Şuanda 208 konuk çevrimiçi
BugünBugün4476
DünDün3402
Bu haftaBu hafta12200
Bu ayBu ay12200
ToplamToplam10480624
THKP-C'yi kim aşabilmişti? PDF Yazdır e-Posta


Devrimci Yol’dan kalan bazı arkadaşların 1980 öncesinde THKP-C’yi aştıkları iddiaları bulunmasaydı, 40 yıl öncesi üzerinde durmak gerekmezdi. İddianın gerçekle ilgisi bulunmadığı gibi 40 yıl öncesini bugüne taşımak zorunda kalındığını da göstermektedir. Geçmişi bugüne taşımak, bugünden kaçmanın öteki adıdır. Dünyanın, bölgenin ve ülkenin çok değiştiği geçtiğimiz 40 yıl boyunca esas övünme kaynağınız geçmiş ise, bu durum bugün ve geleceğe yönelik olarak yapabilecek fazla bir şeyinizin bulunmadığı anlamına gelir. Pratikten daha önce teorik olarak tıkanmışsınızdır ve geçmişle ilgili gerçeklikle ilgisi bulunmayan iddialar ileri sürerek bundan kurtulacağınızı düşünüyorsunuzdur.

Yıllardan beri bu yol çok denendi ve çare olmadığı görüldü, bir de siz deneyin…

İddia sahiplerinden birisi olan Oğuzhan Müftüoğlu bir yandan yukarda anılan iddiada bulunurken, diğer yandan da bunun böyle olmadığını da söylüyor. Devrimci Yol’un devleti hedef almadığı için eleştirildiğini, bunun doğru olduğunu, sivil faşistlerden çok devleti hedef alsalardı Devrimci Yol’un bu denli kitlesel olamayacağını belirtiyor.

Doğru bir belirleme ve aynı zamanda THKP-C’yi değil aşmak, yanına bile yaklaşamadık anlamına da geliyor.

THKP-C eyleminde devleti hedef alan bir çizgiye sahipti. Eksikleri, yanlışları hakkında çok şey söylenebilir ama sonuçta devleti hedef alan bir çizgiye sahipti. Oğuzhan, THKP-C ile ayrı kulvarda bulunduklarını belirtiyor ve bu durumda 1980 öncesinde DY’nin THKP-C’yi aşması mümkün değildir.

Aynı kulvarda olsaydınız, aşabilmeniz mümkün olabilirdi. Farklı kulvarlarda iseniz, bu mümkün değildir.

Gerisi bilinen şeylerdir.

DY en büyük örgüttü. Doğrudur ama hepsi bu kadar mıdır?

12 Eylül sonrasında devrimci hareketin yaşadığı ağır yenilgi biliniyor. En büyük örgüt olarak en büyük sorumluluk sizde değil midir? Tarih 12 Eylül 1980’de sona ermiyor, öyle değil mi?

Bugün adı pek az hatırlanan örgütler bile DY gibi genel komitesini (merkez komitesi de denilebilir) birlikte yakalatmak başarısını gösteremedi. Sadece Taner Akçam, o da Almanya’da olduğu için yakalanmadı.

DY’nin parası ve kullanabileceği evleri bulunan ilişkileri yoktu denilemez. Buna rağmen 12 Eylül’den birkaç ay sonra bile genel komitenin aynı evde kalması ve toplu yakalanması ancak eski özelliklerin devamı olarak değerlendirilebilir: devleti ciddiye almıyorlardı. Yıllardır bütün hedefleri MHP olmuş, devleti unutmuşlardı.

12 Eylül öncesinde yasal olan sosyalist partiler bile darbe sonrasında merkez komitesi plenumlarını tam kadroyla yapmazlardı. Bir-iki kişi katılmazdı; baskına karşı önlem alınmıştı ama ne olur ne olmazdı.

12 Eylül öncesinde yasal olan, darbe sonrasında illegaliteye itilen örgütler bile bunu düşünebilirken DY’nin yönetici kadrosunun düşünememesi ancak devleti ciddiye almamakla açıklanabilir.

Tarih 12 Eylül’de sona ermedi.

12 Eylül sonrasında büyük direnişlerin yaşandığı hapishanelerde örgütünüzün tutumunun hiç de iyi olmadığı biliniyor. Hapishane direnişleri devrimci hareketin tarihinde önemli yer tutar ve sizin gibi en büyük örgütten beklenen de bunların içinde aktif olarak yer almaktı, ama olmadı.

Son olarak DY’un bitmeyen ve bitmemesi de normal olan Acilciler takıntısına geliyoruz. Burada Acilciler derken belirli bir örgüt değil, Türkiye Devriminin Acil Sorunları’nı (TDAS) savunan herkesi kastediyorum.

Eylem Birliği, MLSPB, Acilciler gibi örgütleri kastederken “onlar gibi birkaç bomba atmadıklarını” belirtiyorlar.

Burada iki önemli konu vardır.

Birincisi; DY ve Kurtuluş’tan Mahir Sayın askeri eylemleri askeri boyutuna bakarak değerlendirirler. Silahlı propagandayı yanlış bulabilirler ama insan anladıktan sonra yanlış bulmalıdır; anlamamışlardır. Klasik söylem, “bombalama eylemlerini biz de yapıyoruz”dur.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları 1970 yılı sonlarında Ankara’da banka soydular ve bu soygun ülkenin politik gündemini değiştirdi.

Sanırım aksini iddia eden çıkmayacaktır.

