Şuanda 149 konuk çevrimiçi
BugünBugün4078
DünDün3402
Bu haftaBu hafta11802
Bu ayBu ay11802
ToplamToplam10480226
Jakobenlik PDF Yazdır e-Posta


Kitabı görünce aldım. Yeni yayınlanmış: Rätekommunismus. Sovyet veya Şura komünizmi olarak çevrilebilir. Bu anlayışın savunucularına göre işçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır, bunun için güçlü bir partinin önderliğine gerek yoktur. Sovyetlerde örgütlenen işçiler için bu örgütler aynı zamanda yönetim organı olarak işlev görecektir.

Paris Komünü’nden başlayarak özellikle işçilerin kendini yönetmesi hakkındaki klasik görüştür denilebilir.

Bu görüşün önde gelen teorisyenlerinin Avrupa ülkelerinden çıkması normaldir çünkü işçi sınıfına bu kadar vurgu yapılması için bu sınıfın kalabalık olması gerekir. Benzer anlayışta olanlar devrim sonrasındaki Rusya’da da bulunmakla birlikte esas olan Avrupa’dakilerdir.

Bunlar arasında belki de en ilginç kişi Anton Pannekoek’tir. Almanya’da 1918/1919 devriminde Sovyetlerin rolünü inceleyen kalın bir kitabının yanı sıra Bolşevizme yönelik eleştirileri vardır. Hollandalı olan Pannekoek bu ülkede ilk rasathanenin kurucusudur, meslek olarak astronomdur. Doğa bilimlerinden gelip de sol politik mücadelede isim yapan insan çok azdır.

Yazının başlığı olan Jakobenlik Fransız devriminden gelen bir belirlemedir. O yıllarda yoğun şiddet uygulayarak devrimi ileri götürmeye çalışan Jakobenler ve bunun aksi yönde davranan Jirodenler vardı.

Sovyet komünizmi konusunda tanınmış başka bir isim olan Hans Manfred Bock Jakobenliği şöyle tanımlar:

Örgütlü bir azınlığın çoğunluğu geliştirmek amacıyla bu çoğunluğa yoğun şiddet (terör) uygulamasıdır.

Bolşevikler için “marksist değiller ama Jakobenler” belirlemesini kullanır.

1917 Ekim devrimi sonrasındaki Rusya yarı feodal özelliktedir. Birkaç sanayi merkezinde işçiler bulunmakla birlikte nüfusun büyük çoğunluğu köylülerden oluşmaktadır. Okuma yazma oranı çok azdır.

Bu ülke Nazi Almanya’sının SSCB’ye saldırdığı 1941 yılında (bu yıl 80. yıldönümüdür) yani devrimden 24 yıl sonra başka bir ülke olmuştur; sanayi ülkesidir.

Geri bir ülkenin hızla modernleşmesi –daha sonra sosyalist modernleşme denilecektir- kesinlikle otoriter bir yönetim gerektirir. Büyük tasfiyeler, idamlar, açlıktan ölümler, sürgünler; aklınıza ne gelirse yaşanır. Bunlar vardır; çeyrek yüzyılda sanayi ülkesine dönüşüm de vardır.

Sovyet komünizmini savunanların Bolşeviklere yönelik ikinci eleştirisi de önemlidir:

Sovyet örgütlenmesi Bolşevikler için iktidarı ele geçirme aracıdır, işçilerin kendini yönetme örgütlenmesi değildir.

Bolşevikleri –bu bağlamda Lenin’i- tek hedef ilgilendirir: iktidar. Onu ele geçirmek için herkesle işbirliği yapılabilir, her yola başvurulabilir.

Kısa süre önceki bir yazıda da belirtmiştim: Sovyet örgütlenmesi 1917 Ekim devriminden sonra önemini kaybeder, kağıt üzerinde işlevsiz olarak kalır. Hızlı hareket edilmesi gerektiği gerekçesiyle saatlerce süren tartışmalarla karar alınması “gevezelik” olarak görülür ve devreden çıkarılır.

Çok kişi Ekim devrimi öncesinde Sovyetlerde çoğunluğu kazanmayı hedef olarak gören, “bütün iktidar Sovyetlere” diyen Lenin’in daha sonra nasıl bu kadar değiştiğini anlayamaz.

Durum değişmiştir, artık iktidara gelinmiştir ve ne olursa olsun bu iktidar elde tutulmak zorundadır. Önce iç savaş kazanılır, ardından hızlı sanayileşme başlar. Tek başına kalmış devrimin hızlı sanayileşmesi… Uyan uyar, uyamayan tasfiye edilir.

Burada Kemalizm ile Bolşevizm arasındaki paralelliği görmek mümkündür.

Birisi gelişmiş burjuva toplumu yaratmaya çalışırken (hedef muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktır), diğerinin amacı sosyalizmdir.

