Şuanda 269 konuk çevrimiçi
BugünBugün1396
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15364
Bu ayBu ay15364
ToplamToplam10483788
100. Yıl Yazıları (2): Dünya Devrimi PDF Yazdır e-Posta


Marx-Engels’in farklı ülkelerdeki kapitalist ekonomilerin birbirine bağlı işleyişinden hareketle tek tek ülkelerde değil, dünya genelinde devrim beklentisi içinde oldukları önceki yazıda açıklanmıştı. Kapitalist bir ülkede başlayacak devrim hızla diğerlerine yayılacaktı. Marx-Engels’e göre kapitalist ekonomilerin birbirine olan bağımlılığı nedeniyle tek ülkede devrimin yaşaması mümkün değildi, bu devrim kaçınılmaz olarak yayılacaktı.

Dünya devrimi denildiği zaman “dünya”nın içeriğinin gözden kaçırılmaması gerekir. Kelime aynıdır ama içerik zamanla önemli oranda değişmiştir.

Marx-Engels döneminde “dünya” esas olarak Batı Avrupa idi. Somutlarsak öncelikle Fransa ve İngiltere, ardından Almanya bunların çevresindeki ülkeler. O yıllarda -19. yüzyılın ikinci yarısı- “dünya” bu ülkeler demekti ya da kapitalist gelişme esas olarak bu ülkeler tarafından temsil ediliyordu.

Bu “dünya” dışında geniş bir dünya daha vardı:

Marx-Engels Avrupa gericiliğinin merkezi olarak gördükleri Çarlık Rusyası’ndan söz ederlerdi. Yarı feodal Osmanlı İmparatorluğu da arada bir yazılarının konusu olurdu. ABD kapitalist bir ülkeydi ama o günlerin dünyasında önemli bir işlevi bulunmuyordu. Ek olarak Latin Amerika ülkeleri vardı ki, pek üzerlerinde durulmazdı.

Dünyanın önemli bölümü iki kapitalist ülkenin, İngiltere ve Fransa’nın sömürgesi durumundaydı. Çarlık Rusyası da Kafkaslar ve Orta Asya’ya yayılmış geniş sömürgelere sahipti. Osmanlı İmparatorluğu ise sınırları sürekli daralmakla birlikte yine de üç kıtaya yayılmış büyük bir imparatorluk durumundaydı. Rusya ve İngiltere arasındaki çelişkiler sayesinde ayakta kalabiliyordu.

Çin birkaç ülkenin yarı sömürgesi durumundaydı.

Marx-Engels’in dünya devrimi anlayışındaki büyük sorunu geçen yazıda işlemiştik: Batı Avrupa ülkeleri insanlığın küçük bir bölümünü temsil ediyordu. Bu ülkelerde devrim olunca sömürgeler bağımsızlığına kavuşacaktı ama buradan hareketle o ülkelerdeki halkların sosyalizme yönelecekleri söylenemezdi. Bu halklar yarı feodal ilişkiler içindeydiler hatta bazıları bu aşamaya bile ulaşmamıştı.

Marx-Engels’teki dünya devrimi anlayışı insanlığın küçük bir bölümünü kapsar ve geriye kalan büyük bölümün de bir şekilde bu küçük bölümdeki sosyalist devrimi izleyeceğini varsayar.

Çarlık Rusyası ve Osmanlı İmparatorluğu gibi geniş alanı kapsayan iki büyük imparatorluktaki halklar nasıl sosyalist olacaklardı, bilinmez.

Marx-Engels’in dünya devrimi anlayışı önemli oanda kendiliğindencilik içerir. (Bu konuda Geleceğe Dönüş kitabına bakabilirsiniz.)

Marx-Engels sorunun farkındaydılar. İnsanlığın küçük bir azınlığını barındıran alandaki sosyalist devrim, insanlığın geneli içinde küçük bir ada gibi kalacaktı. Bu nedenle dönemlerindeki sömürgeciliğe dışarıya kapalı yaşayan halkları pazara açan, onların dünyayla tanışmasına olanak sağlayan, o ülkelerdeki kapitalizmi kısıtlı da olsa geliştiren ilerici bir misyon yüklediler. Kapitalizm kendi mezar kazıcısı işçi sınıfını yarattığı gibi sömürgecilik sayesinde tarihin kıyısında kalmış halkları da kapitalist ekonominin içine çekecek, onların eskisine göre biraz daha gelişmesini sağlayacaktı.

Engels’in Cezayir’i işgal eden Fransa’nın tutumunu desteklemesi bu nedenledir. Sömürgecilik kötüydü ama o ülkedeki halkı dünyadaki gelişmelerin dışında tutan dışarıya kapalı eski düzen daha da kötüydü.

20. yüzyılda “dünya” değişti. Kelime aynı kaldı ama içeriği genişledi. Lenin’in döneminin dünyasında Çarlık Rusyası sürekli işçi grevleri ve 1905 devrimi nedeniyle önemli yere sahiptir. Çin’in de içinde bulunduğu yarı sömürge ve sömürge ülkelerdeki ayaklanmalar birbirini izlemektedir. ABD dünya ekonomisi ve politikasında açık bir ağırlığa sahiptir.

