Üç noktayı belirtmekle yetineceğim.

Birincisi; konuyla ilgili yazılanların tümünü okumadım, gerek de yok sanırım ama en iyi belirlemeyi birkaç satırda Veysi Sarısözen yaptı. Dedi ki; “TİP’in yapması gereken Şık’ı disiplin kuruluna vermektir.”

Özrün ilerisinde yapılması gereken tam olarak buydu ama TİP bunu yapamaz. Nedeni, Şık’ın belirli bir oy potansiyeli olmasıdır. Gücünü görmek için seçime ayrı listeyle katılan bir parti için oy potansiyeli olan bir kişiyi disipline vermek iyi olmazdı.

Kendileri bilir, yapmadılar.

İkincisi; kişinin önemli bir belirleme yaparken konumuna dikkat etmesi gerekir. HDP üzerinden TBMM’ye girip milletvekili olmuşsun, bu seçimde de HPD ile sınırlı da olsa ittifak içindesin. Partisi bu durumda olan kişinin böyle konuşmaması gerekir.

HDP’ye yönelik ağır eleştirilerim oldu; ben yapabilirim ama bu partiye şöyle ya da böyle bağımlı olanların yapmaması gerekir. Kendilerinden hiç beklentim olmadı, diyet borcum da yok, onların ve genel olarak onlarla ilişkili olan Kürtlerin medyasında yer almaya da ihtiyacım yok…

Bu durumda olmayanın epeyce dikkatli konuşması gerekir.

Üçüncüsü; aman efendim aman; neymiş, faşizm bir devlet biçimi olduğuna Kürtlerin de devleti bulunmadığına göre Kürtler faşist olamazmış!

Bir kere Ahmet Şık “HDP içinde faşistler var” dedi, ne partinin geneline ne de Kürtlere faşist demedi.

Kürtlerden çok sayıda faşist çıkar, çıkmıştır da…

“Faşizmin bir devlet biçimi olduğu” tanımı III. Enternasyonal’e aittir ve aradan 80 yıl geçmiştir.

Siz hala orada mısınız?

Faşizmin tek tanımı bulunmuyor artık, bu tanım çeşitlendi, bir zahmet öğreniverin.

Her halktan faşistler çıkar, doğaldır ki Kürtlerden de çıkacaktır.

Sayıları bir ara –aileleri hariç- 10.000 rakamına dayanan korucuları düşünün, yeter.

Devletin Kürtler içindeki bu askeri örgütlenmesi o devletten ayrı bir yapı mıdır?

Konu hakkında başkaca yazmanın gereği bulunmuyor.