Yöntem ise benzer: geri halkı zorlayarak olabildiğince hızlı ileriye götürmek…

İktidarı kesinlikle bırakmamak ve buna karşı olabilecek her tehdidi şiddetle bastırmak…

1960’lı yılların ikinci yarısında üniversiteye girdiğim zaman Kemalizm oldukça popülerdi ve şu sloganı hatırlıyorum: halka rağmen halk için!

Başka bir açıklamayla, “biz onların ileri gitmesini istiyoruz ama onlar bunu anlayacak durumda değildir; o halde zorlanmalıdırlar.”

Jakobenizmi bundan daha iyi ifade edebilecek belirleme bulunduğunu sanmıyorum.

Tarih o dönemde jakobenizmin önüne büyük fırsat çıkarmış.

1918’de Birinci Dünya Savaşı sona ermiş, ardından 1929-1933 büyük dünya ekonomik krizi yaşanmış, 1939’da İkinci Dünya Savaşı başlamış…

Kabaca 1920 ile 1939 arasında dönemin önde gelen emperyalist ülkeleri, İngiltere ve Fransa savaş yorgunudur, üstüne de ekonomik kriz gelir. Başta SSCB olmak üzere karşı oldukları rejimlerle fazla uğraşamazlar. Görece bir boşluk vardır. Bu boşlukta SSCB, İngiltere ile ticaret anlaşması imzalayacak, dönemin en ileri sanayi ülkesi ABD’den makineler ithal edecek ve iç savaş kazanıldıktan sonraki 20 yılda sanayi ülkesine dönüşecektir.

Bunu yaparken ülke içinde değil ama dışında diğer komünistlerle birlikte iki ağır yenilgi yaşarlar: faşizm İtalya’da iktidara gelmiştir, Almanya’da ise Naziler komünistleri ve sosyal demokratları yenerek iktidara gelirler. Almanya’nın kaybı ağır bir darbedir çünkü devrimin yayılması konusunda bu ülke işçilerinden beklenti yüksektir. Ardından İspanya’da iç savaşı komünistlerin desteklediği ve yanlarında savaşa katıldığı cumhuriyetçiler kaybeder, Franco kazanır.

Faşizm çok sayıda Avrupa ülkesine yayılır.

1920-1940 arasındaki dönemi gelişmeleri açısından en iyi değerlendiren üç ülke vardır: Açık farkla SSCB, ardından Türkiye ve Arjantin.

Türkiye Osmanlı’dan kalan borçları öder, biraz sanayileşir ama sonuçta yarı feodal yapıdan kurtulamaz.

Konumuz küçük ve örgütlü bir gücün zorlamasıyla hızlandırılmış ekonomik ve sosyal gelişme olduğu için isyanlar, ulusal sorun, sürgünler üzerinde durmuyorum.

SSCB’de bu örgütlü güç Bolşevik partisi iken, Türkiye’de İttihat ve Terakki’nin devamıdır. Anadolu’daki tek örgütlü güçtür. Üçe ayrılır: Enver Paşa Orta Asya’da ölür, Mustafa Kemal’e karşı olan İttihatçılar da İzmir Suikasti davasıyla tasfiye edilecek, İttihatçılar Kemalistlere dönüşecektir.

Jakobenizmin iki örneği Bolşevizm ve Kemalizm sonuçta başarısız oldu.

Kemalizmin başarısızlığı ya da muasır medeniyet seviyesine ulaşılamayacağı 1960’lı yıllarda görülebiliyordu. 68 hareketinin amacı kemalizmin kapitalist yoldan yapamadığını sosyalist yoldan yerine getirmek olarak tanımlanabilir (Bkz. 68’den Ne Kaldı? kitabı)

SSCB’de başarısızlığın açık olarak görülebilmesi için 1980’li yılların gelmesi gerekecektir.

Şunun eklenmesi gerekir: 1960’lı yıllarda sosyalist ülkelerde yaşanılan “böyle devam edemeyiz, gelişme yolunun değiştirilmesi gerekir” tartışması bu yolu savunanların başarısıyla sonuçlansaydı, sonuç farklı olabilirdi. Bu konu esas olarak Che Guevara – Kısa Uzun Bir Hayat kitabında incelenmekle birlikte, bunun daha önce bir derlemede yayınlanmış farklı bir versiyonu olan Che kitabına da bakılabilir. İnternette www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com adresinde bulunabilir.)

Sosyalizmin gelişme çizgisinde değişim yaşanması gerektiğini savunanlar, nasıl bir gelişme yolu konusunda anlaşamıyorlardı ama hepsi “böyle gitmez” konusunda birleşiyordu. Che de bunlardan birisiydi.

Bu tartışmanın yaşandığı bir başka sosyalist ülke (Demokratik Almanya Cumhuriyeti) tarihinin incelenmesi için ise aynı internet adresinde 1989 Berlin Duvarı kitabına bakılabilir.

Tarihte “şöyle olsaydı, böyle olurdu) değerlendirmesi yapılamaz, ancak ihtimallere işaret edilebilir. Bu çerçevede de ancak reel sosyalizmin şansı kemalizme göre fazlaydı denilebilir.