Şuanda 361 konuk çevrimiçi
BugünBugün1318
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15286
Bu ayBu ay15286
ToplamToplam10483710
Zor bitecek bir savaş: Suriye PDF Yazdır e-Posta


Suriye’deki savaşla ilgili haberleri her gün duymaya alışmıştık. Son olarak İdlib’de kimyasal gazla yüzden fazla kişinin ölmesiyse alışık olunmayan bir haberdi.

Beklenebileceği gibi karşılıklı suçlamalar yoğun olarak sürüyor. Burada iki çeşit anlamsız suçlama üzerinde durmak gerekir:

Birincisi: “Tarafsız bir heyet kurulup olay araştırılmadan Esad rejimi kimyasal silah kullanmakla eleştirilemez.”

Bu görüşü savunanlar öyle anlaşılıyor ki Suriye’deki savaşta şiddetin ulaştığı boyutu henüz kavrayamamışlar. Bu savaşı –mesela- İrlanda’daki savaşa benzetiyorlar. Kimin yaptığı açık olmayan bir katliam olmuşsa taraflar savaşı durdurur, tarafsız bir heyet olay yerine gidip inceleme yapar ve sonucu açıklar.

Suriye’de ister İdlib gibi muhaliflerin elindeki bir yerde isterse de rejimin elindeki bir yerleşme biriminde böyle bir şeyin mümkün olabileceğini mi sanıyorsunuz? Oraya gidecek tarafsız heyeti oluşturmanın zorluğu bir yana, gidecek heyetin ne kadar sağ kalacağı da bilinmez. Yanlışlıkla bomba patlayabilir, kim olduğu belirlenemeyen birisi heyetin yanına gidip kendini havaya uçurabilir veya başka bir şey olabilir. Yeniden suçlamalar ve suçlamalar yapılır, derken başka büyük bir olay olur, bu konu geçmişte kalır.

İkincisi: Esad yönetimi neden kimyasal silah kullansın? Durumunu güçlendirdiği bir dönemde bu silahın kullanımı yeni müdahaleleri davet eder, bu nedenle mantıksızdır.

Savaş mantık kurallarına göre yürümüyor, üstelik savaşan taraflar her zaman doğru karar da vermezler. Dolayısıyla böyle bir gerekçelendirmenin anlamı yoktur.

Konuyla ilgili doğru açıklamayı Rusya Federasyonu yaptı: İdlib’deki bombardıman Suriye savaş uçakları tarafından yapılmıştır. Bu aslında kolayca düşünülebilecek bir gerçekliktir, çünkü ülkede Rusya ve Suriye dışında hava kuvvetine sahip olan bulunmuyor. İslam Devleti’nin, El Nusra’nın ve diğer benzeri grupların uçağı yok. Dolayısıyla bombardımanı yapan Suriye uçaklarıdır.

Rusya’nın açıklamasında devamla Suriye uçaklarının muhaliflerin kimyasal silah depoladığı bir yeri vurduğu belirtildi.

Kimyasal silah deposu hedef alındığında ne olacağını bilmek için askeri tecrübeye sahip olmak bile gerekmez. Cephaneliği vurursanız patlar, kimyasal silah deposunu vurursanız gaz çevreye yayılır.

Kimyasal silahların muhtemelen Türkiye’den gitmiş olması eylemi haklı çıkarmaz.

İdlib’deki kitlesel ölüm Suriye’deki savaşta pek önem taşımıyor ya unutulup gider ya da karşılıklı uygun suçlamalar için zemin oluşturmayı sürdürür. Herkes Esad’a yükleniyor ama Esad’ın pek de ciddiye alınmadığını söylemek mümkündür. Suriye ordusu büyük oranda tükenmiş durumdadır. Havada Rusya karada ise İran ve Lübnan Hizbullah’ının askerleri olmasaydı İslam Devleti (İD) ve El Nusra Şam ve Lazkiye’yi bile işgal etmişti.

İran bu savaşta aralarında yüksek rütbeli subayların bulunduğu binden fazla ölü verdiğini açıkladı. Hizbullah’ın da kayıpları var. İran uzun zamandır askerleri ve subaylarıyla savaşın içindedir ama Rusya’nın bombardımana başlamasına kadar İD ile başa çıkamıyordu.

Bu durum Suriye’deki İD, El Nusra ve diğer islamcı grupların oradan buradan toplanmış çapulcu sürüsü olmadığını gösterir. Özellikle İD’nin ciddi bir askeri potansiyeli ve tecrübeli subayları bulunuyor (eski Irak ordusunun subayları). Suriye ordusu bunlarla başa çıkamadı, İran bile Rusya’nın bombardımana başlamasına kadar hayli zorlandı.

Kobane’de gösterilen müthiş direnişe rağmen İD’nin ABD bombardımanı başlayıncaya kadar kentin bir bölümünü ele geçirdiğini biliyoruz.

ABD ve Türkiye Esad’a yüklenir görünürlerken asıl hedef İran’dır.

İran Ortadoğu’da epeyce güçlendi. Irak nüfusunun ağırlıklı kesimi Şiilerden oluşuyor ve İran’ın bunlar üzerinde önemli etkisi bulunuyor. İran bu etkisini Suriye’ye de yaymış durumdadır.

İran’ın güçlenmesi ABD’nin bölgedeki bütün müttefiklerini –Suudi Arabistan, İsrail, Türkiye- rahatsız ediyor. ABD’nin “burada ben de varım” mesajlı bombardımanı için kimyasal silah konusu gerekçe olmuştur, asıl mesaj iletilen İran’dır.

