Şuanda 326 konuk çevrimiçi
BugünBugün1337
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15305
Bu ayBu ay15305
ToplamToplam10483729
Referandumdan kalan iki soru PDF Yazdır e-Posta


Referandumda TC pasaportluların verdikleri Evet oyları Almanya’da yüzde 63 iken Fransa, Hollanda ve Belçika’da biraz daha fazladır. Görece fazla seçmene sahip olan ülkelerden sadece İsviçre’de Hayır oyu yüzde 60 kadardır.

Çok sayıda ülkede oy kullanıldı ama seçmen sayısı bakımından açık farkla Almanya ile birlikte belirleyici olan ülkeler bunlardır.

Avrupa’daki siyasi partilerin ve medya organlarının yanı sıra Türkiye’de de sorulan soru şudur: yıllardır bu ülkelerde yaşayan ve geniş demokratik haklardan yararlanan bu insanlar, Türkiye’de tek adam diktatörlüğüne nasıl Evet diyebiliyor?

Sorulardan birincisi budur.

Dedesinin en azından babasının geldiği ülkedeki gelişmelerle ilgilenmekte garip yan bulunmuyor. 1980’li yıllarda Almanya’da henüz ikinci kuşak varken gelecekte farklı olacağını düşünürdük. En fazla üçüncü bilemediniz dördüncü kuşakta Türkiye’den gelenler, 20. yüzyılın başlarında Ruhr havzasına gelen Polonyalı maden işçileri gibi olacaklar, tam bir asimilasyona uğrayacaklardı. O Polonyalıları artık sadece soyadlarından tanımak mümkündü.

Gelişmeler farklı oldu. 1990’lı yıllarda iletişim araçlarındaki büyük gelişme uydu televizyonların hemen her evde kurulmasına neden oldu. Cep telefonları, internet, Facebook derken Türkiye Almanya’ya geliverdi. Diyarbakır’da olan bir olayı İzmir ile Köln aynı anda duyabiliyordu. Türkiyedekiler ve Almanyadakiler aynı televizyon dizilerini izlemeye başladılar. 1990’lı yıllardan başlayarak Türkiye’deki yönetimler Almanya’da geniş bir kitleyi etkileme, yönlendirme imkanına kavuştular. Türkiye Almanya’da etkili bir güç haline geldi.

Türkiyeli göçmenlerde eskiden beri bulunan bölünmüş politik kimlik sürdü. Bu kimlik, Almanya ya da başka bir Avrupa ülkesinde seçme hakkına sahip olunduğunda en azından sosyal demokratları, Türkiye’de ise sağcı ve hatta faşist partileri seçmek anlamına gelir. Bu konudaki tipik örnek Fransa’da Metz civarındaki Türkiyeli kitle olsa gerektir. 1980’li yıllarda MHP burada örgütlüydü ama çifte vatandaş olmaya başlamış olanlar Fransa seçimlerinde PCF’i (Fransız Komünist Partisi) seçerlerdi. Gerekçeleri, bu partinin göçmen haklarını daha iyi savunuyor olmasıydı.

Almanya’da da yıllardan beri benzer durum vardır. Yapılan anketlerde SPD’nin Türkiyeliler arasındaki desteği en az yüzde 60’tır. Eskiden daha da fazlaydı. CDU’nun da Türkiye kökenli adaylar göstermeye başlamasıyla seçmenin bir bölümü bu partiyi seçmeye başladı. Yeşiller ve Sol Parti’ye de destek vardır ama azdır.

Bu durum Türkiye kökenli kitlenin politik tercihlerinin çeşitlendiğini göstermekle birlikte en fazla desteklenen parti yine SPD’dir.

Referandumda oy kullananların ne kadarı sadece TC vatandaşıdır ne kadarı çifte vatandaştır, bilmiyoruz. Her durumda ilk kesim çok daha fazla olsa gerektir.

Birinci kuşağın durumunu anlamak zor değildir. Almanya’ya geldiği gibi kalan bu kuşağın AKP vb. partileri tercih etmesi normaldir. İkinci ve hele de Almancayı Türkçeden daha iyi bilen üçüncü kuşakta ise açıklama gerektiren bir durum vardır (bunların bir bölümü çifte vatandaştır).

Türkiyeli ailelerden gelen öğrencilerin eğitim durumunun yıllarca kötü değil çok kötü olduğunu dikkate alırsak, bir bölümü meslek eğitimi bile yapamamış bu gençlerin büyüdüklerinde toplumun alt kesimlerinde yer alacakları düşünülebilir. Türklerin eğitim düzeyi eskisine göre biraz düzeldi, onların yıllar önceki yerini Kürtler aldı.

Bu insanların oy kullanma hakları varsa ağırlıkla AKP’yi seçecekleri düşünülebilir. Aziz Nesin’in Zübük adlı romanını hatırlarsanız; büyüğün gölgesinde yürümek, o gölgeyi biraz da kendi gölgen sanmaktır. Almanya’da kendinizi önemli hissedemiyorsanız, orada hissedersiniz.

