Şuanda 199 konuk çevrimiçi
BugünBugün1843
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15811
Bu ayBu ay15811
ToplamToplam10484235
İçi boş parantez gibi sürgünlük... PDF Yazdır e-Posta


Bülent Uluer ile ilgili ne yazayım diye düşünüp durdum. Bir şey yazmasam da olurdu çünkü Türkiye’de iken tanışmamıştık. 1980’li yılların ikinci yarısında hangisi olduğunu hatırlamadığım bir Avrupa ülkesinde karşılaştık. Muhtemelen İsviçre olmalı… Orada birlikte yer aldığımız birkaç panele katıldık. Bunun dışında bağımız olmadı.

Yazabileceğim özel bir anı yok bu nedenle…

Ama şunu belirmeden durmak da mümkün değil: 65 yaşında hayata veda eden insanlar 40 yıl önceki geçmişleriyle hatırlanıyorsa, sosyalistlerin hangi durumda olduklarını buradan bile çıkarmak mümkündür.

Hatırlayın, 12 Eylül’ün üzerinden 37 yıl geçti…

Bülent yazılanlardan öğrendiğime göre 15 yıl sürgünde kalmış.

Bu süre içinde değişik Avrupa ülkelerinde boş durmadığını biliyorum. Bir ara BSP içinde de birlikte yer almıştık hatta Düsseldorf’taki Almanya örgütünün genel kuruluna da gelmişti. Sürekli olarak bir yerlere gidiyordu. Bazı toplantılara katıldığını biliyorum, bilmediklerim de mutlaka vardır.

Canımı sıkan ikinci konu; insanların 15-20-25 yıl sürgünde yaşaması, boş durmaması ama hayata veda ettiğinde bu dönemin içi pek az dolu bir parantez gibi kalması, sözü edilmeye değer bulunmamasıdır.

Bülent’in yakın arkadaşlarından bir tanesi geçenlerde konuşurken, “Hayatımız 1965-1980’i anlatmakla geçti” diyecekti. Sonrakilerin durumu daha da kötü; 1974-1980’i anlatıyorlar… Sonrası yok!

Bu insanların bir bölümü geri de döndü ama orada da bir şey yapamadılar. Sosyalist hareketin düşük olan genel ortalaması ne ise bunun pek üzerine çıkamadılar.

Sürgünden çok acı bir şeymiş gibi söz ediliyor ama geri dönenler de döndükleri yerde kayda değer bir performans ortaya koymadılar. Eski insanlar, eski ilişkiler ve genel olarak eski halk yok artık… Başka bir durum var…

Bunu anladık, ama bunun bir türlü aşılamamasını anlamak kolay değildir.

İnsanlar hala 1980 öncesiyle yaşıyorlar; o ilişkileri, o militanlığı, o mücadele yoğunluğunu arıyorlar. Ama bunlar yok artık, hem de uzun zamandan beri bulunmuyor. Eskinin bu kadar esiri olununca yenideki imkanları görebilmek de mümkün olmuyor.

65 yaşında bir insan hayata veda ediyor. Anlatılan hayat hikayesine bakıyorsunuz, yüzde 80’inden fazlası 1980 öncesine ait… Sonrası için akılda kalması bile zor birkaç cümle var.

Hele de cenaze törenindeki fotoğrafı görünce, aslında gördüğüm sosyalist hareketin fotoğrafı diye düşündüm. Dini törenden filan söz etmiyorum; insanlar ellerini açmış dua ediyorlar ya da ediyormuş gibi yapıyorlar. İnsan hiç olmazsa olduğu gibi durur. Bülent’e son görevin yapılması önemlidir ama dua eder gibi yapmak da ne oluyor?

İnanan tabii ki dua etsin, karşı değilim, ama insan kendisiyle tutarlı olmalı; neysen öyle görünmelisin.

Ben devrimci olmadan önce de ateisttim, bu nedenle sağlam bir ateistim diyebilirim.

Sosyalist ateist olur anlayışına uyarak böyle olmadım. Eskiden beri de insanların inancıyla ilgilenmedim; birkaç tane inançlı sosyalistle bile karşılaşmıştım, garibime gitmemişti.

Sosyalizmle ilişkisi bulunmayan bazı küçük burjuvaların bu konuda sosyalistlerden daha tutarlı olduğunu da gördüm. Ateist olmak için sosyalist olmak gerekmiyor.

