Şuanda 367 konuk çevrimiçi
BugünBugün5288
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13012
Bu ayBu ay13012
ToplamToplam10481436
Dünyayı şaşırtmaya devam ediyoruz! PDF Yazdır e-Posta


Artvin’deki Yusufeli Barajı ile ilgili açıklamaları okuyunca şaşırmadan yapamadım. Yapılan her şey ile övünülmesine, dünyaya örnek gösterilmesine alıştık ama bu sefer işin dozu fazla kaçmış.

Neresinden başlamalı?

Bu baraj tamamlandığında ekonomiye yılda 1,5 milyar lira katkı sağlayacakmış.

Yılda 1,5 milyar para mı yani?

Bunu Avroya çevirirseniz kabaca 200 milyon yapar ve bir tekel için bile önemli miktar değildir. Ekonominin hangi rakamlarla döndüğü hakkında fikriniz yoksa, bunu çok büyük bir rakam gibi düşünebilirsiniz.

Baraj inşaatıyla övünmeyi tribünlerdeki izleyiciler dışında kimse dikkate almaz. Dünyada o kadar çok ve büyük barajlar yapıldı, öyle sulama kanalları inşa edildi ki…

Her yapılanı, muhtemelen Türkiye için büyük olanı, eşi benzeri bulunmaz bir yapı gibi dünyaya –pardon tribünlere- satarız.

Mesela Boğaziçi altından geçen tünel…

Türkiye için önemli bir yatırımdı ve trafiği biraz olsun rahatlatmış olabilir. Dünyada ise yıllar öncesinden bunun örnekleri vardır. İngiltere ile Fransa arasındaki denizaltındaki tünel gibi. Hem kara hem de demiryolu geçiyor. Bir ülkeden biniyorsunuz, yolda trafik tıkanır da durmazsanız yolculuk bir saat kadar sürüyor. Bir keresinde tünelde bir saat kadar beklemek zorunda kalmıştım. Arabanın içinde olmanıza rağmen nemi hissediyorsunuz, o kadar…

Hamburg’da Elbe Nehri’nin altından yıllar önce tünel açıldı. Elbe de öyle bir nehir ki, Boğaziçi’nden geniştir.

Frankfurt’ta Main Nehri altından açılan ve trenlerin geçtiği tünel kaçıncı yaşına bastı, hatırlamıyorum.

Anladık, Türkiye’den inşaat firmaları değişik ülkelerde faaliyet gösteriyorlar. Mesela Afrika’da önemli yatırımları bulunuyor. Libya’da savaş başlamadan önce bu ülkede Türkiye’den gelen inşaat firmalarında 25.000 işçi ve mühendis çalışıyordu. Türkiye’nin Kaddafi yönetiminden yüksek miktarda alacağı vardı ama artık bu para kimden alınabilir, bilinmez.

Barajın ne kadara mal olduğu yazılmamış, belki ilerde yazılır ya da “komik oluruz” diye yazılmayabilir de.

Frankfurt’ta havaalanına bitişik içinde büroların da bulunduğu bir tren garı yapıldı. Birkaç yüz metre uzunluğunda ve maliyeti de üç milyar Avro imiş.

Başka ülkelerde benzeri örnekler de gösterilebilir.

Türkler büyük olduklarını sürekli olarak kendilerine telkin etmek zorundadır, psikolojik olarak buna ihtiyaçları bulunuyor. Koronaya karşı aşı konusunda olduğu gibi malzeme bulamazlarsa uydururlar. Sözüm ona aşıyı Türkiye buluyordu, ses kesiliverdi. Dahası Koronaya karşı başarılı mücadelede Almanya’yı –tabii kendilerini de katarak- takdir etmeye başladılar.

Doğrusu lütfetmişler!

Şu veya bu konuda gerçekten büyük olanın ya da hızlı gelişme gösterenin bununla övünmeye, sürekli gündeme getirmeye ihtiyacı yoktur. Dünyada herkes birbirini izliyor ve biliyor.

Mesela yenilenebilir enerjide teknolojik önder olmaktan söz ettiniz mi Almanya hemen akla gelir. O kadar ki nükleer enerjiden çıkıyor ve elektriğinin dörtte üçünü nükleer santrallerden elde eden Fransa’ya kış aylarında elektrik satıyor.

Almanya’da güneş yok denir ama güneş panellerinden elektrik üretiminde Türkiye ile karşılaştırılamayacak kadar ilerdedir.

Bununla övünülmez çünkü biraz araştıran herkes durumu öğrenebilir.

İnsansız hava aracı (İHA) ve füze atabilen silahlı insansız hava aracı (SİHA) konusunda ise Türkiye hızlı gelişme gösterdi. ABD, Obama zamanında Afganistan’daki savaşı SİHA’ların yoğun olarak kullanıldığı bir savaşa çevirmişti. İsrail ve ABD nokta operasyonlarına geçtiler. Hedef kişinin bindiği araba ya da kaldığı ev bulunuyor; savaş uçağıyla ya da SİHA ile bombalanıyordu.

