Şuanda 41 konuk çevrimiçi
BugünBugün1238
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8962
Bu ayBu ay8962
ToplamToplam10477386
Gültekin Gazioğlu PDF Yazdır e-Posta


Gazioğlu ile Almanya’da tanıştım. Türkiye’de Öğretmen Hareketi adlı kitabı Almancaya da çevrilmiş ve cunta tarafından hemen yasaklanmıştı. Kendisiyle fazla ilişkim olmadı. Türkiye’ye döndü ve sonrasını bilmiyordum.

On gün kadar önce bulunduğum bir toplantıda eski TSİP’li bir arkadaşla karşılaştım, bana Gazioğlu’nun bir ara CHP’ye üye olduğunu söyledi. Doğrusu şaşırdım. Sosyalist hareketten çok kişinin, aralarında merkez komitesi üyelerinin de bulunduğu çok kişinin, 1990 sonrasında CHP’li olduğunu biliyordum ama TSİP Politik Bürosundan Gazioğlu’nun böyle yapacağını düşünmemiştim.

1990 sonrasında altı üstüne gelen dünyada insanlar görüşlerini değiştirebilirler. Burada önemli olan sosyalist sol içinde kalarak ya da kapitalizme karşı olarak değişmektir. Sosyalist olmak için marksist olmak şart değildir ama CHP’li olmak başka bir şeydir.

Aynı arkadaştan ölümünden kısa süre önce Gazioğlu’nun CHP üyeliğini “hayatımda yaptığım en büyük hata” olarak değerlendirdiğini de öğrenecektim.

Kafam ister istemez 1980’li yılların ikinci yarısına gitti.

TSİP Başkanı Ahmet Kaçmaz ve bir bölüm MK ve Politikbüro üyeleri Almanya’daydı. Duisburg’da büroları ve iyi bir kadroları vardı. Dayanışma adlı aylık bir gazete ebadında dergi de yayınlıyorlardı.

Pratikteki çalışmalarından ise pek söz edilemez.

Nedenini merak ederdim.

Tanıdığım bir TSİP’liye neden böyle olduğunu sordum.

Cevabı, bizde Avrupa’da çalışma anlayışı yoktu, şeklindeydi.

Bu doğru olabilir.

Çıkardıkları yayının adı da bu anlayışlarını yansıtıyordu: Dayanışma.

Bu anlayışı başından beri kabul etmedim. Ülke dışındaki ve hele de Almanya’daki Türkiyeli sosyalistler ülkedekinin önemli bir parçası durumundaydı ve yaptıkları da dayanışmanın çok ilerisindeydi.

Şu kadarını belirtmek yeterlidir: o yıllarda legal/illegal basılı yayın çıkarmak bir örgüt için olmazsa olmazdı. 1980’li yılların ikinci yarısında çıkmaya başlayan legal yayınlarda derginin Avrupa satışı sadece basım masrafını değil, büro masraflarını da fazlasıyla karşılıyordu. Mesela Emek Dünyası… Tirajı 2000 idi, Avrupa satışı 800.

Her ay kitapçık olarak çıkan Emek de aynı durumdaydı.

Bırakın bu dergilere Avrupa’dan yazılan yazıları, derginin bütün masrafını Avrupa satışı karşılıyordu.

Türkiye’de para toplamak çok zordu.

1992-2001 yılları arasında Yazın dergisi Türkiye’de de dağıtıldı. Adana’ya 50 tane gidiyordu ve satış geliri yerel masraflara harcanıyordu. Her yayında durum böyleydi.

Çok sayıda insanla bu konuda çatıştım. Avrupa’da bir şey üretemeyen herkesin anlayışı aynıydı: buradaki her imkan Türkiye’ye gitmelidir!

Tersine Avrupa’da çalışma istiyorsan, buna kadro ve imkan ayırmak zorundasın.

O yıllarda bir bölüm TSİP’lide görülen garip bir anlayış vardı: Nikaragua ile nasıl dayanışıyorsak Türkiye ile de aynısını yaparız.

Almanya’da en az 2,5 milyon, Avrupa’da üç milyondan fazla Türkiyeli bulunuyor. Nikaragua ile karşılaştırma yapılamazdı.

Bir dönem Dergi adlı Almanca/Türkçe bir edebiyat-kültür dergisi çıkardılar ama 2-3 yıldan fazla sürmedi. Kültür dairesinden destek alarak çıkarıyorlardı, dergi kendi okurunu oluşturamayınca ve kültür dairesi de desteği kesince yayın durmak zorunda kalacaktı.

Duisburg’daki büroya uğradığım günlerden birinde Ahmet Kaçmaz “TKEP senin gibi adamı iyi bulmuş” demişti.

Doğru değil ama Kaçmaz’ın gerçeği bilmesi de mümkün değildi.

TKEP’in Avrupa’da beni bulabilecek kadrosu yoktu. Suriye gizli servisi Muhabarat’ın uzantısı durumuna gelmiş örgütten ayrılacaktım. Ya ayrı bir örgüt kuracaktım ya da TKEP’e geçmeye karar vermiştik; ikincisini yaptık.

Almanya’da farklı bir çalışma anlayışımız vardı ve bu da TSİP’in anlayışına hiç benzemiyordu.

Bu anlayışı büyük şans eseri geldiğim Paris’te öğrendiğimi söyleyebilirim. Eğer ilk olarak zamanın Almanya’sına gelseydim, aynı anlayışa ulaşmam uzun sürebilirdi.

Paris’te kitlemiz tümüyle konfeksiyon işçilerinden oluşuyordu ve bu insanların Fransa’ya ilişkin önemli sorunları vardı. 12 Eylül protestolarıyla yetinerek pek ileri gidilemezdi.

Atölye işgalleri, ardından Paris ev işgalleri bu çerçevede gerçekleşecekti.

Avrupa ülkeleri çok şey yapılabilecek ve çok şey öğrenilebilecek yerlerdir ama bunun için önce uygun anlayışa sahip olunması gerekir.

30-35 yıl öncesinin dayanışma anlayışı artık kalmadı.

Nikaragua ile dayanışma yok ama buraya o kadar çok insan geldi ve geliyor ki…

Beş yıl önce sürgün kelimesiyle dalga geçenlerin büyük bölümü şimdi aynısını kullanmaya başladılar.

Kıssadan hisse: başarı en iyi inandırıcıdır.

İnsanları ikna etmek için çeneni fazla yorma; yap!

Arkası gelir…