Şuanda 460 konuk çevrimiçi
BugünBugün5331
DünDün3402
Bu haftaBu hafta13055
Bu ayBu ay13055
ToplamToplam10481479
Tarihi eserlerin yağmalanması ve korunması PDF Yazdır e-Posta


Emperyalist soygun denildiğinde akla genellikle yeraltı zenginlikleri ve pamuk, kauçuk gibi yerüstündekiler gelir. Tarihi eserlerin sökülüp götürülmesi ve emperyalist ülkelerin müzelerinde sergilenmesi gelmez. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Anadolu’da yapılan kazılarda bulunan bazıları 1500-2000 yıl öncesine ait saraylar ve diğer tarihi eserler özellikle Almanlar ve bir oranda da İngilizler tarafından kendi ülkelerine taşınmıştır. Bunlardan bazılarını da II. Abdülhamit hediye etmiştir. Normal, Abdülhamit tarihi eserin öneminden ne anlasın?

Konu son yıllarda özellikle Afrika ülkeleriyle ilgili olarak gündeme geldi. Fransa 19. ve 20. yüzyılda Afrika’daki sömürgelerinden çok sayıda tarihi eseri ülkesine taşımıştır. O kadar ki sömürge yöneticilerinin görevlerinden birisi de tarihi eserleri bulmak ve bunları Fransa’ya nakletmek olarak belirlenmişti. Le Monde Diplomatique’in Ağustos 2020 tarihli Almanca baskısında bu konuda yer alan uzun yazıya göre, Afrika ülkelerinden getirilmiş yüzbinlerce tarihi eser Avrupa müzelerinde yer almaktadır. Bunlardan 88000 kadarı Fransa’da devlet müzelerindedir. Ek olarak özel koleksiyoncularda da tarihi değeri yüksek çok sayıda küçük eserin bulunduğu bilinmektedir.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron yönetime geldikten sonra –Fransızlara özgü şekilde- iyi bir açıklama yaparak bu eserlerin sahiplerine geri verileceğini söyledi. “Bu eserlerin bizde bulunması sömürgeciliğin sonucudur; anlaşılabilir ama haklı gösterilemez” dedi. Ve beklenileceği gibi önemli bir pratik adım atılmadı.

Bu eserlerin bulunduğu müzelerin müdürlerinden şöyle bir itiraz geldi: “Bu eserler insanlığın ortak mirasıdır. Eğer bu miras o ülkelerde kalsaydı, bugünkü gibi korunmuş mu olacaktı?”

Büyük ihtimalle olmayacaktı. Parçalanıp değişik işlerde kullanılacaklar, yok pahasına satılacaklar ve bugüne belki birkaç parçaları kalacaktı.

Ege’de yüzyıllar öncesine ait eserlerin parçalanıp mermerlerinin tuvalet taşı olarak kullanıldığı bir dönem basında yer almış ve önemsenmemişti.

Fransız müzelerinin yöneticileri tarihi eserlerin Afrika ülkelerine iadesi durumunda bunların kısa sürede satılacağını –hatırlayacaksınız, bir dönem Topkapı Sarayı’ndaki bazı tarihi eserlerin de satılması konuşulmuştu- ve özellikle Çin tarafından alınacaklarını belirtiyorlar. Fransa’nın etkisinin büyük oranda gerilediği Afrika ülkelerine büyük yatırım yapan ve kredi veren Çin, Afrika ülkelerinin kültürel değerlerinin toplandığı büyük bir müze planlıyor.

Afrika ülkelerindeki yöneticiler “bu eserler bizden çalınmıştır” derken söyledikleri doğrudur. Bu işin bir tarafıdır. Çalınmasalardı bugün bu eserleri bulamazdınız; tahrip edilirlerdi; bu da konunun öteki tarafıdır.

Bugün iade edilecek olsalar, anlayış eskisine göre ileri olmakla birlikte ne oranda korunacakları yine de şüphelidir.

Kendimizden örnek verelim:

Osmanlı’nın son döneminde önemli tarihi eserler sökülüp özellikle Almanya ve İngiltere müzelerine taşındı, deniliyor. Doğrudur. Bunu söyleyenler Topkapı Sarayı’ndaki “kutsal emanetler”in Yavuz Selim’in 1517’de Mısır’ı işgal ettikten sonra İstanbul’a getirildiğini herhalde hatırlamıyorlar. Peygamberin ve çevresinin eşyalarından oluşan bu “kutsal emanet”ler insanlığın ve özellikle İslam’ın ortak malıdır ve yıllardan beri korunmaktadır.