Türkiye de aynı yöntemi uygulamaya başladı.

Libya’daki savaş SİHA’ların yoğun kullanılmasıyla Türkiye’nin lehine yön değiştirdi.

Bunu dünya basınından da izleyebilirsiniz. Dikkat çekici bir gelişme varsa bunu görüyorlar ve haberini de veriyorlar.

Her konuda büyük gelişme gösteremezsiniz. Dünyaya örnek göstermek için baraj inşaatına kadar düştüyseniz, bu durum ancak bitmez bir ihtirasla, kifayetsiz muhterislikle açıklanabilir.

Bazen “bunların gözü doymaz” belirlemesini okuruz. Burada gözü doymazlık para ile de ilgili olmakla birlikte bununla sınırlı değildir; belirleyici olan sınırsız bir güç isteğidir. Osmanlı yüceltildikçe bu konudaki istek artacaktır.

Osmanlı’nın son dönemindeki aydınların büyük acısı Batı tarafından (o yıllarda Batı içinde ABD yoktu) geriye itilmişliktir. Bir yandan Müslümanlığı överlerdi, bir yandan da Müslüman dünyasının perişan haline bakarlardı.

AKP de İslam dünyasının önderliğine oynuyor ama nafile gayret…

Hem önder olsanız ne olacak, İslam dünyasının hali ortadadır. Geri kalmışlık, bitmez savaşlar, sürekli yenilenen husumetler…

Osmanlı yıllarca islamın önderiydi çünkü muhalif akımları ezebiliyordu, zayıfladıkça değeri de kalmadı. Birinci Dünya Savaşı’nda Müslüman Araplar Osmanlı’ya karşı İngiltere ile işbirliği yaptılar. İslamın temsilcisi Halife’yi ciddiye almadılar.

İslamda gücün varsa otorite olursun, yoksa ciddiye alınmazsın.

Kemalist Türkiye, Osmanlı ile bağlarını kopartarak yeni bir ülke ve kültür inşa etmek istedi. Devamcısı olduğu özellikler de kaçınılmaz olarak vardı ama hedefine, muasır medeniyet seviyesine erişmek, ulaşamadı.

Türkiye 68’i de esas olarak kemalizmin yapamadığını sosyalizm yoluyla yapmaya kalkacaktı: tam bağımsız Türkiye, kalkınmış bir ülke; ama yapamadı. (Bkz. 68’den Ne Kaldı?)

Arap ülkelerinde de Nasır gibi ulusalcı akımların çöküşü başarısızlıklarıyla birlikte gerçekleşir. Hiçbir zaman ortadan kalkmamış olan dini akımlar güçlenir. Suriye ve Irak’ta Baas’ın çöküşü de aynı bağlamda değerlendirilebilir.

İslam ise eskisinden daha büyük düşmanlıklar yaratmaktan ileriye gidemedi.

İslam sadece İslam dışına yönelen değildir aynı zamanda da iç savaştır.

İslamda bitmeyen bir iç savaş vardır.

AKP’nin kendi açısından yapabileceği en iyi uygulama, kendi İslam anlayışını geliştirmek ve sürekli savaş halindeki İslam dünyasıyla arasına çizgi çizmekti ama bunu da yapabilecek çap bulunmuyor.

Türkiye tarihi boyunca adı duyummuş tek İslam bilgini çıkaramamıştır. Ali Şeraiti, Mevdudi, Seyit Kutub, hiç birisi…

Mısır’daki El Ahzar ve İran Kum’daki üniversite dururken, Türkiye’nin İslam okullarını kim ciddiye alır? Kuranı ezberler ama yeni bir yorum getiremez ya da özgün bir okul kuramaz.

Türkiye insanı ne kadar özgün ve ne kadar öncü olduğunu sürekli olarak duymak istiyor. Kifayetsiz muhterislik, bitmez bir güç isteği ve bunun için de baraj yapımına kadar böbürlenmek çok sayıda insanda bulunuyor.

Hepsi bilincinde olmayabilir ama bulunuyor.

Sosyalizmin Türklerdeki kimlik sorununu çözebileceğini mi sanıyorsunuz?

Çok beklersiniz…

Hangi sosyalist ülkede bu sorun nasıl ve ne oranda çözülebilmiş, inceleseniz diyeceğim ama henüz sorunun varlığından bile haberi olmayan insanlar nasıl inceleme yapsınlar?

Sadece Putin’in konuşmalarını izleyin, Rusya’da bu sorunun evrimini öğrenebilirsiniz.

Veya Svetlana Aleksiyeviç’i okuyun, çok sayıda söyleşide bu sorunu görebilirsiniz.

Ama önce böyle bir sorun olduğunu kabul etmek gerekiyor tabii…