Bu şartlardaki dünyada, “dünya devrimi” denildiğinde İngiltere, Fransa, Almanya ve çevrelerindeki ülkelerle yetinilemez. Dünyanın kapsamı genişlemiştir. ABD ve Çarlık Rusyası artık günün dünyası içindedir.

1914-1918 arasında Birinci Yeniden Paylaşım Savaşı gerçekleşir. 1917’de Çarlık Rusyası’nda devrim olur (Önce Şubat sonra Ekim devrimi).

Birinci savaş başka bir gerçeği daha ortaya çıkarır: kapitalist bir ülkede olacak devrimin başka kapitalist ülkelere yayılması büyük değil küçük bir ihtimaldir. Marx-Engels’in öngörülerinin tersine bir durum gerçekleşmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nda yenilen ülkelerde devrim beklentisi vardı. Zaten Lenin ile Bolşevikler o zamanki adıyla uluslar arası sosyal demokrasinin küçük bir bölümünün temsil edildiği Zimmerwald Konferansı’nda bu görüşü savunmuşlardı: her parti bulunduğu ülkedeki burjuvazinin yenilmesi için çalışmalı ve bu yenilgiden devrim çıkarmalıdır.

Çarlık Rusyası’nda da böyle oldu, Çarlığın yenilgisi devrim için önemli bir itici güç oluşturdu.

Burada unutulmaması gereken şudur: savaşta belirli ülkelerin yenilmesi demek, diğerlerinin kazanması demektir. Savaşı kazanan ülkelerde devrim ihtimali azdır.

1918 yılı Mart ayında Bolşevikler devrilmiş olan Çarlık ve burjuvazinin savaş halinde olduğu Almanya ile ağır bir barış antlaşması imzaladılar. (Brest-Litovsk). Bu antlaşma Bolşeviklerin içinde bile itirazlara neden oldu çünkü şartları çok ağırdı. Rusya Baltık ülkeleri dahil geniş bir alanı Almanya’ya bırakıyordu. Lenin direnişi kırmak için Merkez Komitesi’nden istifa edeceği tehdidini kullanmak zorunda kaldı. Genç devrim hükümeti hem Almanya ile savaş hem devrimin kırlara taşınması ve hem de başlamak üzere olan iç savaşla başa çıkamazdı. Devrimin korunması için ağır da olsa barış yapılması gerekiyordu.

O dönemin Almanya’sındaki sosyal demokratlar da bu barış anlaşmasına karşı çıktılar. Almanya en azından Doğu cephesinde önemli başarı kazanarak savaşı bitiriyordu. Bu başarı Almanya’nın savaşı kazanmasına yetmeyecekti ama kazanılan yine de önemli bir ara başarıydı ve Almanya devriminin geleceğini kötü etkileyecekti.

Lenin için ise –doğru olarak- gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli olmayan Alman devrimine umut bağlanmasından önce, yapılmış olanı korumak ön plandaydı.

Doğu’da kazanılan zafer Almanya’ya yetmedi, savaşta yenildi ve ağır şartlar içeren Versay Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.

Almanya’da birkaç bölgede ayaklanmalar oldu, Sovyetler kuruldu ama ömürleri uzun sürmedi.

Benzer ayaklanmalar dağılan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda da gerçekleşti ama çabuk bastırıldılar.

Yine savaşta yenilen Osmanlı İmparatorluğu’nda ise kısa süreli bile olsa devrimci bir kalkışma olmadı. (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu savaşta müttefikti.)

Savaşı kazanan İngiltere ve Fransa’da ise 1917 Ekim Devrimi ile ilgili dayanışma eylemleri gerçekleşti ama önemli bir devrimci kalkışma olmadı. Almanya’da kurulan Sovyetlerle kayda değer bir dayanışma da gerçekleşmedi. Savaşı kazanan ülkelerde devrim zaten beklenmiyordu.

Savaş sonunda bir kapitalist ülkede devrim olsa bile (Almanya gibi) bu devrimin diğerlerine (İngiltere ve Fransa’ya) yayılması düşük bir ihtimaldi.

1919’da Marx-Engels’in öngörülerine göre farklı bir durum söz konusuydu.

1920’li yıllarda kapitalist metropollerde devrim beklentisi sona erdi ve bunun yerini sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki devrim beklentisi aldı. Doğu Halkları Kurultayları toplanmaya başladı.

DÜNYA yine değişti!

1960’lı yıllarda sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki kurtuluş savaşlarının kapitalist metropollerdeki devrimi tetikleyeceği düşünülüyordu. Başka bir deyişle Marx-Engels’in dünyasındaki devrim beklentisi tersine dönmüştü. Beklenti az gelişmiş olanlardan gelişmiş olanlara doğruydu.

21. yüzyılda ise yine farklı bir DÜNYA karşısındayız.

Bugünkü dünya devrimi anlayışı en azından ABD, Almanya ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni içermek zorundadır. Bunlara Fransa, İngiltere, Japonya, Rusya Federasyonu ve Hindistan da eklenmelidir.

Böyle bir dünyada azçok zamandaş gerçekleşecek devrimi hayal etmek bile zordur.

Marx-Engels dönemindeki “dünya devrimi”ni o dünyanın zamana göre değişen içeriğini dikkate almayarak tekrarlamak doğru olmasa gerektir.