Şuanda 251 konuk çevrimiçi
BugünBugün818
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8542
Bu ayBu ay8542
ToplamToplam10476966
Firar ama sonrası da önemlidir PDF Yazdır e-Posta


En azından bazı okurlar ağır ceza alacağı kesin insanların hapishaneden kaçabilmesinin ardından konunun kapandığını düşünüyorlar.

Böyle değildir, firar sonrası da bazen firar kadar önemli olabilmektedir.

Şurası açıktır; firar sonrasını düşünebilmek için önce firar gereklidir ama konu bitmemektedir.

İlk sorun; nereye gideceksiniz?

Firar, hapishane duvarlarının geride bırakılmasıyla, duvarların dışına çıkılmasıyla bitmiyor. En azından hemen yakalanmayacağınız uygun bir yere gitmeniz gerekiyor.

Aydın hapishanesinde başarısız firar teşebbüsü öncesinde en büyük sorunumuz buydu denilebilir. Bütün gardiyanları rehin almamıza rağmen ilk aşamayı bile başaramadık ama başarsaydık, hapishanenin dışına çıkabilseydik, nereye gidecektik?

Aydın küçük ve o yıllarda gerici bir kentti. Hiç birimizin örgütsel ilişkisi ya da tanıdığı bulunmuyordu. Gidilebilecek tek yer İzmir’di ama oraya nasıl ulaşacaktık?

Araziyi biraz bilen bir arkadaş vardı ve araziden gitmeyi deneyecektik.

Başarı şansı azdı ama en azından kaçış kolay gibi görünüyordu ama böyle olmadığını görecektik.

İstanbul için böyle bir sorun yoktu. Herkesin geçici olarak da olsa gidebileceği yeri vardı. Buradan “büyük tehlike arkada kaldı, başarıldı” diye düşünmeyin hemen… Bir kişi kısa süre sonra yakalanırken ben de sonraki iki gün içinde iki büyük tehlike geçirecektim. Soğukkanlılık ve şans diyelim… Yanımdaki kadın arkadaşla otobüsten inip yüz metre ilerdeki taksiye yürürken –güvenli bir yere gidiyorduk- caddeden geçen polis minibüsündekiler beni tanıdı. Gazetelerde, o sırada tek kanal olan televizyonda fotoğrafım yayınlanmış, tanımasınlar mı? Açık camdan konuşmalarını duyacak kadar yakındaydılar. Emin olamadılar, bir de yanımdaki kadının güzelliğinden konuşurken taksiye atladık.

Sakinlik ilk faktör idiyse, şans ikincisiydi.

Kapan güvenli bir eve, neredeyse iki ay dışarıya çıkma, saçlarını uzat, sevmediğin halde bıyık bırak, tipin değişsin, ya sonra?

12 Eylül’e birkaç ay kala ve sürekli ev baskınlarının yaşandığı İstanbul’da şiddetle aranan birini saklamak kolay değildi. Bir şekilde örgütsel çalışmaya katılmak gerekiyordu. Öyle ya, sürekli saklanacaksanız, neden kaçtınız? Örgütün başının derdi durumuna geliyorsunuz. Kesinlikle yakalanmamanız gerek ama bir şekilde faaliyetlere de katılmanız gerek…

Neyse, yolunu bulduk. Yasal birisi gibi çalışamazdım tabii ama başka yollar da bulunuyordu. O kadar ki İstanbul civarındaki kentlere bile gidiyordum. Tipim değişmişti, kimliğim iyiydi ve tabii dikkatli olmak gerekiyordu.

12 Eylül’ü İstanbul’da herkes gibi biz de pek hissetmedik. Büyük kent, denetlenmesi zordu ama haftalar geçtikçe sıkışmayı hissetmeye başlıyorduk. Evler değil toplu olarak mahalleler aranıyordu. Tip olarak beni tanımaları mümkün değildi, o kadar ki, rastlantı sonucu gören bazı arkadaşlar hayretler içinde kalsalar da İstiklal Caddesi’nde bile dolaşıyordum.

Sıkışma hissedilecek kadar artmıştı. “Git buradan, dediler. En azından altı ay git, sonra imkanlar artınca dönersin.”

Öyle yaptık. Önce sorunsuz bir yolculuktan sonra Adana’ya geldim. İlk işim acılı bir adana yemek oldu. Yakalanacaksak da önce karnımızı doyuralım, öyle değil mi?

Bir hafta orada kaldım ve beni getiren arkadaşın İstanbul’a döndükten kısa süre sonra yakalandığını bilmiyordum. Oradan Antakya, oradan sınırı geçip çıkış…

Gittiğim yerde televizyondan –Türkiye televizyonu izlenebiliyordu- yakalanmayı öğrenecektim.

Dönüş yolu kapanmıştı.

Suriye’de sadece dört ay kaldım ve oradan Fransa’ya gidecektim.

Yıllar sonra bana birisi şunu soracaktı: çok sayıda kişi o aylarda Filistin’de eğitim görecekti. 1982 yazında İsrail’in Lübnan saldırısından sonra Filistin kampları boşaltıldı. Bu insanların büyük çoğunluğu neden Türkiye’ye gelmedi?

İnsanlar, dar da olsa örgütsel ilişkinin içine gelmek zorundadır. Kentlerde ya da dağlarda kendi başınıza dolaşamazsınız. Çok sayıda örgütün ilişkileri çökmüşse ve hatta çöküntünün boyutlarını bile bilmiyorlarsa başka ne yapabilirlerdi ki?

1985 sonrasında Yunanistan’dan, Suriye’den ve hatta Avrupa ülkelerinden yavaştan dönüşler başladı. Ülkede hareketlenme artmıştı. Vizite eylemleri, işçi ve memur hareketleri başlamıştı ve ardından sosyalist ülkelerin dağılması gelecekti.

Bu gelişme sosyalist hareket için ağır bir darbe oldu; sadece bizde değil, dünya çapında böyle oldu. Başlangıçta sevinen anti sovyetikler bile bu dağılmanın ilişkilerini nasıl daralttığını kısa sürede göreceklerdi.

1980-1990 arasında Türkiyeli sosyalistlerin Avrupa ülkelerindeki güçlü denilebilecek hareketi de büyük kesintiye uğrayacaktı. Karşımızdaki büyük sorun artık polis operasyonları, yakalanmalardan çok, insanların köşelerine çekilmeye başlamaları, ilişkilerdeki büyük daralmaydı.

Önceki yazıda sözünü ettiğim gibi bu on yılı çok iyi değerlendirdim.

Kaçamasaydım ve büyük dağılmanın yaşandığı 1991 sonrasında hapishaneden çıksaydım yapabileceğim fazla bir şey yoktu..

141-142’nin kalkmasıyla çok sayıda sendikacı ve 12 Eylül öncesinde yasal partilerde çalışanlar döneceklerdi ama ortam artık çok farklıydı.

Onların yerini Kürt göçü fazlasıyla dolduracaktı.

Bu konularda yeterince yazdım. Sosyalist hareket, başka ülkelerden farklı olarak, ülke dışına sürekli gidiş-gelişli bir süreç yaşadı ve halen de yaşamaktadır. İnsanlar geldiler, bir bölümü döndü, yerine fazlasıyla başkaları geldi, bunlar döndüler, yerlerine daha başkaları geldi…

Bu yazılar sitede bulunuyor ama aramak istemiyorsanız Facebook’ta göç.com da en az on yazımı bulabilirsiniz.