Şuanda 156 konuk çevrimiçi
BugünBugün117
DünDün3402
Bu haftaBu hafta7841
Bu ayBu ay7841
ToplamToplam10476265
Ne yaparsan yap ama iyi yap! PDF Yazdır e-Posta


Kişi şair, öykücü, romancı, gazeteci ve bazılarında bunlara başkaları da ekleniyor.

Bir insanın bu kadar çok alanda birden iyi olması mümkün değildir. Her alanda vasat hatta vasatın altında bir şeyler yapabilmek de hüner değildir. Kişinin birkaç alana dağılacağına tek alanda olabildiğince iyi olmaya çalışması daha uygundur.

Bunun yerine hiç birisini iyi yapamadığı birkaç alana dağılmak ve bunun da adını “çokyönlülük” koymak yanlıştır.

Yeteneksiz insan yoktur. Önemli olan yeteneklerini bilmek ve sürekli çalışarak bunları geliştirmektir. Yetenekleri vasat üretimde harcamamaktır.

Herhangi bir alanda iyi üretim yapmak kısaca şöyle tanımlanabilir: o alanla ilgili değerlendirme yapıldığında sizin ürettiklerinize uğramadan geçilemez.

Görüşleriniz kabul edilmeyebilir ama bilinmek zorundadır çünkü önemli şeyler söylemektesinizdir.

Mesele bunu yapabilmektir.

Bunun için öncelikli şart, dağılmamaktır.

Mesela ben şiir yazamam. Hiç denemedim. İyi bir şiir okuru bile değilim.

Benden ressam olmaz, bunu da hiç denemedim.

Fotoğrafçı da olmaz.

Edebiyatı, özellikle öykü ve anlatı dallarını severim. Bu alanla uğraşabilsem, iyi olurum.

Edebiyat ortak kabul etmez.

Uğraştığım konuları bırakırsam, tümüyle edebiyatla uğraşırsam, iyi olacağıma eminim ama yapamıyorum.

Neredeyse 30 yıl önce bana “ya edebiyat ya da politik bilim/sosyoloji; kendini dağıtma, ikisi birden olmaz” demişlerdi. Haklı buldum. O zamana kadar hiç de fena şeyler yazmamıştım ama konunun akademik eğitimini de almalıydım. Almanya’da üniversitede politik bilim/sosyolojiyi bitirdim. Frankfurt’taki Goethe Üniversitesi’nde büyük bir yan bölüm almadan ana bölümü okuyamazsınız. Dahası, politik bilim okuyordum ama aldığım derslerin en az yüzde 80’i sosyoloji alanında da geçerliydi. Böyle bir ders programı sanırım Adorno ve Horkheimer’in Frankfurt Okulu geleneğinden geliyordu. Onlar hem felsefeci, hem politik bilimci hem de sosyologdular. Yan bölüm de sosyal psikoloji idi.

Bu eğitimin bana büyük yararı oldu.

Bu bölümleri okurken 2000 yılında Alt Emperyalizm ve Türkiye’yi yazmıştım. Dediler ki, üniversiteye gittiğin geniş konuyu inceleme tarzından belli oluyor.

Eğitim olmadan, en az bir yabancı dili –tercihan iki- kitap okuyabilecek kadar öğrenmeden olmaz.

O zaman yaptığınızı iyi yapmak şansınız artıyor.

Gelelim yeni ilgi konumuza: diaspora.

Dünyanın her tarafı çok sayıda halktan diasporalarla doludur.

Şu sıra Kürt diasporasının İsveç tarihiyle ilgili bir kitabı okuyorum. Bu alan neredeyse tümüyle İngilizce kitaplarla doludur. Bulabilirsem İran ve Şili diasporalarıyla ilgili olarak da okuyacağım.

Bu alanda karşılaştırmalı çalışma yapılması gerekiyor çünkü önceden de tahmin ettiğim gibi hiçbir diaspora diğerine benzemiyor. Önce genel teorik temel var, bu hepsinde aynı, sonra ayrışıyorlar.

Okuduğum ve neredeyse bitirdiğim kitapta bence en önemli belirleme şöyleydi:

Diaspora kelime anlamında dağılmak demektir. İnsanlar bir topraktan gitmek zorunda kalırlar ve değişik ülkelere dağılırlar. Kelimenin ilk çıkışı Yahudilerin dünyaya dağılmasıyla ilgilidir.

Kürt diasporası da böyledir.

Sürgün Kürtler için aynı zamanda toplanma demektir çünkü İran, Irak, Türkiye ve Suriye’den Kürtler birbirleriyle ancak sürgünde yoğun temas halinde olabilmişlerdir. Yıllarca yaşamış oldukları ülkelerin farklılıkları nedeniyle farklıdırlar ama hepsi Kürttür.

Kürtlük bilincinin gelişmesinde diasporanın büyük etkisi bulunuyor.

Bu benim konum değil ama karşılaştırmalı bir inceleme için birkaç örneğin bilinmesi gerekiyor.

Kitabın adı nedir, diye soranlar olacaktır.

Spaces of Diasporas

Kurdish identities, experiences of otherness and politics of belonging.

Yazan: Minoo Alinia (İsveç’te üçüncü kuşak göçmen)

 

Göteborg Üniversity, Ph.D. Theses.