Bu insanlar Türkiye’de yaşayamayacaklarını biliyorlar; dil aynı olsa bile alışkanlıktan gelen ciddi bir kültür farkı bulunuyor.

AKP yandaşlarının başka bir bölümü dindarlardır. Diyanet ve akla gelebilecek her tarikat Almanya’da mevcuttur, hepsinin kendi camisi vardır. “Yeşil Sermaye”, “Deniz Feneri” gibi büyük dolandırıcılık vakalarında dudak uçuklatan miktarda para toplanmıştır ve bu da islamcı çevrenin önemli bir kitlesi olduğunu gösterir.

Almanya’da üniversite mezunları arasında da AKP’lilerin sayısı az değildir. AKP Almanya’ya değişik şekillerde sürekli yatırım yapıyor. AKP’nin yıllarca Fettutlahçılarla yakın ilişkisi biliniyor ve bu kesim de özellikle eğitime ve kadro yetiştirmeye ağırlık verir. Almanya’dan Türkiye’deki değişik makamlara transfer olanlar az değildir. Bunun için de AKP içinde ilişkilere sahip olmak gerekir.

Alman vatandaşı bile olsalar Türkiyeli göçmen kökenliler şu veya bu nedenle ülkeye gidiyorlar. Genellikle kısa süren bu gidişlerin mutlaka tatil amaçlı olması gerekmez, akrabaları ziyaret nedeniyle ya da başka bir nedenle de olabilir. Büyük bir inşaat faaliyetin gerçekleşmiş olduğunu, yollar, köprüler ve çok sayıda ev yapıldığını görüyorlar ve bu durum hoşlarına gidiyor. Bunu sağcı denilemeyecek çok insandan dinledim. Hükümet üyelerinden bir tanesi de, “Köprü sadece geçmek için yapılmaz” diyerek bu durumu onaylamıştı.

İsviçre ve Hayır oranının daha da yüksek olduğu İngiltere’deki kitle içinde politik mültecilerin oranı fazladır. Almanya’da benzer durum söz konusu değildir.

İkinci soru, politik mültecilerin görünürlükleri ve etkili olmaları arasındaki ilişkiyle ilgilidir. 12 Eylül sürgünleri, onların çocukları, örgütledikleri ve etkiledikleri Türkiye’deki bir oylamayla ilgili olarak ilk kez bu kadar görünür oldular. Almanya, İsviçre ve Fransa’da AKP’li bakanların ve yöneticilerin toplantıları sürekli protesto edildi. Almanya’da bu protesto o kadar yoğunlaştı ki, güvenlik gerekçesiyle toplantılara izin verilmez oldu. AKP Almanya’da referandum çalışmasını açık olarak yapamadı.

Almanya’daki bu büyük faaliyet aynı oranda hayır oylarına yansımadı ama Almanya toplumunda büyük yankı yarattı. Türkiye’de işten çıkarmalar ve tutuklanma tehlikesi nedeniyle çok sayıda gazeteci ve öğretim üyesinin Almanya’ya gelmek zorunda kalması, AKP’nin Almanya’daki Fettullahçıları istemesi ama olumlu cevap alamaması, Alman gazeteci Deniz Yücel’in Türkiye’de tutuklanması gibi gelişmeler nedeniyle Almanya kamuoyu Türkiye ile zaten yakından ilgiliydi. Gazetelerin ilk sayfalarında, televizyonlardaki haber bültenlerinde Türkiye’deki gelişmeler sürekli yer alıyor ve özellikle Erdoğan sert bir dille eleştiriliyordu. Böyle bir ortamda yapılan protestolar Evetlerin yükselmesinde fazla rol oynamadıysa bile, Almanya kamuoyunda etkili oldu.

Almanca bilen, şu veya bu örgütte (sendika, parti vd.) çalışan ve Eylül sürgünü olsun veya olmasın insanların gösterecekleri faaliyet bundan sonra da önemlidir. Erdoğan’ın ve AKP’li bakanların sürekli efelenmesine aldırmamak gerekir. Almanya Türkiye’nin önemli ticaret ortağıdır, orada büyük yatırımları vardır ve Türkiye turizminin düzelmesinde de bu ülkeden gelecek turistlerin önemli rolü bulunmaktadır.

Aynı olmasa bile 1982 yılına benzeyen bir durum karşısındayız. O yıl Türkiye’nin ihracatıyla Almanya’dan ülkeye giden döviz miktarı neredeyse eşitti. Şimdi ise silah ihracatı, yatırımlar ve turizm konusu daha önemlidir.

Eylül sürgünlerinin ve onların çevresinin Almanya’nın Türkiye ile ilgili politikasını değiştirmeye gücü yetmez, ama etkileyebilir. Türkiye’de geliyorum diyen ekonomik kriz koşullarında bu bile önemlidir.