Şuanda 335 konuk çevrimiçi
BugünBugün1326
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15294
Bu ayBu ay15294
ToplamToplam10483718
Alevilik ve algı operasyonu PDF Yazdır e-Posta


 

 

Algı operasyonu olarak da adlandırılan insanları yanlış yönlendirme için bilinçli olarak yanlış bilgi verme eyleminin düşük ve daha gelişmiş biçimleri bulunuyor. Düşük biçimi kolayca ortaya çıkabilecek şekilde yalan söylemektir. Bu yalan ortaya çıkar, başkasını söyler ve bu böyle sürer. AKP’nin bazı algı operasyonları böyledir.

Bu tarzın bir başka örneği, ilgisiz konular arasında ilgi kurmaktır. Mesela “başkanlık gelince ekonomi düzelecek” gibi… Ne ilgisi var? Para verin diye çırpınıyorlar, Avrupa Birliği’ne bir yandan verip veriştiriyorlar, bir yandan da “Ne oldu bizim 6 Milyar, çabuk verin!” diyorlar. Onlar da parayı vermiyor değiller, veriyorlar ama gıdım gıdım…

“Parayı vermezseniz mültecileri üzerinize salarız, kapıları açarız, hepsi Avrupa’ya gider” diyorlar…

Bu tehdit bir yıl önce etkili olabilirdi ama artık etkisini kaybetti.

Mülteciler için Balkan Yolu denilen Yunanistan üzerinden Makedonya, Macaristan veya komşu başka ülkelerden geçerek Fransa, Almanya, İngiltere ya da kuzey Avrupa ülkelerine gidiş yolu kapandı.

Ek olarak, Almanya Dublin Anlaşmasını yeniden yürürlüğe sokacağını açıkladı. Başka bir deyişle, Yunanistan üzerinden ülkeye gelen mültecileri tekrar geldikleri yere gönderecek. Dublin Anlaşması Suriyeliler için yürürlükten kaldırılmıştı. Bir AB ülkesine gelenin başka bir AB ülkesinde iltica edemeyeceği kuralını içeren bu anlaşma yeniden yürürlüğe girerse; Türkiye’den çıkıp Yunanistan üzerinden bir şekilde Almanya’ya ulaşmak anlam taşımayacak; yapabilen de geri gönderilecek.

Yine de hiç kimse bu yolu denemez denilemez ama sayının epeyce azalacağına şüphe bulunmuyor. Ege üzerinden tehlikeli bir deniz yolculuğunu göze alıp, kişi başına yaklaşık 1000 Dolar ödeyip, sonu belirsiz bir yolculuğa çıkmayı çok insan göze almaz.

Kapıları açtılar diyelim; televizyonlar ve gazetelerde bir süre “insanlığın yok senin Avrupa, alsana bu mültecileri” derler; AB biraz para verirse susarlar, yoksa baktılar bağırmakla bir şey olmuyor, yine susarlar.

Algı operasyonunun daha gelişmiş çeşidinde ise, gerçeğin bir bölümü dikkate alınır, kalan bölümü görmezden gelinir ve sadece o bölüm üzerinden kurgu yapılır.

Bunu Alevilerin değişik kesimlerinde ve özellikle Suriye politikasıyla ilgili olarak görmek mümkündür. Aslında bu kesimler kendilerine de algı operasyonu yapıyorlar denilebilir çünkü savunduklarına, gerçeklikle ilgisi bulunmayan belirlemelere kendileri de inanıyorlar.

Hamide Yiğit’in İŞİD ile ilgili yeni çıkan kitabını okumadım ama kitabın arkasında yer alan ve internette yayınlanan yazıyı okudum. Yazının kitabın içeriğini yansıttığını düşünürsek, yapılanın kurgu mantığıyla düzenlenmiş bir algı operasyonu olduğunu görmek mümkün olur.

En başta, örgütün adı İslam Devleti yani İD, İŞİD önceki adıydı.

Kitabın arka kapağındaki yazıdan anlaşıldığı kadarıyla kitap İD ile ilgili bazı gerçekleri ortaya koyuyor, bazılarına ise hiç değinmiyor. Sıralarsak:

Birincisi: İD, Suriye’de bir dönem birkaç petrol rafinerisini ele geçirmişti. Bu örgüt doğrudan dünya piyasasına petrol sunamayacağı için bu petrolü başkaları üzerinden satıyordu. O ülkeler de doğal olarak paylarını alıyorlardı. İD petrolünün büyük bölümünü satan Türkiye, küçük bölümünü satan ise Suriye idi.

İkincisi: ABD bombardımanının İD’ye pek zarar vermediği doğrudur. Suriye uçaklarının yıllarca İD’ye saldırmadıkları da doğrudur. İş ortağına saldırılmaz!

Üçüncüsü: El Kaide ile İD arasındaki ayyuka çıkmış anlaşmazlığa hiç değinilmemiş. Keza Suriye’de hepsi de Selefi olan islamcı güçler arasında görülen çatışmalara da hiç yer verilmemiş. Madem hepsi ABD emperyalizmi tarafından yönetilmektedir, bu çatışmalar neyin nesidir?

