Şuanda 177 konuk çevrimiçi
BugünBugün4455
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12179
Bu ayBu ay12179
ToplamToplam10480603
Türlü çeşitli ırkçılıklar PDF Yazdır e-Posta


Dünkü bir maçta Romen hakem bir siyaha karşı ırkçı ifade kullandı ya, “herkesin ırkçılığı kendine” belirlemesini yeniden doğrulayan yeni bir örnek daha ortaya çıktı. Savunan bulunmuyor, herkes kınıyor ve bu arada da farklı çeşitlerdeki kendi ırkçılığını görmüyor.

Öncelikle belirtmek gerekir; bir siyaha yönelik ırkçılığın özellikleri vardır. Buradaki “biyolojik ırkçılık”tır. Kişi derisinin renginden dolayı ayrımcılığa uğrar. Bu ırkçılıkla “bizler ve onlar ayrımı yapan” kültürel ırkçılık farklıdır. Son otuz yılda biyolojik ırkçılığın yerini kültürel çeşidinin aldığı söylenebilir. Bu anlayışa göre önemli olan deri ya da saçın rengi değil, kişinin kültürel ve ekonomik düzeyidir.

Bu konuda en iyi örnek ABD’de siyahların durumu olsa gerektir. Bir siyahın, Obama’nın devlet başkanı seçilmesi ABD için büyük gelişme sayılabilecek bir göstergedir. Yıllarca siyahlara karşı ırkçılığın en şiddetli örneklerinin sergilendiği, ırkçılık yasalarla kalkmış bile olsa pratikte sürdüğü bu ülkede bir siyahın başkan seçilmiş olması kültürel değişim yönünden önemlidir.

ABD’de siyahlara yönelik ırkçılık sona ermedi ama siyahın yerini “hangi siyah” aldı. Toplumun kenarında yaşamayan, ekonomik ve kültürel düzeyi fena olmayan siyah ABD toplumuna ait olarak görülür, kalanı dışlanır.

Trump başkanlık seçimini kaybetti ama hezimet düzeyinde değil, çok sayıda oy aldı. Trump’ın siyahlardan hoşlanmadığı biliniyor. Bunu çeşitli konuşmalarında da ifade etti ama hangi siyahlardan? Siyahların yoğun bulunduğu bazı bölgelerde Trump’ın oy oranında küçük de olsa artış yaşanmış. Ya da siyahların bir bölümü Trump’a değil, onun hedef aldığı siyahlara karşıdır.

500 yıl kadar önce Afrika’dan zorla köle olarak getirilmiş siyahlar kendilerini ABD’li olarak görürler ama bu ülkedeki beyaz çoğunluk onları ülkenin parçası olarak görmezse –yıllardır böyle olmuştur- tek taraflı olarak kendini ülkeyle özdeşleştirme fazla anlam taşımaz.

Siyahlar yıllardan beri askere gider ve ABD için savaşır, ölürdü ama adı sonradan Muhammed Ali olan Clay’a gelinceye kadar kimse askerliğe karşı çıkmadı.

“Benim Vietnamlılarla sorunum yok, hiçbir Vietnamlı bana ‘pis zenci’ demedi, neden onlara karşı savaşayım?”

Bu 40 yıl önceydi, bugün olsaydı bir dünya ağır sıklet boks şampiyonuna kimse “pis zenci” demezdi. Düşünenler eskisine göre azalmakla birlikte olurdu ama ifade etmezdi.

Burada siyahların bir bölümüne yönelik tavır konusunda önemli bir dönüşüm bulunuyor. Bir siyah rengini değiştiremeyeceği için siyah olmaktan çıkamaz. Benzeri deri rengi sarı olanlar için de söylenebilir.

“Çinliler ve köpekler giremez” levhalarını hatırlarsınız. Bunlar artık yoktur ve ortadan kalkmalarında Çin’in 20. yüzyılın ikinci büyük devrimini yapmış olmasının ve ardından ekonomik olarak yaşadığı büyük gelişmenin de önemli payı vardır.

Deng Xiaoping ve ekibinin tarımdan başlayarak üretim kolektiflerini tasfiye ederken çok az direnişle karşılaşmasında çok sayıda marksistin asla anlayamayacağı bu faktörün önemli payı bulunuyor. Çin insanının konumu dünya çapında değişecektir. Çin eski yıllarda büyük bir uygarlığa sahipti, iddiaya göre benzer duruma yükselecektir.

Bu doğrultudaki gelişmenin yarattığı psikolojik motivasyon, sınıf çelişkilerini örtmese bile yumuşatır.

Benzerini son otuz yıldan beri Türkiye yaşıyor. Çok sayıda batılı gazete ve TV’de Türkiye’nin iyi ya da kötü sözünün edilmediği program bulmak zordur. Bu da ülkenin değişen konumundan kaynaklanıyor. Erdoğan ve AKP nasıl bu kadar oy alıyor sorusunun cevabını verirken bu önemli faktörü de dikkate almak gerekir. Avrupa ülkelerinde yaşayan ve seçimlerde oy kullanabilen TC vatandaşları için oran daha yüksektir. En az yüzde 50’dir hatta yüzde 70’i bile geçmektedir. Oy verenlerin çoğunun öyle iyi bir ekonomik durumu da yoktur.

