Şuanda 275 konuk çevrimiçi
BugünBugün2661
DünDün3402
Bu haftaBu hafta10385
Bu ayBu ay10385
ToplamToplam10478809
Marksizmin bu çeşidine itirazım bulunmuyor PDF Yazdır e-Posta


Kelime aynı kalmakla birlikte içeriğin değerlendirilmesi farklı olunca çeşitli Marksizmler ortaya çıkıyor. Kendisini Marksist olarak tanımlayan çok sayıda kişinin anlaşamaması bu nedenledir.

Bence marksizmin olmazsa olmaz iki belirlemesi vardır: devrimin temel gücü işçi sınıfıdır ve devrimden sonra işçi sınıfı diktatörlüğü kurulur. Bunların ikisini de kabul etmediğinizde marksizmin kapsamı dışına çıkarsınız. Yine anti kapitalist olabilirsiniz ama marksist olmazsınız.

Yıllardan beri devrimin temel güçlerinin işçi sınıfı ve küçük üreticilik olduğunu, dolayısıyla devrimden sonra kurulacak rejimin de bu iki sınıfa dayanacağını savunduğum için marksizmin iki temel belirlemesini de kabul etmiyordum.

Ek olarak, 20. yüzyıl sosyalist devrimlerinde de –Ekim devrimi dahil- aynısının gerçekleştiğini değişik yerlerde yazdım. Son olarak Sosyalizmden Kapitalizme Geçiş – Bulgaristan ve Romanya Örnekleri kitabında bu ülkelerde devrimden sonra kurulanın diktatörlük içinde küçük üreticiliğin ağır bastığını açıklamıştım. Bu kitabı www.enginerkinerkitaplar.blogspot.com da bulabilirsiniz.

İşçi sayısının çok az olduğu devrim sonrasındaki Çin’de hangi proletarya diktatörlüğünden söz ediyorsunuz?

Son olarak okuduğum kitapta –Nancy Fraser – Rahel Jaeggi: Kapitalismus- farklı bir marksizm anlayışıyla karşılaştım. Bana göre iki yazarın savunduğu marksizm değildi ama kendilerini marksist olarak gördükleri için bu konuda daha fazla belirleme yapmayacağım.

İki yazarın marksizm anlayışının –kendilerinin ifadesiyle- ortodoks ya da klasik marksizmden ayrılan başlıca yanları şöyledir:

İlk olarak; klasik marksizmde sermayenin ilkel birikim dönemi için öngörülen el koyma yoluyla mülksüzleştirme sona ermemiştir, kapitalizm tarihi boyunca sürmüştür ve halen de sürmektedir. Aynı değerlendirmeyi David Harvey’de de bulabiliriz.

Doğrudur, hiç itirazım yok.

El koyma ancak zorla olabilir ve bunun için de askeri güç şarttır.

Türkiye kapitalizminin son dönem gelişmesinde silahlı kuvvetlerin başka ülkelerdeki faaliyetlerinin önemini değişik yazılarda belirtmiştim. (Bkz. Küresel iç savaş ve Türkiye, aynı adreste bulunabilir.)

İkincisi; kapitalizm sadece ücretli emek sömürüsüne dayanmaz. Seksizm, ırkçılık, doğanın tahribatı ve emperyalizm kapitalizme içkin özelliklerdir. Sınıf mücadelesi demek aynı zamanda bunlara karşı mücadele de demektir. Sınıf mücadelesi ücretli emeğin patronlara karşı mücadelesine indirgenemez.

Klasik marksizm cins ve ten rengi temelindeki ağır sömürüyü görmez.

Tümüyle doğrudur.

Üçüncüsü; sınıflar mücadelesiyle tanınma birliktedir. Kadın haklarının, ırkların eşitliğinin, doğanın korunmasının, mülteci haklarının ve ulusların tanınması birlikte düşünülmelidir.

Yazarlar kimlik politikası olarak adlandırılan anlayışla klasik sınıf mücadelesinin birleştirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar.

Hiç itirazım bulunmuyor.

Dördüncüsü; kapitalizm ekonomik bir sistemden ibaret değildir, bir hayat tarzıdır. Klasik marksizmin anlayışı bu konuda dardır. Konunun önemli bir kültürel yanı bulunmaktadır.

Tümüyle katılıyorum.

Son olarak; yazarlar alt yapı – üst yapı ayrımına karşı çıkmaktadırlar.

Yazarlar sosyalist devrimin temel gücü olarak işçi sınıfını –ABD ve benzeri kapitalist ülkelerde bile- görmüyorlar ve yukarıda sayılan diğer konulardaki mücadelenin sosyalizm mücadelesinde önemle dikkate alınması gerektiğini savunuyorlar.

Bu “diğer” mücadeleler klasik sınıf mücadelesinin yerini tutmaz ama onu genişletirler. Birlikte düşünülmek zorundadırlar.

Bu türlü bir marksizme itirazım bulunmuyor.