Şuanda 394 konuk çevrimiçi
BugünBugün300
DünDün3402
Bu haftaBu hafta8024
Bu ayBu ay8024
ToplamToplam10476448
Az yıpranmak... PDF Yazdır e-Posta


Yaklaşık son on yılda değişik insanlardan aynı belirlemeyi duyunca ister istemez düşünüyor insan. Belirleme şöyle: biyolojik ve psikolojik olarak az yıpranmışsın. Aradan diyelim on yıl geçti ama yine aynı belirleme yapılıyor.

Biyolojik konuyu açıklamak zor değildir. Benim az yıpranmamdan çok, bu belirlemeyi yapan arkadaşların fazla yıpranması daha doğrudur. Hepimiz zor bir hayat yaşadık ama bazılarımız bedenine mevcut imkanlar çerçevesinde bile özen göstermeyerek zoru daha zor yaptılar.

Bazılarını tanıdığım insanlar peşpeşe özellikle de kalp krizinden neden gidiyorlar dersiniz?

Ya iyi sigara içiyorlar ya da rakıcılar veya ikisi birden bulunuyor.

Sporcu birisi sayılmam ama tahmin ettiğim kadarıyla bu arkadaşlar iyice hareketsizdiler.

Bu durumda kalp krizinin uğraması sürpriz olmuyor.

Belirtmek gerekir: psikoloji ve biyoloji birbirinden ayrı değildir, karşılıklı etkileşim içindedirler. Psikolojiniz kötüyse bu durum şöyle ya da böyle bedende arızalara neden olacaktır.

Sanıyorum psikolojimin iyi ve hatta oldukça iyi olması beden sağlığını da olumlu etkiliyor.

İyimser bir insan olduğumu söyleyemem. Hayatta bir şeyler kendiliğinden iyi olmaz, siz iyi yapabiliyorsanız olur. Yanlış yaptıklarınız, başarısızlıklarınız mutlaka olacaktır. Bunlara takılmayıp aşmayı bileceksiniz. Bazı insanlar maalesef burada takılıp kalıyorlar ve bu da onları her yönden olumsuz etkiliyor.

Unutmayın ki hayatta başarı ortalama alınarak ya da başarı ve başarısızlıkların ortalaması alınarak hesaplanır. Burada ortalama olarak 70-80 arasını tutturabiliyorsanız, fazlası gerekmez.

Bu hesabı yaparken kendinize kıt not vermeyi de ihmal etmeyin. Kendini kandırmanın gereği yoktur.

Öncesini bırakalım diyeceğim; 1982’den başlayarak, demek ki 40 yıldır önemli konularda istediğim her şeyi yapabildim diyebilirim. Bu durum insana yüksek özgüvenin yanı sıra müthiş bir rahatlık veriyor.

Rahatlık ama bunun tehlikeli olduğunu biliyorum. 1968’da ODTÜ Hazırlık Sınıfı ikinci yarıyıldayım. Ortalamam 80’in üzerinde, nasıl olsa yaparım deyip çalışmadan sık olarak yapılan küçüklü-büyüklü sınavlara giriyordum. Kendimi zorlayarak bu tehlikeli huydan vazgeçtim. Özgüvenin bu kadarı fazla, tehlikelidir.

Kendimi zorlamayı severim. İnsan yeteneğinin sınırı olmadığını düşünürüm. Bu nedenle sık olarak sınırı yukarı taşırım. Ancak sınırı geçmeye kalkıp da geçemediğinizde sınırınızın nerede olduğunu anlarsınız. Yani başarısızlığı göze alacaksınız ve arkasından da bu sınırı geçebilmek için ne yapmam gerekir diye düşünüp buna çalışacaksınız.

Şimdilik 34 kitap yazmışsın, şimdilik genellikle yüksek izlenme sayılarına ulaşan 188 video yapmışsın, üç üniversite bitirmişsin, iki yabancı dil biliyorsun; otur oturduğun yerde, yetmedi mi?

Buna benzer belirlemeleri özellikle kadınlardan duydum. Kendimi çok yorduğumu düşünüyorlardı. Tersinin doğru olduğunu anlatmak mümkün olmuyor… Sürekli öğrenmek ve üretmek benim hayat tarzımdır. İnsan yıllardır izlediği hayat tarzından vazgeçebilir mi?

Vazgeçerse bedenen de psikolojik olarak da iyi bir yere gelmez.

Bakmayın zayıf olduğuma, mideme düşkünümdür.

Bu kadar yemek nereye gidiyor, diye soranlara, beden enerjisinin yaklaşık üçte birini beyin harcıyor derdim.

Bunu ilk kez 1974-1975’te TDAS’ı yazarken fark etmiştim. Öyle günler oluyordu ki masadan kalkacak halim kalmıyordu. Kalemle yazmanın ötesinde bedeni iş yapmıyordum ama bitkinlik geliyordu.

Neyse, şimdi bu kadar değil…

Yine de yeni bir şey öğrendiğim zaman aldığım hazzı tanımlayamam…

Konu durmuyor ki; yeni bir şey öğrendin mi, bununla ilgili öğrenilecek başka konular çıkıyor.

Bu nedenle bazen çoğunluğunu üniversite kütüphanesinden aldığım yerde yığılmış kitaplara umutsuz gözlerle bakıyorum.

Üniversitede öğrenci olun ya da olmayın bütün üniversite kütüphanelerinden kitap alabiliyorsunuz. Bu müthiş bir şey tabii.

Sosyoloji ve politik bilim, tarih ve felsefe, Çin ve Uzakdoğu Asya için ayrı bir kütüphane var, doğa bilimleri kütüphanesine gitmeye bir türlü vakit bulamadım- fizik felsefesi kitapları orada… Etnolojinin ayrı bir kütüphanesi var ama orası şimdilik kalsın.

Öğren-üret ve hep böyle yap…

Şuna hep dikkat ederim: kendini tekrarlama, başkalarının yazdığını bir de sen yazma… Ne gerek var, zaten yazılmıştır.

Anlatacak yeni bir şey yoksa o zaman neden yazacaksın?

Bu ilkeye sürekli uymaya çalıştım ve bunun nasıl bir enerji istediğini, bazen insanı yorgun düşürdüğünü sanırım tahmin edersiniz.

Son bir yılda diyelim, benim için en öğretici olan Çin konusu oldu. Mao’nun ölümünden sonra Çin…

 

Çok şey öğrendim ve anlatmaya çalışacağım diyeyim…