Şuanda 302 konuk çevrimiçi
BugünBugün1892
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15860
Bu ayBu ay15860
ToplamToplam10484284
Bizi kim yetiştirdi? PDF Yazdır e-Posta


Okuduğum bazı yazılardaki görüşe göre, Türkiye’de 25 yaş civarındaki gençlerin politik bilinci felaket durumda. Kendilerinden başka şeyle ilgilendikleri yok ve eski kuşaklar yeni bir devrimci nesil yetiştirmezlerse gelecek karanlık görünüyor.

Bu görüş içinde bulunduğumuz şartlarda doğru değildir.

Normal olarak yeni kuşakların yetişme süreci arkadaşların belirttiği gibidir. Daha eski kuşak yenilerini yetiştirir ama bugün bu ortamda değiliz. Eski kuşakların büyük bölümünün –köşesine çekilmeyenlerden söz ediyorum- kendilerini ne kadar yenileyebildikleri ortadadır. Bu durumda gençleri yetiştirebilseler bile, bu yetiştirme yararlı değil zararlı olacak, onları da kendilerine benzeteceklerdir.

Bütün olumsuz gelişmelere rağmen sosyalistler içinde kopuş gerçekleşeceğini düşünüyorum. Eskiden kopabilenler ön plana çıkacak…

Geçmişte de benzer bir süreç yaşandı.

1960’lı yıllardaki devrimci gençlik hareketini kim yetiştirmişti?

Bizler Yön Dergisi’ndeki yazıları okuyarak, Akşam Gazetesi’nde Çetin Altan’ın makaleleriyle, Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabını çıkar çıkmaz alıp okuyarak ilk eğitimimizi aldık. TİP’e üye olanlar bile bunları okuyor ve etkileniyordu. TİP’ten hepimiz etkilendik ama bu etki çabuk kayboldu. Eski kuşakların yetişmemiz üzerindeki etkisi –bir dönem Mihri Belli dışında- çok azdır.

Devrimci gençlik hareketi kısa sürede TİP’in etkisinden çıktı ve ulusalcı bir çizgiye –Mihri Belli çizgisine- girdi. O dönemin eskileri içinde Mihri Belli politik havayı en iyi koklayandı. Hikmet Kıvılcımlı gençlik hareketinin önemini ve eskiden herhangi bir anlam taşımayan Ankara’daki hareketin yükselmesini çok geç anladı. Anladığında 12 Mart darbesi neredeyse gelmek üzereydi.

O dönemin hareketi geçmişten koparak oluştu. O günün koşullarında sosyalist hareketin geçmişini bize aktarabilecek yayınlar da yoktu, kanallar da çok kısıtlıydı. Tersi bile olsaydı etkili olabilecekleri şüphelidir. Hikmet Kıvılcımlı 1970’de kitapları ve gazetesiyle çıkış yaptı ama etki derecesi oldukça sınırlı kaldı.

Leipzig’teki TKP’nin etkisi daha da cılızdı. 1970’li yılların başlarında gençlik hareketinden ve DİSK içinden gelen sendikacıların parti arayışları sonucu TKP’yi bulmalarıyla İsmail Bilen çapını çok aşan bir konuma yükselecekti.

İsim olarak belirtilirse; Mahir Çayan’ı, Deniz Gezmiş’i ve diğerlerini yetiştiren eski kuşak değildir. Eski kuşağın o dönemi anlayabildiği de söylenemez. Nitekim devrimci gençlik hareketi de bir süre sonra Mihri Belli’nin etkisinden kurtulmaya başlayacaktı. Hareketin aktif kişilerinin büyük bölümü orduya şirin gözükmekten ve cuntacılıktan uzak durmak istiyordu.

1970 yılı Eylül ayında Mahir Çayan’ın da aralarında bulunduğu ortak imzalı “Aydınlık Sosyalist Dergiye Açık Mektup” (Mihri Belli’nin etkin olduğu dergi, kapağı kırmızı olduğu için Kırmızı Aydınlık olarak da bilinirdi. Perinçekçiler beyaz kapaklı bir Aydınlık yayınlıyordu) yayınlandı ve kopuş açık olarak gerçekleşti. 15-16 Haziran işçi hareketinin ardından İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmişti ve bu kesimin gazetesinin  manşeti “Sıkıyönetim Tarafsız Olmalıdır!” şeklindeydi. Kıyamet kopmuştu tabii…

O günlerde hepimiz harıl harıl “Devlet ve İhtilal” okuyorduk.

