Şuanda 306 konuk çevrimiçi
BugünBugün1362
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15330
Bu ayBu ay15330
ToplamToplam10483754
100. YIL YAZILARI (5): SOSYALİST MODERNLEŞME PDF Yazdır e-Posta


 

 

Sosyalizm ancak modern bir toplum temelinde kurulabilir. Modern toplumdan kastedilen sanayi toplumudur ve başlıca özellikleri şunlardır:

- Tarımda feodalizmin tasfiyesi, köylülüğün ayrışması ve kapitalist ilişkilerin hakim olması…

- Sanayinin gelişmesi, ekonomide sanayi üretiminin ağır basması…

- Okuma-yazma bilenlerin oranının artması, şehirleşmenin gelişmesi…

- Artan sayıda kadının çalışmaya başlaması…

- Dinin etkisinin azalması…

Bu özelliklere kısaca modernizm adı verilir ve 1920’li yıllara kadar modernizm aynı zamanda kapitalist modernizm anlamına gelirdi. Başka bir deyişle bir toplumda bu özelliklere sadece kapitalizmin gelişmesiyle ulaşılabilirdi, başka yol bilinmiyordu.

Sovyet devrimi tek ülkede değil geniş bir bölgede gerçekleşmesine rağmen başka devrimleri tetikleyemedi ya da Almanya, Avusturya ve Macaristan’daki ayaklanmalar başarısızlıkla sonuçlandı ve Sovyet devrimi geri bir tarım ülkesinde kendi başına kaldı.

Bundan sonra ne yapılması gerekiyordu?

O güne kadar bilinen yol, kapitalizmin geliştirilmesi ve bu yolla sosyalizmin önkoşullarının hazırlanmasıydı. Lenin’in getirdiği teorik yenilik, daha sonra sosyalist modernizm olarak anılacak olan yenilik; eskiden ancak kapitalizmin geliştirilerek ulaşılacağına inanılan aşamaya kapitalist olmayan yoldan ulaşmaktı. Üretim araçlarının özel mülkiyeti çerçevesinde değil, üretim araçlarında toplumsal mülkiyet temelinde ulaşmaktı.

Lenin’in belirttiği gibi; modern sanayi toplumu aşamasına ancak kapitalizmle ulaşılabilir diye hiçbir yerde yazmıyordu; ama başka türlüsü de yazmıyordu. Tarihte başka bir yol yaşanmamıştı.

1917 Ekim devriminin ardından “sosyalist devrimi boşuna yaptınız” diyen Kautsky, o güne kadarki tarihsel örnekler dikkate alındığında haklıydı. Sosyalist devrim boşuna yapılmıştı çünkü modern sanayi toplumuna ulaşmak için kapitalizmin geliştirilmesinden başka yol bulunmuyordu. Burjuvazinin iktidarına son verdikten sonra kapitalist gelişmeye yönelmek, devrimi boşuna yapmış olmak anlamına gelirdi.

Burada eklemek gerekir: yaklaşık 60 yıl sonrasındaki örneğin, bir ülkede, Çin’de, komünist partisi önderliğinde kapitalizmin geliştirilebileceği örneğinin düşünülebilmesi o yıllarda mümkün değildi.

Sovyet devrimi tarihte daha önce örneği bulunmayan bir yola girdi ve sosyalist modernleşme diye anılacak yoldan modern sanayi toplumuna ulaşmaya yöneldi.

Bu konuda büyük başarı kazanıldığını belirtmek gerekir.

Dönemin şartları uygundu. 1918’de Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden 1939’da ikincisinin başlamasına kadar geçen 21 yılın birkaç yılı iç savaşla, ardından yine birkaç yıl izlenmesi gereken yol konusundaki tartışmalarla geçmişti. Geriye kalan yaklaşık on yılda ise Sovyet toplumu büyük oranda değişmiş, geri bir tarım ülkesinden sanayi toplumuna dönüşmüştü.

Savaş geliyor, bunun dışında kalmamız mümkün olmayacak, bize saldıracaklar; kapitalizmin yüz yılda aldığı yolu on yılda alamazsak, sonumuz kötüdür anlayışıyla gelecekte ülkeyi nelerin beklediği doğru olarak saptanmıştı.

Emperyalist ülkeler savaş yorgunuydu, ardından 1929-1933 büyük ekonomik krizi yaşandı. Kimsenin gelişen Sovyet ülkesiyle uğraşabilecek hali yoktu. Düşmandılar ama bunu aktif düşmanlığa dönüştürebilecek durumda değillerdi. Sovyet ülkesi istediği bütün sanayi makinelerini kısıtlama görmeksizin ithal edebiliyordu.

Belirtmek gerekir; SSCB 1920’li yıllarda geri bir tarım ülkesiydi ama 1960’lı yılların Çin Halk Cumhuriyeti’nden oldukça farklıydı.

- Devrim öncesi Rusya, Çin’in aksine yarı sömürge değil, sömürgeci bir ülkeydi.

- Geri bir tarım ülkesiydi ama Petograd ve Moskova gibi gelişmiş sanayi merkezlerine de sahipti. Rusya, Çin gibi sanayiye yabancı bir ülke değildi. Bu iki kentte ve ek olarak Bakü’de gelişmiş bir işçi sınıfından söz edilebilirdi. Çok geniş bir ülkede bu sınıf küçük bir azınlıktı ama vardı.

- SSCB de Çin gibi geniş bir ülkeydi, nüfusu Çin kadar olmasa da fazlaydı. SSCB’nin ek olarak geniş doğal kaynakları da bulunuyordu.