Askeri olarak bakıldığında eylem banka soygunudur ve sonraki yıllarda o kadar çok yapılmıştır ki adeta günlük olay haline gelmiştir.

Kamulaştırmalarda Denizlerin aldığından çok daha fazla paraya el konulmuştur ama hiçbir banka eylemi politik etkisi bakımından onların yaptığının yanına bile yaklaşamamıştır.

Sorun eylemin askeri boyutu değildir; ne zaman ve nasıl yapıldığıdır.

Özellikle anlamak istemiyorsanız eğer, bunu anlamanın zor olduğunu sanmıyorum.

İkincisi; özellikle 1977 sonuna kadar olan Acilciler tarihi küçük sayılabilecek askeri eylemlerle silahlı propagandanın iyi bir örneğidir. Buna biraz sonra incelenecek teorik yetkinliği de eklerseniz, aradan 40 yıldan fazla zaman geçtikten sonra bile bir ismin hatırlanmasının nedenini de anlarsınız.

1971 THKP-C’sinden sonra ilk çıkış yapan örgüttük. O yıllardaki politik etkimizi, adımızın hızla yayılmasını en başta buna borçluyduk. Burada ne yaptığınızdan çok ne zaman ve nasıl yaptığınız önemlidir. Propaganda önemlidir.

TDAS’ın Tarihi kitabında da açıkladığım gibi adımızın ülke çapında duyulmasında kendi çabamızdan daha çok Hürriyet gazetesinin aleyhimize açtığı kampanyalar ve Devrimci Yol rol oynamıştır. Haritada yerini bulamayacağımız kadar küçük yerleşim birimlerine kadar adımızı duyurdunuz. Tabii ki aleyhimizde konuşuyordunuz ama herkes de böyle bir örgütün var olduğunu öğreniyordu.

Neredeyse ilişkimiz bulunmayan PKK öncesi örgütsel yapının en azından bazı insanlarının kendilerini “Kürdistan’ın Acilcileri” alarak adlandırmaları bu nedenledir.

Benzer bir durumla 1981 baharında Paris’e geldiğimde de karşılaştım. Birkaç taraftardan ibarettik ama birkaç ayda o zamanın koşullarında kitlesel bir örgüt oluverdik. Bizi herkes biliyordu. Bu bilinme bizi birkaç ay sonra Paris ev işgallerine götürecek ve sadece Fransa’da değil Avrupa ülkelerindeki göçmen işçi mücadelesinin önemli eylemlerinden birisini gerçekleştirecektik. (Paris Ev İşgalleri kitabı www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com adresinde bulunabilir).

İkincisi ise, Devrimci Yol’un 1980 öncesindeki teorik yapısının oluşmasına yaptığımız önemli katkıdır. Bu benim iddiam değildir, Oğuzhan söylüyor:

“Biz bu meseleyi Devrimci Yol dergisinin orta sayfalarında saydığım gruplardaki (MLSPB, Eylem Birliği, Acilciler kastediliyor) arkadaşlarla çok tartıştık. Devrimci Yol hattını bu tür tartışmalar içinde geliştirdi.” (Bitmeyen Yolculuk)

Biz MLSPB ve Eylem Birliği değildik. Bu örgütlerden ne etkilendik ne de onları etkileyebildik. Kaldı ki, Devrimci Yol’un bu örgütlerle tartışması da mümkün değildi çünkü bu arkadaşlar eylem bildirilerinden başka bir şey yazmadılar. En başta 1975’te yayınlanan Türkiye Devriminin Acil Sorunları olmak üzere yazıldı ve özellikle bu kitap ile arkasındaki örgütlenme Devrimci Yol’u oldukça zorladı.

DY’nin önemli kişileriyle yapılan söyleşileri içeren Tarihle Söyleşiler kitaplarında hemen herkesin Acilcilerden söz etmesi, arada bir benden de söz etmeleri ve 40 yıl geçtikten sonra bile –ikisi hariç- olumsuz konuşmaları yarattığımız etkiyi gösteriyor.

Eğer iki bomba patlatmaktan başka marifetimiz olmasaydı, böyle bir durum da herhalde ortaya çıkmazdı.

O yıllarda bile THKP-C’yi en azından teorik olarak aştığımızı iddia edecektik ve bu iddia doğruydu da. TDAS, 1975-80 döneminden günümüze kalan en önemli kitap kabul ediliyorsa, bu nedenledir.

MLSPB ve Eylem Birliği’nden arkadaşlara göre Mahir Çayan gerekeni yazmıştı, dolayısıyla artık yazmanın gereği yoktu. Bu arkadaşların örgüt tarihlerini anlatma konusunda yetersiz kalmalarında yazmaya karşı aldıkları tutumun önemli payı olsa gerektir.

Başlangıçtaki şekillenmeden çıkmak kolay olmuyor.

Devrimci Yol’dan kalan arkadaşlara önerim öncelikle teorik olarak son 30 yılda yaşanan büyük değişimi kavramaya çalışmalarıdır. Bunu yapamazsanız, 40 yıl önce ne kadar büyük bir örgüt olduğunuzu sürekli tekrarlamakla bugünün sorunlarına açılım getiremezsiniz.

Siz de biliyorsunuzdur; çoktan geçti o günler…

Doğrusuyla yanlışıyla geçti…

Başka bir ülke, bölge ve dünya karşısındayız.

Yapabildiğimiz kadar bu büyük değişimi açıklamaya çalışıyoruz.

Eksiklerimiz var, aksini iddia eden bulunmuyor ama bu çabamızda hiç de fena değiliz denilebilir.