Devletin ve Türklerin bir bölümünün Kürtlerin bir bölümüne karşı tutumunu da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. “Kürtlerin bir bölümü”nden söz ediyorum çünkü Kuzey Kürdistan’da HDP birinci parti ise AKP de ikincidir. Kürtlere karşı genel bir ırkçılıktan söz edilemez. Rakip olarak görülen Kürtlere karşı ırkçılık, dışlayıcılık söz konusudur. Buradaki biyolojik ırkçılık değildir çünkü dış görünümüne bakarak Türk ve Kürdü ayırmak zordur bazen mümkün değildir.

Mülteciler Göçmenler kitabında Alman ve Türk milliyetçiliği arasındaki farklılıktan söz etmiştim. Alman milliyetçiliği dışlayıcıdır, kişinin Alman olabilmesi için üç kuşaktır Alman anne ve babadan –en azından babadan- gelmiş olması gerekir.

Türk milliyetçiliği ise içericidir. Kendini Türk olarak görüyorsan, Türkçe de biliyorsan, köken önemli değildir.

Alman milliyetçiliğinde kendini Alman olarak görmek yetmez, Türk milliyetçiliğinde ise yeterlidir.

Bu anlayışların bazıları olumlu bazıları olumsuz yönde değişti. Yeni Almanlar diye bir kavram çıktı. Almanya yoğun göç aldı ve alıyor. Dil öğrenen, şöyle ya da böyle çalışan, Almanya anayasasına saygılı bu insanlar yeni Almandır ve klasik Alman toplumunun da değişerek bunu kabullenmesi gerekir. Bu anlayışı savunan ve hakkında kitaplar yazanlar da Alman isimli kişiler, öğretim üyeleri…

Burada vurgulanan karşılıklı değişmedir. Sadece yeni gelenden değişim beklenemez, eskiden beri ülkede olanlar da değişerek yeni gelenleri kendilerinden görmeyi öğrenmelidir.

Türkiye’deki Suriyelileri düşünün… Bu insanlara karşı yoğun ırkçılık bulunuyor ve bunu sadece Türklerle sınırlandırmak mümkün değildir. CHP, Kemalistler ve hatta kendini sosyalist görenlerin bir bölümü bu anlayıştadır. Ülkede Suriyeli istemiyor. Bu konuda AKP daha geri plandadır ve artan oranda vatandaş olan bu kesimin AKP’ye oy vermesi garipsenmemelidir.

Irkçılıkla aptallık bazen iç içe geçiyor. Mesela Suriyelilerin TC vatandaşı olmasına karşı çıkılıyor. Avrupa ülkelerinde yıllardır yaşayan Türkler ve Kürtler bulundukları ülkenin vatandaşı olabiliyor ise, Suriyeliler neden olmasın?

TC vatandaşlığı pek değerli de Almanya ya da Fransa vatandaşlığı değersiz mi?

Devletin ve Türklerin bir bölümünün Kürtlerin bir bölümüne yönelik dışlayıcı ve baskıcı tavrını ırkçılık olarak değerlendirirken dikkatli olmak gerekir. Burada iki konuyu ayırt etmek gerekir.

Birincisi; ırkçılık yanıdır. “Kendini Türk olarak gör, gerisi önemli değildir” anlayışıdır. Bu anlayış eskisine göre zayıflamış olmakla birlikte halen vardır. Bir halkı dilinden, geleneklerinden koparmayı hedeflemektedir.

İkincisi; politik çatışma temelinde yükselen dışlayıcılıktır. Burada sorun kişinin Kürt olması değil, istenildiği gibi Kürt olmamasıdır. Bu insanlar Kürt olsunlar ama devlete bağlı olsunlar, en azından karşı olmasınlar, sorun kalmaz.

Burada Kürtlere karşı tutum ırkçılık olarak adlandırılamaz, temelinde politik çatışma vardır. Kürtlerin bir bölümü iktidarın ve Türklerin önemli bir kesiminin istemediği şeyleri savunmakta ve bunu da hayata geçirmektedir. Sorun da buradadır. Yoksa devlet kademelerinde çok sayıda Kürt vardır ve hatta Kürt olduklarını da açıkça ifade ederler; bunlarla sorun yoktur.

İki dilli, iki bayraklı devlet, denildi mi çok sayıda Türk buna karşıdır, kabullenememektedir.

Benzer durum Bolivya’da gerçekleşti. İspanyol sömürgecileri 500 yıl kadar önce bu ülkeye geldiler ve Avrupa’dan da çok sayıda insan yıllar içinde göç etti. Indigenos olarak bilinen yerliler yıllarca dışlandılar.

Venezuela’da Chavez, Bolivya’da Morales yönetimlerinde bu kesime dilini ve kültürünü geliştirmesinin önündeki engeller kaldırıldı. Bolivya’da çift dil ve bayrak kullanılmaya başlandı. Bolivya’ya sonradan gelen ve yerleşen, Indigenolara karşı olan, Morales’i en başta bunun için benimsemeyen eski Avrupalıların tamamının zengin olduğu söylenemez. Burada yerli ile beyaz arasındaki çelişki sınıf çelişkisine indirgenemez.

Kürt sorununu sınıf sorununa indirgeyenlerin anlayamayacağı bir durum…

Irkçılık, milliyetçilik, bunların farklı çeşitleri, dışlamadaki farklılıklar; bunlar ülkesine ve zamanına göre değişiklik gösterir. Her çeşit dışlamaya ırkçılık deyip geçer ve farklı ırkçılıklar arasındaki önemli farklılıkları bile bilmezseniz ya da her şeyi sınıf temelinde açıklamaya kalkarsanız; sonuçta yıllarca ne olup bittiğini anlamadan, değişenleri görmeden kendinizi tekrarlayıp durursunuz.