Dördüncüsü: kahraman Suriye halkının direnmesi –açık söylenirse- palavradan ibarettir. 22 Milyon nüfuslu ülkenin yaklaşık altı milyonu dış ülkelere gitti. Ürdün ve Lübnan sınırlarını kapatmasa, Türkiye de sınıra duvar örmese bir bu kadarı daha gitmeye hazırdır. İD, El Nusra ve benzeri başka güçler karşısında Suriye ordusu bozguna uğradı. Suriye’yi bu bozgundan Hizbullah, İran ve Rusya kurtardı.

İran Suriye’de ölen asker sayısının bini geçtiğini açıkladı. Aralarında yüksek rütbeliler de bulunuyor. Hizbullah’ın da bilindiği kadarıyla kaybı en az birkaç yüz kişidir.

İran ve Hizbullah’ın kara, Rusya’nın da hava desteği olmasa, Suriye ordusu nedir ki!

Beşincisi: Suriye’de iç savaş başlamadan önce neo liberal politikalar güç kazanmıştı. Tarım ürünlerindeki sübvansiyonların azaltılması kuraklıkla birleşince kırsal alandan kentlere büyük göç yaşandı. Sübvansiyonların azaltılması kentlerde de yaşandı ve yoksulluk yaygınlaştı. İlk gösterilere devlet güçleri saldırdı, insanlar tutuklandı ve katledildi. Ardından iç savaş geldi ve dış güçlerin de katılmasıyla büyüdü.

Bunlardan söz etmeyip Suriye’deki iç savaşı sadece emperyalizmin oyunu olarak görmek; neo liberalizmi, Esad rejiminin Kürtler üzerinde yıllarca süren baskısını, 1982’de 40 bin kişinin öldürüldüğü Hama katliamını, Suriye uçaklarının Pazar yerlerini bombalayıp çok sayıda sivili öldürmesini savunmaya götürür.

Emperyalistlerin, Selefilerin insanlık dışı suçları var da Esad rejiminin yok mu?

Neden böyle yapıyorlar derseniz, çünkü Esad Alevidir. Bilimsellik adına savunulan düzmece kurguların başka açıklaması yoktur.

Anti emperyalizmden söz ediliyor; güzel ama Rusya emperyalist değil midir?

ABD emperyalizmine karşı olup, Rusya’dan söz etmemek, ilericilikle ilgisi bulunmayan İran’ı aklamak ne zamandan beri anti emperyalistlik oldu?

Yapılan Aleviliğin bir çeşidini devrimcilik ambalajıyla piyasaya sürmektir.

Aleviliği devrimcilik gibi sunulması devrimci harekette ciddi bir sorundur. Devrimci Aleviler vardır ama onlar dini inançlarını öne çıkarmazlar ve Alevilikten hareket ederek devrimcilik yapmazlar. Mesela faşiste Alevi olduğu için ilerici demezler.

Devrimci hareketin tarihinde bu konuda iki bilinen örnek vardır:

Birincisi; Hüseyin İnan’dır. İnan Alevi dedesiydi, zaten THKO’daki lakabı da “dede” idi. Hüseyin İnan hiçbir zaman Aleviliği öne çıkarmamış, dedelikten hiç söz etmemiştir.

THKO’ya hiç sempati duymadım, THKP-C ile THKO’nun bazı yönleri kesişen birbirlerinden hayli farklı örgütler olduğunu 20’li yaşlardan beri gördüm. Sonuçta THKO’nun kurulduğu okulda –ODTÜ- 1967’den başlayarak öğrenci olmak insana bu konuda doğrudan gözlem imkanı da tanıyor.

Bazı Alevilerin İnan için çıkardıkları “Kerbela’da korkmadık” gibi belirlemeler tümüyle uydurmadır. Eğer Hüseyin İnan bir şekilde Alevilikten söz etseydi, THKO militanları ve taraftarları arasında bunun bir şekilde yansıması olurdu; olmamıştır.

Bu yönüyle örnek bir insandır.

İkincisi; İşçinin Sesi’ni yıllarca yürüten, R. Yörükoğlu adını kullanan Nihat Akseymen’dir. Akseymen TKP içindeki kavgayı kesin olarak kaybedince Alevici oldu. Kervan adlı bir dergi de çıkardı. “Okunacak En Büyük Kitap İnsandır” adında bir kitap da yazdı. Aleviliğin yükseldiği, Alevilikle ilgili çoğu yüzeysel kitapların piyasayı doldurduğu yıllardı. “Bu Alevilik de nereden çıktı?” diye merak etmiştim. Sonradan öğrendiğime göre –bilgiyi Veysi Sarısözen vermişti- Nihat Akseymen Alevi dedesiymiş.

Olabilir ama buradan hareketle solda ulaşılmak istenilen yapılamayınca “bari Alevi olalım” denmez. “Alevilikte ekmek var” diye düşünülüp, Alevilik devrimcilik ve hatta sosyalistlik ambalajıyla piyasaya sürülmez.

Tarihimizden iki dede örneği!

İşimiz zor doğrusu…

AKP’nin algı operasyonlarına karşı çıkarken ve gerçeği anlatmaya çalışırken, bir başkasına da solda rastlıyoruz.

Sosyalist olmanın, devrimci olmanın çeşitleri bulunuyor. Şu veya bu çeşidi savunabilirsiniz ama sonuçta dinle, inançla ilgili bir akımı devrimcilik ya da sosyalizm ambalajında piyasaya sürmeye çalıştığınızda; bir süre sonra kendinize de zarar verdiğinizi görmeye başlarsınız.

Bu anlayış başka alanlara da yansır çünkü…