Şuanda 253 konuk çevrimiçi
BugünBugün1431
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15399
Bu ayBu ay15399
ToplamToplam10483823
100. Yıl Yazıları (7): 20. Kongre ve Stalin eleştirisi PDF Yazdır e-Posta


1956’daki 20. Parti Kongresi’nde Kruşçev Stalin’i ağır şekilde suçlayan bir konuşma yaptı ve ülkede geçmişte yapılan tasfiyeleri mahkum etti. Bu konuşma SSCB’de önemli bir değişikliğin ve ükenin yeni bir gelişme yoluna girmesinin başlangıcı olarak görülür. Bu konuşma sosyalistlerin bir bölümü tarafından Stalinsizleştirme ve kişi putlaştırmasına son verme olarak değerlendirilirken, başka bir bölüm ise 1956’yı SSCB’de karşı devrim olarak değerlendirir. Sonraki yıllarda SSCB ile Çin Komünist Partisi arasındaki ayrılık gelişince, ÇKP 1956 kongresini mahkum edecekti. ÇKP ancak Stalin ve 3. Enternasyonal’in kendilerine dayattığı çizgiden ayrılarak devrim yapabilmişti ama dönem bunun hatırlanmasını gerektirmiyordu.

ÇKP’ye milli burjuvaziyle ittifak yapması tavsiye edilmiş, onlar da Komüntang ve temsilcisi Çan Kay Şek ile ittifak yapmışlar; bunun bedeli de 1925’teki Şanghay ayaklanmasında çok sayıda kişinin öldürülmesi olmuştu. ÇKP’nin ülke içlerine uzun yürüyüşü ve Mao’nun parti önderi olarak yükselmesi bundan sonra başlar.

Sosyal emperyalizm tezini savunan ve SSCB’de burjuvazinin iktidara geldiğini iddia edenler de başlangıç olarak 1956 kongresini alırlar.

20. Kongre’nin önemli bir değişikliğe işaret ettiği açık olmakla birlikte ne olmuştur da böyle bir değişiklik gerçekleşmiştir, üzerinde durulmaz. Sosyalistlerin bir bölümü için karşı devrim kolaydır. Devrimde olduğu gibi önceden uzun hazırlık yapılması, belirli aşamalardan geçilmesi gerekmez, kısa sürede oluverir. Stalin’in ölümünden (1953) üç yıl sonra gerçekleşen 20. Kongre’de de böyledir. Aynı anlayışı sonraki yıllarda da görmek mümkündür. Mao’nun ölümünden sonra 4’lü çetenin karşı devrim yapması ya da Gorbaçov’un SSCB’nin dağılmasına yol açması gibi… Kişi marksisttir ama tarihi kişilerin aldığı tutumla açıklayıverir!

Stalin 27 Mart 1953’te öldü ve 3 Nisan’da Stalin’e daha önce komplo düzenlemek iddiasıyla tutuklanan Stalin’in doktorları serbest bırakıldı. Aynı yıl Aralık ayında Stalin adına yapılan operasyonların baş sorumlusu Beria ve altı yakın elemanı ki içlerinde Devlet Güvenliği Bakanı Merkulov da bulunuyordu gizli yapılan bir duruşmadan sonra kurşuna dizildiler. Yaklaşık bir yıl sonra doktorlar konusunun önde gelen isimlerinden eski devlet güvenliği bakanlarından Abakumov da idam edilecekti.

Bu idamlarla SSCB’de Lenin’in ölümünden sonra gerçekleşen üst düzeyde idamlar konusu kapanıyordu. SSCB’nin 1991’de dağılmasına kadar devlet ve partinin üst düzey yönetim organlarında değişiklikler olacak ancak kimse ne idam edilecek ne de sürgüne gidecekti.

Kruşçev bu dönemde ve daha sonra sürekli olarak kolektif önderlikten yana olduğunu tekrarlayacaktı.

SSCB 1920’li yıllarda devrimin yalnız kalacağı anlaşıldıktan sonra karşılaştığı soruya yeniden cevap aramak zorunda kaldı: bundan sonra ne yapacağız ya da sosyalizm nasıl bir gelişme çizgisi izleyecek?

SSCB hızla gelişerek sanayileşmiş ülkeler arasına girmiş, Almanya nazizmini yenen asıl güç olmuş, savaşın ağır hasarını önemli oranda ortadan kaldırmış ve sosyalizm Çin’de 1949’da gerçekleşen devrim ve Kızıl Ordu’nun Doğu ve Orta Avrupa’daki işgal bölgesinde sosyalist iktidarların kurulmasıyla dünya çapında bir rejim haline gelmişti. Sosyalizm SSCB’de 1917-1956 ile 39 yılı geride bırakmıştı.

