Şuanda 253 konuk çevrimiçi
BugünBugün1429
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15397
Bu ayBu ay15397
ToplamToplam10483821
Başka referandumlar da yolda... PDF Yazdır e-Posta


Cumhurbaşkanının halk tarafından doğrudan seçildiği günden başlayarak bizde başkanlık sistemi fiilen gerçekleşmiş durumdadır. Konuyu cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından yazmıştım. Eğer Meclis ve cumhurbaşkanını aynı kitle seçiyorsa, cumhurbaşkanı eskiden olduğu gibi Meclis’in denetiminde değil demektir. Başkanlık sisteminin bulunduğu bütün ülkelerde durum böyledir, normali de budur. Yapılan son anayasa değişikliği fiili durumu yasallaştırmak olarak adlandırılabilir.

“Seni başkan yaptırmayacağız” söyleminin gerçeklikle ilgisi bulunmuyor, çünkü kişi zaten doğrudan seçildiği için başkan olmuş durumdadır. Bu söylemin tek anlamı, “başkan olursun ama istediğin gibi olamazsın” anlamında olabilir. Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini onayladığınızda başkanlık sistemini de onaylamışsınız demektir.

Başkanlık ama hangisi?

ABD’de de Fransa’da da başkanlık sistemi bulunuyor. Devlet başkanının büyük yetkileri bulunmakla birlikte iktidarı başka mekanizmalarla sınırlandırılmıştır. Donald Trump ABD başkanı ve milyarder ama istediği ülkeye vize yasağı bile uygulayamıyor, mahkeme uygulamayı durdurabiliyor. Kızıyor, hakimlere bağırıp çağırıyor ama bu kadar; ileriye gidemiyor.

Bizde olsa ilgili hakim en azından görevden alınırdı. ABD başkanının böyle bir yetkisi bulunmadığı gibi bu konuda direktif vermek hakkı da bulunmuyor.

Fransa merkezi bir devlet yapısına sahiptir, ABD’de olduğu gibi eyalet sistemine sahip değildir. Bu ülkede de cumhurbaşkanı açık ve sınırlayıcı kurallara uymak zorundadır. Bu kuralların en başında yazılı olmayan ama yıllardan beri yerleşmiş olan kültürel gelenekler gelir.

Devlet Başkanı De Gaulle zamanını hatırlayın. Paris emniyet müdürü yasaklanmış Maocu bir dergiyi sokakta dağıtan Jean Paul Sartre’ın tutuklanması için devlet başkanından izin ister. Bu talep bile ülkede yerleşmiş normları gösteriyor. Bir emniyet müdürü tanınmış bir yazarın tutuklanması için izin istiyor. De Gaulle reddeder ve “O, Fransa’dır, benim Fransa’ya gücüm yetmez” der.

Hayatında on kitap okuduğu şüpheli birkaç milletvekilinin yıllar önce Orhan Pamuk’a “Birkaç tane kıçı kırık roman yazdıysan ne oldu yani” demesiyle bu tutumu karşılaştırın demeyeceğim; arada büyük fark olduğu için karşılaştırılamazlar.

Francoise Mitterand’ın kendisi Sosyalist Parti’dendi ama bu partinin ilericilikle herhangi bir ilgisi bulunmuyor. Kendisi çağdaş edebiyatı iyi izleyen birisiydi.

Gericilikte de iyi bir düzey bulunabileceği bizim zor kabul edebildiğimiz bir gerçekliktir. Bizdeki sağcıya ve dinciye bakıyorsun, cahillikte tavan yapmayı marifet sanıyorlar.

AKP’nin anayasa referandumuyla ilgili bir belirlemesi gelecek için ipucu veriyor: bu değişiklikle millet iradesinin doğrudan temsil edileceğini, milletvekili aracılığına ihtiyaç duyulmayacağını söylüyorlar.

Bunun arkasından “İslami doğrudan demokrasi” söylemi gelirse şaşırmamak gerekir.

Cumhurbaşkanı herhangi bir kısıtlamayla karşılaşmadan istediğini hayata geçirecek, ardından da bunları onaylatmak için referandum yapılacak; gelecekteki uygulama bu yönde olacaktır.

“Halka doğrudan soruluyor, doğrudan demokrasi budur!” denilecektir.

İsviçre örneği verilirse de şaşırmamak gerekir.

