Şuanda 460 konuk çevrimiçi
BugünBugün1482
DünDün3402
Bu haftaBu hafta9206
Bu ayBu ay9206
ToplamToplam10477630
Sıkıntılı günler... PDF Yazdır e-Posta


Birkaç gündür içimde acayip sıkıntı var. Bir şey yapmak istersiniz ama ne olduğuna tam karar veremezsiniz ve bu belirsizlik canınızı sıkar; öyle bir şey diyelim…

Bu yazıyı da sıkıntımı hafifletmek için yazıyorum. Yazmak eskiden beri başvurduğum en önemli yoldur.

Sıkıntımın nedeni şu: daha ileri ne yapabilirim, sorusuna yeterli cevap bulamamak…

Sürekli kendini aşmaya, farklı alanlara girmeye ya da bulunduğu alanlarda daha iyi olmaya çalışan birisiyim. Hiçbir şeyden tam memnun olmam.

Yıllar önce Köln’de Türk bir psikologun toplantısına katılmıştım. Neden oradaydım ve neden katılmıştım, hatırlamıyorum.

Kadın mutlu olmanın yollarını anlatmıştı.

Bitirince kadına sordum: biraz mutsuzluk kötü değildir. İnsan biraz mutsuz olmalıdır ki daha iyisi için çabalasın…

O da, insanların çoğunun sizin gibi düşündüğünü sanmıyorum, demişti.

Tabii ki düşünmesinler, benim de çok umurumdaydı.

Kendimi zorlamayı severim ve bu bazen iyi sonuçlar vermezken çoğunlukla geliştirici olur.

Aklım yıllar öncesine gidiyor. Yıl 1978 olsa gerek… Belma, neredeyse olduğunun yarısı kadar görünüyorsun, bunu düzelt” demişti.

Hiç farkında değildim.

Düzeltmeye çalıştım ve biraz da yapabildim.

Sonra düşündüm: neden olduğundan az görünmek beni rahatsız etmiyor?

Bunu kendim yapıyorum da ondan…

Yaptıklarını, başarılarını fazla olmasa da küçümsemek özelliğimdir.

İnsan kendini hiçbir konuda yetersiz görmezse, kendinden tümüyle memnun olursa gelişemez. Gelişme nedeniniz ortadan kalkar.

İnsan kendisiyle yarışmalıdır.

Başkalarıyla yarışırsanız onların yetersizliklerini de bir oranda kendinize taşırsınız. Şu veya bu alanda başkasına göre daha yeterli olmanız, sizin yeterliliğinizi göstermez.

“Sadece kendinle yarışacaksın” sözünü 1986’da bana Fakir Baykurt söylemişti. İlk öykü kitabım Bir İşçinin Dönüşü’nü okumuş, bununla ilgili olarak o zamanki adı Direniş olan (sonra Yazın oldu) dergide de yazmıştı.

“İlk kitap ama ilk kitaba benzemiyor. Edebiyatı ciddiye alan, uğraşan bir yazarın kitabı” deyip, daha sonra konuştuğumuzda “sadece kendinle yarış” diyecekti.

Bir sürü iş birikti, bunları bitirmem gerek…

Önce Çin, sonra Yugoslavya üzerine kitap yazılacak…

İki konuyu da biliyorum ama aradaki eksiklerin tamamlanması gerekiyor.

Sonra felsefe var; doğa felsefesi ve özellikle modern fizik felsefesi…

Edebiyat derseniz sürekli dürtüyor; Adını Unutan Sokak adlı öykü kitabı internette yayınlandı. Ardından iki öykü daha yazdım, üçüncüsünde biraz yazıp durdum, pek hoşuma gitmedi, herhalde yazılmış saymayacağım.

Belma’ya Mektuplar’ı yeniden okuyorum ve bazı cümlelere “bunu ben mi yazdım?” diye hayret ediyorum.

Mesela “insanın kendine kavuşması” belirlemesi…

Bir ara yeniden üniversiteye başlasam mı diye düşündüm, dördüncü üniversite olacak…

Etnoloji okurum, zaten üçüncüsünde yan bölüm olarak okuyup sekiz ders alıp geçmiştim. Bitirme notum da iyi idi.

Sonra vazgeçtim. Her taraftan dolu olunca, ki hoşuma da gider, sinirli oluyorum. Müthiş bir ivme veriyor ama bayağı sinirli oluyorum. Gerek yok bu kadarına!

Teknik felsefesiyle ilgili en az iki video yapacağımı söylemiştim. Konuyla ilgili İngilizce ve Almanca 6 kitap okudum ama bu felsefede beklediğim derinliği bulamadığımı belirtmem gerekiyor. Elimde iki tane daha var, belki onlarda bulurum, özellikle biyoteknikte…

Kaç aydır kentin üniversitenin kentin kenarındaki doğa bilimleri bölümünün kütüphanesine gideceğim ve Determinizm Mitosu dersini aldığım kadının parçacık fiziği felsefesiyle ilgili kitaplarını ödünç alacağım.

Haftaya ya da sonrakine ama artık gitmem gerek…

Kadın felsefe profesörü ve fizikte de doktora yapmış…

Marksist felsefeciler gibi modern fiziği bilmeyip ama hakkında konuşan birisi değil…

İyi aklıma geldi, şu Yazından Seçmeler 5’i tamamlayayım…

Az kaldı ve bitsin.

 

Bitmemiş iş içime sıkıntı verir…
Umarım yazı size sıkıntı vermemiştir!