Şuanda 116 konuk çevrimiçi
BugünBugün86
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7810
Bu ayBu ay7810
ToplamToplam10476234
Çocukluk ve sonrası... PDF Yazdır e-Posta


Bu yazıyı yazayım mı diye tereddüt ettim. Bazı arkadaşlar soruyorlar: geçmişe en fazla gittiğin yer ODTÜ’ye girdiğin 1967 yılı, öncesi yok… Çocukluğundan, ailenden neden hiç söz etmiyorsun?

Çok insan çocukluğunu özlemle anar, ben hatırlamamayı tercih ederim. Kötü bir çocukluk geçirdim ve bütün insanlarda olduğu gibi bende de çocukluk sonraki hayatımı derinden etkiledi. Diyebilirim ki, çocukluğun olumsuz etkilerinden büyük oranda kurtulmam 32 yaşımı buldu.

18-19 yaşlarında kendi hayatım üzerinde kafa yorarken nedensellik temelinde düşünmeyi öğrendim diyebilirim. Neden ben anne-babaya bir türlü uyamadım?

İkisi de çalışan insanlar ve çocukluğumun ilk birkaç yılı anneannem, dedem ve teyzemin yanında İstanbul’da geçer. Tam olarak ne kadar zaman, bilmiyorum ama kişiliğin oluşumunu etkileyecek kadar uzun zaman olsa gerektir. Dört-beş yaşında anne babamın yanına Adana’ya geldim ve buradaki ilişkilere bir türlü uyamadım. Teyzemin anlattığına göre çok yaramaz ve hareketli bir çocuktum. Adana’da bu değişti ve uyumsuzluk şiddetlenerek sürdü.

Çocukluğum 1950’li yıllarda çalışan kadınların arasında geçtiği için yıllarca ev kadınlarını yadırgadım. Düşünün ki annem lise mezunu erkeğin az bulunduğu ülkede 1940’lı yılların ortalarında üniversite bitirmiş. Teyzem de öyle… Hayal meyal hatırladığım anne tarafından dedem iki kızını da okutmuş. Ben dört yaşındayken kalp krizinden ölür.

Anne tarafım çerkes ama bunu yıllar sonra öğrendim.

Babamla hayatım boyunca geçinemedim. Adana’dan Ankara’ya geldik ve Gazi Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölüm Başkanı oldu. Kendisinden tek cümle İngilizce öğrenmemiş olmakla gurur duyarım.

Aramızdaki yabancılaşmanın boyutunu anlatmak için tek örnek yeterlidir: 18 ya da 19 yaşındaydım. ODTÜ’deydim. “Yetenekleri ve zekası normal düzeyde olan birisin, kendinden fazla şey bekleme” belirlemesi yapmıştı. Başka belirlemelerini olduğu gibi bunu da ciddiye almadım.

Tahmin edilebileceği gibi çevremiz kadın ve erkek lise öğretmenleriyle doluydu. Adana’da Öğretmenler Bahçesi adlı bir yer vardı. İlkokula 6 yaşında başlamış, 11 yaşında bitirmiştim. Orada bazı öğretmenler benimle saatlerce konuşurlardı. Bendeki yazı yazma becerisini, zeka düzeyini keşfeden onlardı.

Şunu da belirtmek gerek: 1950’li yıllarda günlük gazete giren bir evde büyümek ayrıcalıktır.

Hatırlıyorum, 11 yaşında ilkokulu bitirdiğimde evde 400-500 sayfalık Heredot Tarihi’ni okumuştum ve tabii bir şey anlamamıştım. Bu kitabı okuyabilmek için önce evde bulunması gerekiyordu.

Uzun sözün kısası yıllarca yeteneklerimle eksik özgüvenim arasındaki çelişki beni sürekli rahatsız etti. Çocukluğumdan beri farklı alanlarla ilgilenirdim ve karşıma sürekli engel çıkarılırdı: yapamazsın! Yasak anlamında yapamazsın değil, sende o beceri yok anlamında yapamazsın.

20’li yaşlara geldiğimde vazgeçtiler. Hem yapıyordum hem de kendilerini ciddiye almadığımı anlamışlardı.

19 yaşındayken Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu’nun –o yıllarda ciddi bir kurumdu- karşılıksız burs sınavına girdim. Girdiğimi kimseye söylemedim ve mutlaka kazanmak için girdim ve kazandım. Kazandığımı da kimseye söylemedim, başkalarından öğrensinler, nasılsa duyarlar…

Birkaç ay sonra, Mayıs 1970’te Sosyalist Fikir Kulübü üyesi olarak örgütlü devrimci hayata başlayacaktım. Bu toplumdaki hayatı, aileyi kesinlikle istemiyordum.

Zor bir bölüm olan kimyada sınıfın önde gelen öğrencilerinden birisiydim. Devam etsem yapamayacağım şey yoktu ama bu hayatı istemiyordum.

Haksızlık da yapmamak gerekir. Çocuk ailede bir şeyleri reddederken bir şeyleri de kapar. Mesela sağlıklı yaşamayı babamdan öğrendim diyebilirim. Gözlerimdeki miyopluk irsi, bunun dışında bünyem hiç benzemiyor. Mesela onda Alzheimer ve prostat çıkmış, bende bunların izi bile bulunmuyor.

Bünyem anneme benzer. Mesela mide, ne yesen öğütür, aynı ondaki gibi…

Ev işi yapmayı çocuklukta öğrendim, anlayacağınız elim yatkındır. Evde herkes çalışıyor olunca öğreneceksiniz.

Benden küçük bir kızkardeşim var.

Şunu da eklemek gerek: ailede okumaya büyük değer verilirdi.

Almanya’da ikinci üniversite eğitimini yaparken annem bir mutluydu ki, sormayın.

Zor bir aileydi. Bendeki performansa hayretle bakarlardı. Peşpeşe yazılan kitaplar, Yazın dergisi, evlilikler ayrılıklar…

Ülkenin en iyi İngilizce hocası olan babam çekingenliğinden kitap yazamamış, başkalarının yazdıklarını düzeltmişti. Ya yanlış bir şey yazarsam da eleştirirlerse, diye çekinirdi.

Eleştirsin yani ne olacak! Eksik varsa düzeltilir. Hoş ülkenin en iyi İngilizce hocasını eleştirecek de zor çıkar, orası da ayrı…

Annem lisede tarih öğretmeniydi, tanınmıştı. Danıştay’da itiraz edilen lise tarih sınav kağıtlarını okuması için ona başvururlardı.

Ailede tek öğretmen olmayan benim. Annem, babam, kardeşim, teyzem, evliliklerimden ikisindeki eşlerim öğretmendi. Öğretmen olmayan eşlerimle daha iyi ilişkim olduğunu söyleyebilirim.

Ben ve ikinci kızım Ömür dışında doğa bilimleri okuyan olmadı.

Zor bir aileydi. Boş bir aile değildi ama zordu…