14-25 Şubat 1956’da SBKP’nin 20. Kongresi toplandı. Kongrede Kruşçev’in konuşması ön plana çıkarak diğer önemli kongre kararlarını gölgeledi. 20. Kongre sanayi işletmelerinde katı merkeziyetçiliğin gevşetilmesi ve tarım üretiminin artırılması için küçük üretime serbestlik tanınması kararlarıyla 40 yıl sonra Gorbaçov’un yapmaya çalışacaklarının öncelidir. Komünistlerin bir bölümü hiç ama hiç öngörüsüz değildir. Geniş bir ülke olan ve önemli insan ve doğal kaynaklara sahip olan SSCB, bu kaynakları merkezileştirerek hızla gelişmiş ve ABD ile aynı düzlemde yer almasa bile sanayileşmiş ülke konumuna gelmişti. Batı ülkelerinde sosyalizme hiç de dost olmayan çok sayıda ekonomist SSCB’nin zaman içinde daha da hızlı gelişip ABD’yi yakalayacağına inanıyordu. Buna reform yapılması kaydıyla Kruşçev ve çevresi de inanıyordu. Ne çare ki reformlar hem küçük adımlarla hayata geçirilmeye çalışıldıklarından ve hem de yönetici kadro geçmiş uygulamalara alışık olduğu için başarısız olacak ve SSCB Stalin dönemindeki gelişmenin sorunlarından 1991’de dağılıncaya kadar kurtulamayacaktı.

Sorunların başında tarım geliyordu. SSCB geniş tarım topraklarına sahip olmasına karşılık yeterli üretim yapamıyordu. Nitekim 1964’te kötü hava şartları nedeniyle ABD’den yüksek miktarda tahıl ithal edilmek zorunda kalınacaktı.

İlk çare ekilebilir alanların genişletilmesiydi. Tarım alanını yaklaşık yüzde 20 büyüterek üretimi artırdılar ama bu kalıcı bir çözüm değildi. Kolhozlar yeterli üretim yapamıyordu. Bunun bir nedeni hızlı sanayileşme nedeniyle yapılan hızlı zorunlu kolektifleştirme idiyse, diğer nedeni de aşırı merkeziyetçilikti. Aynı durum sanayi için de söz konusuydu.

SSCB’de her yeni dönem önemli kadro değişikliklerini de içerir. Kruşçev döneminde çok sayıda parti sekreteri değişti, ek olarak soğuk savaşın da başlamasıyla Zukov gibi Stalin ile çelişkiye girdiği için Kırım’da önemsiz bir göreve gönderilen Zukov gibi mareşaller de tekrar merkezi sorumluluk üstlendiler.

Sosyalist toplumda reform da kadro işidir ama bu reformu eski gelenek içinde yetişmiş kadrolarla yapamazsınız. Konu 1960’lı yıllarda daha da güncellik kazanacak ve reform yanlıları mücadeleyi kesin olarak kaybedecekti. (İlerde bu konu üzerinde durulacaktır).

SSCB barış içinde bir arada yaşayan iki sistemin yarışması anlayışını benimsedi. SSCB’nin üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizme yetişeceği ve onu geçeceği varsayılıyordu. “Yetişmek ve geçmek” bu dönemin öne çıkan belirlemesidir ama gerçekleşmeyecekti.

Barış içinde bir arada yaşama anlayışının sınıf mücadelesini durdurma anlamına gelmediği pratikte görüldü. 1960’lı yıllarda büyük yükselme gösteren anti sömürgeci hareketlerin baş destekçisi SSCB idi. Aynı ülke Küba devrimine de büyük destek sağlayacaktı.

Kruşçev şu veya bu görüşü savunabilir ama görüşleri nasıl destek buldu diye sorulmalıdır. Stalin gibi efsaneleşmiş bir ismi açık olarak eleştirmek büyük bir desteğe sahip olmadan yapılabilecek iş değildir. 20. Kongre’de ne olduğunu anlamak ancak bu desteğin nereden kaynaklandığını anlamakla mümkündür.

SSCB kırk yılı geride bırakmıştı. Devrim sonrasında doğup büyüyen bir kuşak vardı. Devrimi görmüş olan kuşak sayıca gittikçe azalıyordu. Yeni kuşak özellikle teknik alanda iyi eğitim görmüştü. Parti üyelerinin bileşimi değişmişti. Yarı feodal bir ülkeden sanayileşmiş bir ülkeye dönüşen SSCB’de böyle bir değişim olması doğaldı.