İsviçre’de bütün önemli yasalar referanduma sunulur. Belirli sayıda imza toplayabilen istediği konunun referanduma sunulmasını sağlayabilir.

İsviçre gibi muhalefetin söz hakkının kısıtlanmadığı bir ülkede referandumu doğrudan demokrasi sanmak yine de zordur. Belirli değerler referandum konusu yapılamaz. Halk isterse böyle istesin, yapılamaz. Referandum ancak yıllardır varolan o değerler tartışma konusu yapılmadan gerçekleşebilir.

“Ama halk istiyor!” diyenler olacaktır. Halkın pekala gerici hem de felaket bir gerici olabileceğini anlamak, halktaki değerlere tapan, “filanca örgüt halktır” demeyi marifet sayanlar için zordur.

Örnek: idam halkoyuna sunulsun, hiç kimsenin söz hakkı da kısıtlanmasın. Buna rağmen bizde “evet” çıkar. Hatta hukuken mümkün olmamakla birlikte idamın geriye dönük uygulanması konusunda bile aynı cevap çıkar. Başka bir deyişle idam onaylanmadan önce idamlık denilen suç işlemiş olanlar da idam edilebilecektir.

İdam cezasının geriye dönük olarak uygulanabilmesini ilk olarak 12 Mart 1971 darbesinden sonra Kamu Hukuku Profesörü Nihat Erim gündeme getirmişti. Hukuksuzluğu savunan bugünün bazı hukuk profesörlerine baktığınızda şaşırmamak gerekir. CHP’li olan, Hukuk Fakültesi mezunu Prof. Nihat Erim de aynısını yapmaya çalışmıştı.

Ne imamdan, ne profesörden ne de Diyanet İşleri Başkanı’ndan icazet almak yetmiyor; evrensel kurallar bulunuyor. Hiçbir ceza geriye yönelik olarak uygulanamaz; bir yolu bulunabilir tabii ama en azından açıkça yapılamaz.

Referandum sonucu ne olursa olsun bunu başka referandumlar izleyecektir. Devlet başkanı kadrosuyla birlikte işine geleni yapacak, sonra da bunu halka sunup onaylatmaya çalışacaktır.

Bunun da adı “Türkçü ve İslamcı doğrudan demokrasi” olacaktır.

Başkanlık sistemine karşı olanların öncelikle Cumhurbaşkanının halk tarafından değil Meclis tarafından seçilmesini savunması gerekirdi. Bu durumda Cumhurbaşkanı kesinlikle başkan olamazdı. Şimdi “Başkanlık olsa bile ABD’deki gibi olsun” noktasına gelindi. Bizde çok sayıda değer yerleşmediği için bunu yapacak kadro bulunmuyor ya da azdır denilebilir. Baksanıza modern değerleri benimsemiş görünen hukuk profesörü Nihat Erim bile ne yapmaya çalışmıştı!

Başkanlık anlayışına karşı olanların en başta bu sözcüğü kullanımlarından çıkarmaları gerekir. Eskiden beri iyi denetlenmiş merkezi yönetimden yanayım ve bunun için de başkanlık ya da onun cinsiyet eşitliğine dayanan eşbaşkanlık çeşidi gerekli değildir.

Başkanlıkla doğrudan demokrasi birbiriyle gayet güzel uyuşturulabilir.

Venezüella’da Hugo Chavez yönetimi döneminde de benzer uygulama yapılırdı. Önemli kararlar alınır, uygulanır, ardından referandumla halka onaylatılırdı.

Alınan kararlar ve uygulamaları iyi olabilir ama burada önemli olan mekanizmadır. Aynı mekanizma farklı kişilerce bambaşka yönde de kullanılabilir.

Devlet başkanı ara mekanizmaları devreden çıkararak doğrudan halkla ya da onların yakın temsilcisi olduklarına inanılanlarla ilişki kurar…

İmamlar, çobanlar, muhtarlar, kaymakamlarla yapılan toplantılar garip görünebilir ama bunlar gelecekteki uygulamanın ilk adımlarıdır.

Farklı bir sisteme geçiliyor demeyeceğim geçildi bile, şimdi yapılmaya çalışılan bunun halka onaylatılmasıdır. Başka bir sistem, başkanın halkla (kendileri millet diyor) doğrudan ilişki içinde bulunduğu ve sürekli referandumlarla yapılana meşruluk sağlanmaya çalışılacağı bir sistem…