Bu yapılanın İngiltere, Almanya ve Fransa’nın yaptığından ne farkı vardır?

Tarihi eserlerin korunması konusundaki duyarlılık eskisine göre artmış olmakla birlikte halen çok geriden gelinmektedir.

Hasankeyf sular altında kaldı ve yapılan uyarılara rağmen böyle oldu. Önemli olan orada yapılan barajın ekonomik verimliliğidir ve tarihi eser kimin umurundadır?

Yüz yıllık ağaçlar kesiliyor ve kesenler “başka ağaç dikiyoruz” diyorlar. Anlayış budur!

Son olarak Galata Kulesi’nin yüzyıllık taşlarının bir bölümü yer genişletmek gerekçesiyle parçalandı. Tek örnek değildir; antik yerleri beton dökerek “restore” ediyorlar. “Daha güzeli ve sağlamını yaptıklarını” iddia ediyorlar. Anlayış budur!

Müteahhit kafasıyla tarihi eser anlayışı bu kadar oluyor, fazlası beklenmez!

Paris’in içinde tek binayı yıkamazsınız. Bina içinde değişiklik yapabilirsiniz ama dışında yapamazsınız. Paris böyle Paris olmuştur.

Bu kenti bu zihniyete teslim edin, 5-10 yılda Paris kalmaz, eski evlerin yerini “daha güzel ve daha sağlam” binalar alır.

Kültürsüz inşaatçı kafasından da ilerisi beklenmez.

Sadece evler mi, köprüler de öyledir.

Mesela Louvre Müzesi’nin karşısındaki Pont Neuf…

Kimsenin de aklına yıkıp yerine modern köprü yapmak gelmez!

Emperyalizm sermaye ihracıyla başlamaz. Sermaye ihracı dönemi, tekelci kapitalizm dönemi emperyalizmidir. Lenin Çarlık Rusya’sı için feodal emperyalist deyimini kullanırken, Engels de 1848’de yazdığı İngilizce bir makalede 1830’da Fransa tarafından işgal edilen Cezayir ile ilgili olarak yazısında “Cezayir’de ilerici Fransız emperyalizminin savunulması” başlığını kullanmıştır.

Emperyalizm kötüydü ama öncesi daha da kötüydü ve Fransa işgali bu ülkeyi dışarıya açıyordu.

İki konu üzerinde daha ayrıntılı durulması gerekiyor:

Birincisi; emperyalizm bir ülkeye girmeden önce oradaki durum zaten kötüydü. Sanki bütün kötülükler emperyalizmle başlıyormuş gibi görmek –Ali Şeriati örneği- doğru değildir. Emperyalizmin sayıca az olmayan yerli işbirlikçiler bulmadan işgali yürütemeyeceğini de görmek gerekir.

İkinci olarak; Osmanlı İmparatorluğu da feodal emperyalist bir ülkeydi. Bu bağlamda Çarlık Rusya’sından farkı yoktur. Bunu anlayabildiğiniz oranda emperyalizmdeki en azından zihniyet düzeyindeki devamlılığı daha iyi anlarsınız. Mustafa Kemal gerçekçi bir insan olduğu, Enver Paşa gibi hayalperest olmadığı için Osmanlı’nın emperyalist emellerini sürdürmedi. Bunu yapabilecek ne güç vardı ve ne de dünya uygun durumdaydı.

Mustafa Kemal’in Osmanlı’nın son yıllarında ataşemiliter olarak bulunduğu Sofya’daki bir baloya yeniçeri kıyafetiyle katılması zihniyet düzeyindeki devamlılığı gösterir. Bu zihniyetin o dönemde uygulanması olanağı yoktur ama başka bir dönemde pekala olabilir.

Türkler mazlum halk değildir ve bu anlayış bize kemalizmin ideolojik miraslarından birisidir.

Birinci Dünya Savaşı’na girmişsin ve kaybetmişsin, bunun üzerine imparatorluğun topraklarının bir bölümü işgal edilmiştir. Normal olan da bu değil midir? Osmanlı kazanan tarafta yer alsaydı aynısını yapmayacak mıydı? Kaybeden tarafta yer alan başka ülkeler de aynısıyla karşılaşmadı mı? Mesela Avusturya-Macaristan imparatorluğu parçalanıp değişik devletlere bölünmedi mi?

Bugünün alt emperyalizminin tarihsel temeli de buradadır.

 

Konunun bir de bu yönden incelenmesi gerekir.