Şuanda 164 konuk çevrimiçi
BugünBugün123
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7847
Bu ayBu ay7847
ToplamToplam10476271
Göçmenler devrimci özne midir? PDF Yazdır e-Posta


1980’li yıllarda yaygın olan “göçmenler devrimci öznedir” görüşü 1990’lı yıllarda da sürdü. Gerekçe şöyleydi: ülkenin –Fransa ya da Almanya- işçi sınıfı toplumu değiştirme özelliğini kaybetmiştir. Onun yerini göçmenler alabilir.

Bu konuda ilk tartışmayı 1982 yılında Paris’te birlikte üç apartmanı işgal ettiğimiz Action Directe’in yöneticileriyle yaşadım. Onlar, tamamı konfeksiyon işçisi olan Türkiyeli işgalci kitlenin yeni devrimci özne olduğunu savunuyorlar, ben itiraz ediyordum.

Paris’te ev bulmak zordu, ek olarak göçmenlere genellikle ev verilmiyordu. Güvencesiz işlerde düşük ücretle çalışan göçmenlerin Fransız toplumuna itirazları vardı ve buradan hareketle yeni devrimci özne oldukları düşünülüyordu.

Göçmenlerin amacı toplumu değiştirmek değil –devrimci anlamda değişiklik konuşuluyordu- bu topluma girmektir. Toplumda kendilerine yer edinmektir. Bu yeri bir oranda bile olsa elde edebildikleri zaman topluma itirazları da sona erecektir.

Onların yerini yeni göçmenler, topluma itiraz aşamasında olan yenileri alacaktır.

Göçmenlerin ev işgali, atölye işgali gibi eylemlere katılmış olanlarından çok azı daha sonra devrimci olarak kalacaktı.

Fransa –veya Almanya’ya- neden geldiklerini hatırlayacaklar ve para biriktirmeye yöneleceklerdi. İnsanlar bu ülkelere çalışmaya, önce yol parası için aldıkları borçları ödemeye, ardından Türkiye’de öncelikle kat almak için para biriktirmeye gelmişlerdi.

Yıllar geçtikçe anlaşıldı ki göçmenlerin kendi başlarına devrimci özne olmaları mümkün değildi, ancak sendikalar ve partiler içinde yer alarak toplumu değiştirebilirlerdi.

Almanya’da 2000-2005 yılları arasında Demokratik Sosyalizm Partisi’nin (PDS) Frankfurt il yönetiminde bulundum ve göçmen çalışması yapmayı kabul etmedim.

Kadınlar kadın çalışmasına, göçmenler de göçmen çalışmasına yönlendirilir; kabul etmedim. İl örgütünün barış politikası sözcüsü olmayı, dergisi Frankfurter Kurier’in yayınlanmasının sorumluluğunu üstlenmeyi tercih ettim.

Türkiyeli göçmenlerin anlayışlarına tahammül edemiyordum. “Biz göçmeniz, eziliyoruz”dan başka söylemleri yoktu.

Değişik partilerden Türkiye kökenli göçmenler vardı. Konuşmalarına bakarak hangisinin hangi partiden olduğunu çıkaramazdınız. Hepsi aynı şeyi söylüyordu.

Almanya’da sadece göçmen sorunu yoktu, birçok konuda sorun vardı ama anlaşılan bunlardan haberleri yoktu.

Sonraki yıllarda durum biraz olsun değişecekti. Farklı Alman partilerinde politik mücadele yürütenler ülkenin göçmenlik dışındaki sorunları hakkında da bilgilendiler.

Her durumda açık olan, göçmenlerin kendi başlarına politik özne olamayacaklarının görülmesiydi.

Bırakın değişik uluslardan göçmenlerin birliğini, Türkiyeli göçmenler arasında bile birlik mümkün değildi. Göçmenlik ayrışmayı da içerir. Bu ayrışma sadece sınıfsal değil –işveren ve işçi göçmenler gibi-, mezhepsel –Sünni ve Alevi- bölgecilik temelinde de şekillenir. Bu ayrışmaya sağ ve sol göçmenlik ayrışmasını da katmak gerekir.

Bir dönem “sol göçmenlik” terimini kullandım ve yaygınlaşmasına çalıştım ama sonuç alabildiğim söylenemez. Göçmen örgütlerinin tamamı –aksini savunsalar da- Türkiye’deki örgütlerin buradaki uzantısı durumundaydı, bu nedenle Almanya’daki sorunlar konusunda bile eylem birliği yapmaları Türkiye’deki ana yapıdan alacakları onaya bağlıydı.

Aradan yıllar geçti, başka ülkeleri bilmiyorum ama göçmenler Almanya’da kültürü değiştirdiler. Alman toplumu daha kozmopolitik ve esnek oldu.

Yabancı düşmanlığı sona ermedi ama yön değiştirdi. Türkiyeliler yerleşik duruma geldiler, düşmanlık daha sonra gelenlere yöneldi.

Eskiyen göçmenler de yeni gelenleri sevmezler.

Göçmenler devrimci özne midir, sorusu da kayboldu.