Bugün de yeni bir kopuşun kaçınılmazlığıyla karşı karşıyayız. Genç olmayan sosyalistlerin önemli bölümü dünyanın ve Türkiye’nin 30 yıl önceki gibi olmadığını kesinlikle anlamıyorlar. Bırakın hareketleri yönlendirmeyi, ne olduğunu bile anlamıyorlar. Bunu Gezi konusunda açık olarak gördük. Gezi’yi anlamadıkları için tekrarlanamayacağını da kavrayamıyorlar ve “Gezi ruhu çağırma seansları” düzenliyorlar.

1960’lı yıllarda olduğu gibi bize geçmiştekinden farklı bir teorik birikim ve pratik gerekiyor. Önce ilki olur, sonra ikincisi denilemez ama ilki belirli bir düzeye ulaşmadan ikincisi olamaz.

Konular daha fazla olmakla birlikte temel olarak dört tanesi sıralanabilir:

Birincisi: reel sosyalizmin dağılıp tarihe karışmasını inandırıcı olarak açıklamak gereklidir. Önceki yazıda da belirttiğim gibi, 1956’da SBKP’nin 20. Kongresinde Kruşçev’in konuşmasıyla revizyonizm iktidara geldi, demek, açıklama değildir.

Bu açıklamayı yapanlar Stalin’i yere göğe sığdıramayanlar üstelik…

Stalin 1953’te ölüyor, üç yıl sonra SSCB’de karşı devrim gerçekleşiyor!

Bu olacak iş midir?

Sosyalist ülkelerin tarihi ve bu ülkelerde 1980’li yılların özellikle ikinci yarısında kapitalizmin ortaya çıkması konusunda fazlasıyla yazdım ama açıklamada boşluk bulunuyor. 1956’de ne oldu, konusunu daha ayrıntılı ortaya koymak gerekir. Önemli değişim olduğu açık olmakla birlikte bu değişim “revizyonizmin iktidara gelmesi” değildi. Ne oldu ve neden oldu; bunun daha ayrıntılı açıklanması gerekir.

Ek olarak üzerinde hiç durulmayan Çin Halk Cumhuriyeti’nde Mao’nun ölümünün ardından yaşanılan iç karışıklıklar, Deng Xiao Ping’in duruma hakim olması, ardından ülkenin dış sermayeye açılması ve bu yolda hızlanarak devam etmesinin de açıklanması gerekir. Bunu 40 Yıl Sonra TDAS’ta kısaca açıklamıştım ama ayrıntılı yazılması gerekir düşüncesindeyim.

İkincisi: Türkiye’nin durumudur. Türkiye’nin konumu 1990 öncesinden radikal olarak farklıdır. Bunu anlamadan bu ülkede hiçbir şey yapamazsınız. Alt Emperyalist Türkiye kitabında 1990-2000 dönemini anlatmıştım ama bu dönemden hayli farklı sonraki dönemin de anlatılması gerekiyor. Türkiye’nin iç politikası artan oranda dış politikadan ayrı olarak düşünülemiyor. Bu bile ülkenin bölgesel rolünün ne kadar değiştiğini gösterir.

Üçüncüsü: 68 hareketiyle hesaplaşmamız gerekiyor. Bizim 68’den geriye bazı isimler ve mücadele geleneği kaldı. Bunlar önemlidir ama bizdeki 68 toplumda önemli bir kültürel değişime yol açamadı. Bunu hedeflemedi de…

Dördüncüsü: örgütlenme anlayışı… Her yeni dönem toplumu değiştirmede yeni anlayışlar getirir. Dünyada çok sayıda örnek var, bunları bilmek ve kendimizinkini de kendi gerçekliğimizi unutmadan oluşturmak gerekir. Bunu şu nedenle belirtiyorum: taban demokrasisi bizim gerçekliğimize uymuyor. 35 yıl kadar önce Devrimci Yol Almanya’da bunu birkaç kere denedi, olmadı. ÖDP denemeye çalıştı, yapamadı. Aradaki örnekleri atlıyorum, son olarak HDK-Avrupa deniyor ve sonuç neredeyse yok…

Belirttiğim gibi konular artırılabilir. Bu konularda kolektif üretime ihtiyaç var. Bu konular bir hatta birkaç kişinin bile çapını aşar.

İnsanların klasik teori tekrarlamalarını gittikçe daha az ciddiye aldıklarını görüyorum ve bu iyi bir gelişmedir.

Bakalım arkası nasıl gelir…