SSCB’nin izlediği yola “geç kalmış modernlik” adı da verilir ve kapitalizm çerçevesinde de benzeri yaşanmıştır. Bağımsızlığını yeni kazanmış olan ve gelişmiş kapitalist ülkelere göre oldukça geride bulunan ülkeler hızlı bir sanayileşmeyle ilerideki ülkelere yetişmeye çalışabilirler. Yarı feodal ilişkilerin radikal tasfiyesi gerçekleşmeden hızlı bir modernleşmenin mümkün olmadığı da görülmüştür. Bunun belirgin örneği Türkiye’dir.

1920’li yıllardan 1939’a kadar yaklaşık 15 yıllık süreyi dünyada en iyi değerlendiren ülke SSCB oldu. Türkiye ve Arjantin de bu süreyi kullanarak sanayileşmeye çalıştılar. Uluslar arası koşullar da uygundu ama feodalizmin radikal tasfiyesi gerçekleşmeden ve feodallerle daima ittifak içinde olmuş burjuvaziyle birlikte ilerlenerek sanayi toplumuna kapitalist yoldan ulaşmak mümkün değildi. Bazı sanayi tesislerinin kurulması gibi görece iyileştirmeler yapılabilirdi ama bunlar toplumun yapısını değiştirmekte yeterli olamazdı.

SSCB sosyalist modernizmde ağır bir fatura ödedi. Tarımda hızlı kolektifleştirme, dış ülkelerden sanayi makinelerinin ithali için tarımda üretilen değerin sanayiye aktarılması özellikle Ukrayna’da yaygın açlığa ve ölümlere yol açtı. Çok sayıda insan bulunduğu yeri terk ederek fabrikalarda işçi olmaya yöneldi. Bu büyük hareketlilik ve ek olarak yaşanılan fiziki tasfiyeler çok sayıda insan hayatına maloldu.

Orlando Figes gibi sosyalizme herhangi bir sempati duymayan bir yazar bile, Stalin’in çok sayıda insanın “karşı devrimci” gerekçesiyle fiziki tasfiyesi konusunda güvenlik örgütünü birkaç kez uyardığını yazar.

Bu tasfiyeler eski Bolşevik kadroya da yöneldi. Önceki yazıda Fransız devriminde de devrim sonrasındaki anlaşmazlıkların devrimi yapan kadroda tasfiyelere yol açtığını belirtmiştim. SSCB’de daha da özel bir durum vardı; tartışıldı ama kısa sürede bunun bitmesi gerekiyordu, hızla ilerlenmeliydi ve sürekli tartışma içinde de böyle yapılamazdı.

Kapitalist ya da sosyalist yoldan geç kalmış modernleşme daima otoriterliği gerektirir. Hızla gelişmek zorundasınız ve bu da izlenmesi gereken yol konusunda sürekli tartışarak yapılamaz.

SSCB kapitalist olmayan yoldan hızlı modernleşmenin ağır faturasını 1941’de Nazi ordularının saldırısından sonra da ödeyecekti. Bu saldırı zamanın Almanya ordusunun saldırısından ibaret değildir. Orta ve Doğu Avrupa’dan Sovyet karşıtı güçlerle birlikte –Bulgarlar, Romenler vd.- yaklaşık bir milyon kişilik bir orduyla bu saldırı yapıldı ve içerde de özellikle Ukrayna’da çok sayıda destekçi bulunabildi.

1941-1945 yılları arasında Kızıl Ordu’nun Nazileri yenen asıl güç olması, kahramanlık temelinde açıklanamaz. Ağır kayıp verildi ama savaşı kazanan aynı zamanda ordunun dayandığı sanayi ya da teknik güçtü.

Rusya’nın 1905’te Japonya, 1917’de Almanya karşısında bozguna uğradığını hatırlamak gerekir. 1941-1945’te ise farklı oldu ve bu başarıyı esas olarak disiplin ve kahramanlıkla açıklamak mümkün değildir. O zamanki dünyanın en modern ordusuna karşı esas olarak kahramanlık temelinde başarılı bir karşı duruş gösterilemezdi.

Bunun için savaş öncesinde ve savaş sırasında oldukça ağır bir bedel ödendi.

Bu bedel daha az olabilirdi ama ağır kategorisinin dışına çıkacak kadar az olamazdı. Ağır bedelin kapsamında kalınarak daha az olabilirdi. 1940’lı yılların Sovyet romanlarında bile –bkz. Konstantin Simonov- orduda yapılan anlamsız tasfiyelerin savaşın başlangıcında orduyu zayıf düşürdüğü ve ağır kayıplara yol açtığı anlatılır.

Bu tasfiyelerin sorumlusu Stalin midir, gibi güncelliğini hala sürdüren bir soru sorulabilir.

Büyük bir gelişme döneminde yapılan iyilerin ve kötülerin, büyük başarıların ve ağır kayıpların sorumluluğu tek kişiyle açıklanamaz. Dönemin bütün iyilikleri gibi kötülüklerini de Stalin yapmamıştır ama bir ülkenin bir numarası, o ülkede yapılan iyi ve kötü her şeyden sorumludur. Her şeyi doğrudan kendisi yapmamış olabilir ve zaten bu mümkün de değildir ama sonuçta iyiliğin de kötülüğün de sorumluluğunu taşımak zorundadır.

Ağır kayıp verilecekti, ama bu kadar ağır olmayabilirdi.

1920’li yıllardan başlayarak farklı bir gelişme yolu izlenseydi, radikal önlemlerle değil de tarımı yavaş dönüştürerek sanayileşme ve genel olarak modernleşme yolu izlenseydi; 1945’te SSCB diye bir ülke bulunmayacaktı.