1930’lu yıllarda devletin ve partinin üst kademelerindeki kadronun sık sık tasfiyeye uğraması Stalin’in despotluğuyla açıklanamaz. Bu kadro devrimi görmüş ve politik sosyalizasyonunu da devrim öncesinde yaşamış kadroydu. Mevcut durumu kabul etmekle birlikte bu sosyalizasyonun etkisinden kurtulmaları mümkün değildi. Geçmişte savunulanla şimdi yapılan birbirinden çok farklıydı. Geniş bir bölgeyi kapsıyor olsa da tek ülkede sosyalizm kurulamaz anlayışıyla yetişmişlerdi ama yapılmaya çalışılan da buydu. Sosyalizmde devletin sönmeye doğru gideceği savunulmuştu ama gerçekleşen tersiydi. Savaşa hazırlık ve hızlı sanayileşme de başka türlü gerçekleşemezdi. Tarımda kolektifleştirmenin zamana yayılarak gerçekleşeceği savunulurdu, tersi yapılıyordu…

SSCB’de gerçekleşen marksist sosyalizm anlayışına uymuyordu. Marksist sosyalizm anlayışında devrim gelişmiş kapitalist ülkelerde zamandaş gerçekleşeceği için sosyalizmin rakibi bulunmayacaktı. Dolayısıyla da yetişmek ve geçmek, kendini kapitalizme karşı savunmak gibi sorunlar bu teoride yoktu. Sosyalizm teorisinin yeniden kurulması gerekirken, yapılanla marksist sosyalizmi ilişkilendirmeye çalışmak hiç iyi sonuç vermedi.

Bunda “tarihin yasalarının kaçınılmaz işleyişi” anlayışının da rolü vardı. Gerçekte ise sosyalizm insan tarafından kurulabilecek bir sosyo-ekonomik sistemdi. Kapitalizm kendi haline kalırsa hangi krizleri yaşarsa yaşasın sosyalizme dönüşemezdi.

1900’lü yılların başlarında önce Kautsky ardından da Lenin dolaylı yoldan bunu ifade etmişlerdi. Sosyalizmin temel gücü kabul edilen işçi sınıfına bilinç ancak dışarıdan iletilebilirdi. Bu sınıf kendi gelişimi içinde sosyalist bilince ulaşamazdı. Bu görüşün başka bir anlamı, tarihin gelişme yasalarının oluşmasında sosyalistlerin de önemli rolünün bulunmasıydı. 1917 Ekim Devrimi ve ardından SSCB’nin 1930’lu yıllardaki pratiği de bunun başka bir göstergesiydi. Komünistler tarafından tarihin yasalarına güvenilerek başka bir yol tutulsaydı ne devrim ne de SSCB olmazdı. En geç 1940’lı yıllarda nazi Almanyası tarafından varlığı son erdirilirdi.

Teorik olarak geçmişe bağlı kalmak, pratikte ise başka bir yol izlemek teorik kargaşaya yol açtı. Sosyalizm gibi tarihin ancak uygun koşullar sağlayabileceği ama insanın aktif müdahalesi olmadan gerçekleşmeyecek bir sosyo-ekonomik sistem için teori ile pratik arasındaki bu uyumsuzluk yıllar sonra da olsa başarısızlıktan başka sonuç vermezdi.

Konuyu yeniden Stalin sonrasına dönerek bitirirsek; Manfred Hildermeier, Geschichte der Sowjetunion (1917-1991) adlı yapıtında (SSCB Tarihi) 1939-1991 yılları arasında SBKP Merkez Komitesi’nde yer alan üyelerin sürekliliklerini bir istatistikle saptar. 1939’de yeni MK üyeleri eskilerin üç katı kadardır. 1952’de de aynı durum sürer. 1956’dan başlayarak (1961’deki düşme dışında) MK üyelerinin sürekliliği artar ve yeni üyelerin oranı yüzde 25-30’a kadar geriler.

Burada devrim sonrasında doğmuş kadronun yönetim organlarındaki sürekliliğini görüyoruz. Kruşçev’in en büyük destekçisi de bu kadro olacaktır.

Bambaşka bir dönem ve oldukça farklı bir örnek olmakla birlikte yeni yetişen kadronun örgütün bir numarasının davranış tarzını nasıl etkilediği, onu değiştirdiği 1990’lı yılların ortalarına kadar Abdullah Öcalan’ın üst düzey kadrolara yönelik ifade tarzıyla, sonrasındaki dönem arasındaki büyük farklılıktan görülebilir.