yapıyorlar. Bu insanlar artan oranda göçmenlikten uzaklaşıyor, bunlar göçmen kökenli Almanlardır.

Alman olmak da 20 yıl öncesinin aynısı değildir, farklıdır.

20 yıl öncesinde Alman, Alman kökeninden gelirdi; şimdi öyle değildir.

Yanlış hatırlamıyorsam Selda Bağcan, “Bu ülkede sol, sağdan daha tutucudur” demişti. Doğru, tutuculuğun bu kadarına insan hayret ediyor ama gerçektir.

Türkiye kökenli sol örgütlerin bu ülkeye özgü yapılarının bulunması gerektiğini, bu yapıların ve dolayısıyla da politikalarının ülkedekinin uzantısı olamayacağını 1990’lı yıllardan beri savundum. Bu nedenle bulunduğum örgütte insanlarla zıtlaşmalara da girdim. Anlamıyorlardı ama ciddi bir performans sergilendiği için politik olarak karşı da çıkamıyorlardı. Bulunduğum örgütte Almanya her zaman ileri bir konumu temsil etti. Gerilik başka yerlerden geliyordu.

Şimdi bana soruyorlar: yıllar önce bunları savundun, Avrupa’da Emek ve Yazın’da yazdın. Şimdi çok kişi aynı noktaya geldi ama sen neden biraz uzak duruyorsun?

Nasıl cevap verilebilir böyle bir soruya!

Bunları savundum, kavgasını da yaptım ama aradan 25 yıl geçti. Bir insanın 25 yıl önce savunduklarının aynısını savunması gerilik göstergesidir. Çok sayıda solcunun bunu anlaması maalesef mümkün değil. O günden bugüne her şey değişmedi tabii ama önemli değişmeler var. Bunları dikkate almadan saptama yapmak geriliktir hatta gericiliktir.

O yıllarda göçmen kimliği üzerine epeyce yazı yazdım. Bugün göçmen kökenli Alman kimliği üzerine yazmak gerekir. O yıllarda “göçmen” kelimesini küfür olarak kabul edenler, 25 yıl sonra düşüncelerini değiştirdiler ama bu arada da dünya değişti, yine geriden geliyorlar.

Almanya analizini dünya analizine çevirirseniz aynısını görürsünüz.

1974-1975 yılında Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nı (TDAS) yazdım. Üzerinden 40 yıl geçti ve bir dönemin önde gelen teorik metinlerinden birisi olarak kabul ediliyor. Bazı insanlar da benim o kitap gibi broşürde yazdıklarımın aynısını savunmuyor olmama hayret ediyor. Normal olarak insan, aradan geçen 40 yılda, değişen ve değişmeyeni dikkate alarak değerlendirme yapmak zorundadır. Bunu da 40 Yıl Sonra TDAS’ta yapmaya çalıştım. O dönemki değerlendirmelerin hangileri zaman içinde doğrulandı, hangileri doğrulanmadı; bunu incelemeden 40 yıl önce yazılanın aynısını savunmayı tutarlılık olarak görmeye, kusura bakmayın ama ancak aptallık denilebilir.

Teoriler gelir, teoriler gider…

Zamanla teori ne kadar değişti, neden böyle oldu, değişenin yerine nelerin konulması gerekir; bunu yapamayan insanlar için gelecek bitmiş demektir.

Lenin’in Nisan Tezleri’nde kendisine karşı on iki yıl önce yazdığı İki Taktik’i savunanlara nasıl cevap verdiğini açıp okuyun. Burada zaman daha da kısa, on iki yıl… 12 yıl önce yazılanla o gün varolan gerçeklik arasında önemli fark vardı. Tabii ki her şey değişmemişti ama demokratik devrim konusunda değişen önemli noktalar vardı. Demokratik devrimle sosyalist devrim ilişkisi konusunda önemli değişim vardı.

Lenin yeni değerlendirme yapmasaydı, İki Taktik’e esas olarak bağlı kalsaydı, Ekim devrimi olmazdı.

Nisan Tezleri ile İki Taktik’i bir kere daha okuyun. Lenin’in 12 yıl önce yazdıklarını kendisine karşı savunanlara hangi cevapları verdiğini görüverin. Yeni bir durum vardı ve bunu görüp ona göre hareket etmek gerekiyordu.

Soldaki tutuculuk her yerde kendini gösteriyor. İnsanlar yıllar önceki görüşlere bağlı kalmayı, bunlardaki değişimi görmemeyi tutarlılık sanıyorlar.

Devrimcilik kendini avutmak değildir.

Bu kafadaki insanlar için gelecek bitmiştir, yoktur.

Kendileri aksini düşünebilir ama göreceğiz demiyorum, zaten görüyoruz.