İran, Rusya ile müttefiktir.

Türkiye de Esad’ın pek gücü kalmadığını biliyor. Türkiye’nin Suriye’deki sorunu ilk olarak Batı Kürdistan’dır, kantonların birleşmesinin engellenmesi ve gelecekte olabilirse yok edilmeleridir. Diğer önemli sorunu ise İran’ın bölgede artan etkisidir.

Türkiye’nin Barzani ile iyi ilişkilerini sadece PKK’ye karşı olmak bağlamında görmemek gerekir. Barzani de olmasa Türkiye’nin Irak’ta İran’a karşı tutunabileceği başka güç yoktur.

İran bölgede kurulacak bir Kürt devletine kesin olarak karşıdır, bu konuda Türkiye ile aynı görüştedir.

Allah –varsa eğer- kimseyi PYD’nin durumuna düşürmesin. Dar bir bölgede küçük bir nüfusla -iki milyon deniliyordu ama bir bölümü göç etti-  varlığını sürdürmesi kendisinden çok başka güçlere bağlıdır. ABD bombardımanı olmasaydı İD Kobane’yi ele geçirmişti. Türkiye doğrudan saldırmak için hazır bekliyor ama bunun için Rusya ve özellikle ABD’nin onayı gerekiyor. ABD ise Türkiye’nin rahatsızlıklarına aldırmadan PYD’nin silahlı kolu YPG’yi silahlandırıyor ve askerlerini de eğitiyor. YPG şimdilik ABD’nin karada sahip olmak istediği gücün yerini almış gibi görünüyor. Türkiye de bir dönem ABD’nin Suriye’deki kara gücü olmaya talipti ama sürekli olarak belirlenen hedeflerin dışındakilere –özellikle Kürtlere- saldırdığı için bu konumunu kaybetmiş görünüyor.

ABD bölgede mümkün olduğu kadar fazla politik aktör bulunmasını ve tercihan da birbirleriyle anlaşmamalarını ister.

Batı Kürdistan’daki yapılanmanın ABD veya Rusya’nın, tercihan ikisinin de desteği olmadan yaşaması mümkün değildir. Türkiye saldırır, Esad bunu hoşnutlukla karşılar (tabii ki protesto da eder!), İran da fazla karşı çıkmaz. PYD/YPG’nin sürekli değişen güç ilişkileri içinde oynamaları gerekiyor.

Geleceğe yönelik olarak şu belirlemeleri yapmak mümkündür:

Birincisi: Esad ister makamında kalsın isterse yerine başkası gelsin, gelecekteki hiçbir yönetim Suriye genelini yönetebilecek durumda olmayacaktır. Suriye fiilen üçe bölünmüş durumdadır. Filanca parçanın genişlemesi, diğerlerinin daralması bu gerçeği değiştirebilecek gibi görünmüyor.

İkincisi: Türkiye’nin Suriye’den dışlandığı acele yapılmış bir tespittir. Türkiye bu ülkenin bir bölümünü işgal etmiş durumdadır. Harekatın bittiği açıklansa ve geri çekilinse bile alanda askeri varlık olarak kalınacağı bellidir (nitekim işgal bölgesinde üs kurulmaktadır). Ek olarak ülke içindeki üç milyon civarındaki Suriyelinin önemli bölümüyle iyi ilişkisi olan AKP’nin bunlar vasıtasıyla Suriye içindeki akrabalarına ulaşmayacağı düşünülemez. Sadece bu yönden bakıldığında bile AKP Suriye içinde önemli bir güçtür; istediği oranda olamamıştır ama yine de önemli bir güçtür.

Üçüncüsü: konuyla ilgili olarak daha önceki yazılarda Suriye’de yeni bir tür dünya savaşının yaşandığını belirtmiştim. Büyük güçlerin doğrudan sahaya inmek yerine vekillerini savaştırmaları yeni değildir. Bilinen bir örnek 1970-80’li yıllardaki Angola’dır. ABD UNITA’yı, SSCB ise MPLA’yı destekliyordu ve bir bölüm Küba ekseri de ülkede MPLA’nın yanında savaşıyordu.

Suriye’deki savaşın farkı tam bir vekalet savaşı olmamasıdır. Dünyanın en büyük iki askeri gücü olan ABD ve Rusya aktif olarak savaşın içindeler ama bunu esas olarak hava kuvvetleriyle yapıyorlar, kara güçlerini savaşa sokmuyorlar.

İran ordusu yıllardan beri Suriye’deki savaşın içindedir.

Türkiye de savaşa daha fazla girmek için fırsat kollamaktadır.

Büyük güçler ve bölgesel güçlerin tamamı şöyle ya da böyle savaşın içindedir.

Bu savaş daha sürecek gibi görünüyor…

Ölü sayısı 400 bini geçti, en az 7 milyon kişi başka ülkelere göç etti, bir o kadar da iç göç yaşandı. Başka ülkelere gidenlerin büyük bölümünün dönmeyeceği söylenebilir. Belki Ürdün ve Lübnan’a gidenlerin büyük oranda dönebileceği söylenebilir ama Türkiye’dekilerin büyük bölümü dönmeyecektir; daha uzak ülkelere gidenlerin ise neredeyse hiç biri geri gelmeyecektir.

Savaş bittiği zaman bile dönülecek ülke kalmadı ki, ülke büyük oranda yıkılmış durumdadır.

Esad kaldı, Suriye gitti ve daha da gidecek gibi görünüyor…