Tekrar içi boş parantez gibi olan sürgünlüğe dönersek…

Başından beri buna itiraz ettim. Sosyalist hareket ülke dışında, özellikle de Avrupa ülkelerinde büyük imkanlara sahipti. 1980’lerdeki sayıyla yaklaşık 2,5 milyonluk (şimdi iki katıdır) bir kitlenin içine geldi. 1980’lerin başlarında Türkiye’nin ihracat yoluyla kazandığı döviz miktarı, Almanya’daki işçilerin ülkeye gönderdiklerine eşitti. 1982’de Frankfurt’ta yapılan 12 Eylül’ü protesto mitingine katılımın 30 bin kişi olduğu söylenir. Almanya’da ve o yıllarda az oranda diğer Avrupa ülkelerinde örgütlenmemiş sosyalist örgüt yoktu denilebilir.

Büyük bir fiyasko yaşandı.

Bu fiyaskoyu Mülteciler Göçmenler kitabının bir bölümünde anlatmıştım.

Şimdi onun uzantısı yaşanıyor.

HDK-A’da bunu görmek mümkündür. Niyet iyi, program iyi ama alanla ilgili tecrübe ve kadro çok yetersiz… Nasıl olmasın, yıllarca bu ülkelerde neler yaşandı; içinde bulunup öğrenmek gerekirdi.

Almanya’da Eylül sonunda Federal Meclis seçimi var, bizdeki adıyla genel seçim var. Etrafa bakıyorum; “herkese seçme seçilme hakkı” gibi afişler görüyorum. Türkçe ve Almanca yazılmışlar, bu bile ilerleme sayılır.

Bu afişleri yapanlar ve mutlaka bununla ilgili çalışma da yürütenler bu talebin tarihçesini yaşamış olsalardı, 35 yıl öncesine ait olduğunu ve hiçbir sonuç alınamadığını bilselerdi, herhalde aynısını tekrarlamazlardı.

O yıllarda insanlara göçmen demek hakaret sayılıyordu, şimdi bakıyorum da başka ülke vatandaşı olunması bile kimsenin gözüne batmıyor.

İspanya’da tutuklu Hamza Yalçın İsveç vatandaşı ama ülkeyle yakın bağı bulunuyor.

30 yıl önce olsaydı, “Sen İsveç ile uğraş” denilirdi.

Doğan Akhanlı derseniz sadece Almanya vatandaşı…

Normal karşılanıyor…

E be kardeşim, bu kadar reddedici olmayıp da bunları daha önce normal karşılamaya neden yanaşmadınız?

Yıllar geçip gitti ve hiç iyi olmadı…

Yıllar “Burada bir şey yapılmaz, sadece Türkiye’dekilere destek olunması gerekir” anlayışıyla geçip gitti ve 20-25 yıl sonra bu anlayışın insanları çürümeye götürdüğü anlaşılabildi.

Bu anlayışa sürekli olarak karşı çıktım. Her sosyalist örgütün ve kişinin Türkiye’deki sosyalist hareketle bağı olacak ama onun buradaki uzantısı olmayacaksın. Yaşadığın yerin özgün koşulları var, bunları değerlendireceksin.

İlk olarak Almanya’ya değil de Paris’e gelmem büyük şanstır, bana yaşadığım yerin önemini gösterdi. Paris ev işgallerinden çok şey öğrendim ve o bildiklerimle Almanya’ya geldim.

Yeniyi öğreneceksiniz, eylem ve örgütlenme tarzlarını deneme-yanılmayla bulacaksınız ve bu arada da sürekli engel olmaya çalışanlarla uğraşacaksınız. En büyük uğraş buydu, bile denilebilir. Bu arkadaşlar Türkiye’den de destek alıyorlardı tabii ve bu nedenle de siyasi göçmenlik-sürgünlükte yaşanılan fiyaskodan sadece ülke dışındakiler sorumlu değildir.

12 Eylül öncesiyle ilgili olarak hatalardan söz edenler, özeleştiri yapanlar; ülke dışında yaşanılan büyük başarısızlıkla ilgili bir şey söylemezler.

Sanırım daha farkına varılmadı, bu nedenle…

Bir şeyler yapıldı, yapılıyor da ama şurası da açıktır: mevcut olanla karşılaştırılamayacak kadar iyisi yapılabilirdi.

İnsanlar 15-25 yıl ülke dışında yaşamışlar ve bu döneme ait tarihleri bulunmuyor.

Bu dönem içi boş bir parantez gibi duruyor…

Parantez kapandıktan ya da ülkeye dönüldükten sonrası da dolu değil tabii…

Dönüldü, kaybolmuş bir dönem arandı ve bulunamadı…

Ve sonuçta 65-70 yıllık bir hayat 1965-1980 ya da 1974-1980 gibi 15 veya 6 yıllık bir döneme sıkışıp kaldı…

 

Durum açık, başka ne söylenebilir?