Şuanda 140 konuk çevrimiçi
BugünBugün1815
DünDün6244
Bu haftaBu hafta15783
Bu ayBu ay15783
ToplamToplam10484207
Sorun politika değil... PDF Yazdır e-Posta


Bir görüşe göre sosyalistlerin bugün karşısında bulundukları en önemli sorun teoriyi politikaya uygulayamamalarıdır. Kitleleri etkileyip harekete geçiremiyorlar ve yine aynı görüşe göre bu durum bütün dünyada böyledir.

Bu görüş birkaç yönden doğru değildir.

Birincisi: İşe politikayla başlamak, sondan başlamaktır. Teori tamamdır ama uygulanamamaktadır. Konuya politikayla başlayanlara göre teorilerinde önemli eksikler bulunmamaktadır.

Gerçekten böyle midir acaba?

İkincisi: dünyanın her tarafında durum böyle değil. Bazı ülkelerde partiler ya da hareketler teorilerini uygulayabiliyorlar, kitleleri etkileyebiliyorlar. Bu partiler ya da hareketler kendilerini devrimci ya da sosyalist olarak tanımlıyorlar ama marksist değiller.

Bir örnek Bolivya’dır. Ülkenin 200 yıllık tarihinde büyük değişiklikler yaşandı.

1500’lü yıllarda İspanyollar tarafından sömürgeleştirilen Bolivya’da yerli halk, ülkeye gelip yerleşen göçmenler –genellikle İspanyollar ya da Avrupalılar) tarafından topraklarından sürülmüştü. Dilleri ve kültürleri derseniz bir kenara atılmıştı. Resmi dil İspanyolcaydı.

Ülke tarihinde ilk kez yerli halktan bir kişi, Morales, başkan seçildi. Anayasada yerli halkın varlığı yer aldığı gibi ülke de iki resmi dile sahip oldu. Yerli halkın çoğunlukta olduğu bölgelerde görev yapacak memurların bu halkın dilini bilmesi mecburi oldu.

İkincisi, Almanya’dır. Bu ülkede Sol Parti yüzde 8-9 oy alıyor. Federal Parlamento’da olduğu gibi eyalet parlamentolarının önemli bölümünde ve belediye meclislerinde de temsil ediliyor. Partide Komünist Platform var ama parti kendisini marksist olarak tanımlamıyor.

Almanya, ABD’den sonra kapitalist-emperyalist ülkeler arasında ikinci güçlü ülkedir ve böyle bir ülkede yüzde 8-9 oy alabilmek az iş değildir.

Eğer konuya komünist partileri yönünden yaklaşırsanız, evet, onların görüşleriyle insanları etkilemek ve harekete geçirmek konusunda ciddi sıkıntıları bulunuyor.

Almanya Komünist Partisi’nin oy oranı en son yüzde 0,1 idi, Fransa’da da durum çok farklı sayılmaz, İtalyan Komünist partisi derseniz dağıldı. Yunanistan Komünist Partisi halen yüzde 5 civarında oy alabiliyor ama Syriza’nın yaşadığı başarısızlıklar karşısında herhangi bir şey yapamadı. İnsanlar inanmıyorlar.

Sorun politika değildir, konuya politikayla başlamak kolaya kaçmak ya da sorunlardan kaçmaktır.

Komünistler, sosyalistler ve genel olarak devrimciler savaşa karşıdırlar. Bizde kendisini böyle görüp karşı olmayanlar da bulunuyor ama bunları geçelim.

Savaşa ve fetihçiliğe karşısınız ama bu konuda kafa yoruyor musunuz?

Militarist bir ülkede neden doğru dürüst bir barış hareketi olmamıştır; hiç düşündünüz mü?

Artan oranda silahlanan ve çevre ülkelere karşı saldırganlaşan bu ülkede kayda değer bir barış hareketi bulunmuyor.

Doğanın sürekli katledildiği, nükleer santralların yapıldığı ülkede kayda değer bir çevre hareketi bulunmuyor.

Hareket demek konuşmak değil eylem yapmaktır, protestolar düzenlemektir.

Yapılıyor ama çok zayıf…

Kadınlara yönelik saldırıların hesabının tutulamadığı bu ülkede kayda değer bir kadın hareketi de bulunmuyor.

Arada bir basın açıklamaları yapmak, 8 Mart’ta İstiklal Caddesi’nde yürümek kadın hareketi değildir. Bir hareket öncelikle süreklilik demektir, sayınız az olabilir ama süreklisinizdir.

İnsanları harekete geçirmek istiyorsanız öncelikle bu hareketleri örgütlemeye yönelmek gerekir.

Bu ülkede hele de bu koşullarda barış hareketi örgütlemek oldukça zordur. Barış hareketi sadece savaşa karşı çıkmaz. Her yıl ülkenin dünyanın değişik ülkelerindeki askeri faaliyetleri ve silah ithalat ve ihracatının dökümünü çıkarır.

Eskiden bunu yapmak gerekmezdi ama Türkiye değişti. Silah sanayisi kuruldu ve silah ihraç ediliyor. Bu konular barış mücadelesinin kapsamı içindedir.

Böyle bir hareket başarılı olmak istiyorsa bütün siyasi gruplardan uzak durmalı, kendisine özgü faaliyeti olmalıdır. Ateşkes çağrısı yaparken savaşan bütün taraflara yapmalıdır. Kimin ne düşüneceği önemli değildir, bu çizgisinde ısrar etmelidir.

Başka türlü küçük oranda bile olsa inandırıcı olamazsınız.

Bizde çevre hareketi olduğunu düşünmüyorum.

Çevre hareketi sadece çevreci değildir. Bu hareket –Almanya Yeşiller’i örnektir- göçmenlerin haklarını savunur.

Çevreci hareket genel demokrasi mücadelesinde yer almasının yanı sıra en büyük göçmen grubu olan Suriyelilerin de haklarını savunması gerekir.

Çevrecilik, çevre kirliliğine karşı mücadeleden ibaret değildir. Çevrecilikle kapitalizm birbiriyle ilişkili ele alınmak zorundadır.

Sosyalizm de çevreyi az kirletmedi, bu da başka bir konudur.

Başka ülkelerden öğrenilecekse öncelikle bu konular öğrenilmelidir.

Ve şunu unutmamak gerekir:

Ne istediğinizi biliyorsanız ama onu yapabilmek için uygulanabilir bir plana sahip değilseniz, ne istediğiniz de önemli değildir.